Cumhur-i İslami / İran Basını
Çeviri: Hakkı Uygur
17 Şubat 2007 Başyazı
Oğul George Bush ve adamlarının İran karşıtı savaş hakkında başlattıkları propagandaya yönelik büyük gürültü kendi başlarına bela oldu. Şu günlerde Bush ve etrafında kalan az sayıdaki adamı birbiri ardınca İran’a karşı bir savaş açmayı düşünmediklerini tekrarlıyorlar. Bush, Kongre’nin, medya organlarının ve geçen dönemde görev yapmış olan üst düzey yetkililerin sürekli muhalefetlerinden öylesine sıkılmış bir halde ki, bunun hükümetinden intikam almak isteyenlerin politik bir oyunu ve Cumhuriyetçilerin yönetimine karşı Demokratların örgütlü bir komplosu olduğunu söyleyiverdi. Bush’un bu yeni tutumunun arkasındaki ince hususlar dikkatli bir şekilde incelenirse, yalnızca Beyaz Saray’ın içinde bulunduğu çaresizlik ve şaşkınlık değil, Washington’daki karar alma merkezlerinin çatışması da görülebilecektir:
1) ABD’nin İran’a yönelik psikolojik savaşı yeni bir şey olmamasına rağmen, Bush’un Kongre’deki konuşmasında şahsen İran’ı hedef alması, İran karşıtı yaklaşımlara yeni bir boyut kazandırdı. Bush, açıklamalarıyla İran’a karşı savaş propagandası yaptı. Demokratlar ise bu yaklaşımı sorgulayarak Bush ve adamlarının kafasından nelerin geçtiğini ve neden sürekli bu tehditleri tekrarladıklarını bilmek istiyorlar. Pennsylvania Eyaleti Senatörü Arlan Specter, Amerikan Kongresi’ndeki bir toplantıda açıkça Bush’un sınırlarını bilmesi gerektiğini ifade etti ve ekledi: “Bütün saygımla Başkan’a tek karar alıcı olmadığını hatırlatmak isterim, karar almak ortak bir sorumluluktur.” Bu açıklama son günlerde “Savaş konusunda karar alıcı benim” diyen Bush’un tutumuna kesin bir yanıt niteliğindeydi. Üstelik Senatör Specter’ın Bush’un partisinden yani Cumhuriyetçi olması, işi daha da ilginç kılıyor. Bunun öncesinde Temsilciler Meclisi lideri Demokrat Nancy Pelosi de Bush’u, Amerikalı askerlerin canlarıyla politik oyun oynamakla suçlamıştı. Beyaz Saray ise suçlamayı reddetmiş ve bunu “sivri bir suçlama” olarak nitelendirmişti.
Bush ve ekibi bütün bunlarla eş zamanlı olarak savaş karşıtlarına şiddet uygulamaya başladılar. Beyaz Saray, Amerikan Kuzey Komutanlığı’na savaş karşıtı olan bütün Amerikan vatandaşlarını tutuklama ve yargılama yetkisi verdi. Bu emir, ABD Başkanı’nın karşıtlarını bastırma konusunda Amerikan yargı sistemine olan güvenini kaybettiğini ve hükümete savaş karşıtlarıyla mücadele emrini verdiğini gösteriyor.
Aslında Irak Savaşı konusunda Demokratlar Bush’tan çok farklı düşünmeseler de artık onun suç ortağı olarak görülmek istemiyorlar. Kuşkusuz Irak’a saldırı Demokratların yeşil ışığı ve resmî onayları sayesinde gerçekleşmişti; ancak onlar bugün Bush’un en ciddi karşıtları haline dönüşmüş durumdalar. Büyük bir olasılıkla Demokratların başkan adayı olacak olan Hillary Clinton, Irak’ta yaşananları Bush hükümetinin sorumsuzluğunun doruk noktası olarak nitelendiriyor. Diğer yandan Jimmy Carter döneminde Ulusal Güvenlik Danışmanı olarak görev yapan Zbigniew Brzezinski, Irak saldırısını “tarihî bir facia” olarak adlandırıyor. Bu açıklamaları birleştirdiğimizde ABD’nin Irak’taki durumunun açıklanandan çok daha vahim olduğu sonucu ortaya çıkıyor.
2) ABD’deki güç ve karar alma merkezlerinin tutumlarından yansıyan kavramlara ve bu kavramların anlamlarına dikkat edilirse, merkezlerin konumları ve yaklaşımları arasında farklılık, çelişki ve hatta karşıtlık olduğu fark edilecektir. Öyle ki, gerçekte kimin karar aldığını, kimin ABD’nin kesin ve resmî tutumunu yansıttığını ve bu tutumun ne zamana kadar geçerli olduğunu kestirebilmek oldukça güç.
Unutmayalım ki, Savunma Bakanı Robert Gates’in İran’ı askerî bir saldırıyla tehdit etmesinden yalnızca iki gün ve İran’ın da ABD’yi böyle bir saldırıda bulunmaya pişman edecek bir yanıt vereceğini açıklamasından hemen sonra, hem Gates ve Dışişleri Bakanı Condeleezza Rice hem de bizzat Bush’un kendisi, askerî tehditleri geri aldılar ve İran Savaşı senaryosunun “Demokratlar tarafından düzenlenen bir komplo” olduğunu ileri sürdüler.
Şurası da göz ardı edilmemelidir ki, Demokratlar da Siyonistlere şirin görünmek için İran karşıtı bir harekete kalkışılmasından rahatsız değiller; istedikleri yalnızca bu saldırının kendi adlarına değil Bush’un hesabına yazılması. Bayan Clinton’ın İran karşıtı son açıklamalarını da bu çerçevede değerlendirmek gerekir. Aslında Demokratlar Irak macerasının vefasız yoldaşlarıydılar; Bush’u Irak bataklığına sürükledikten sonra şimdi rakiplerini Beyaz Saray’dan çıkarabilmek için en sert ve sivri eleştirileri yöneltmekten çekinmiyorlar. Dolayısıyla Demokratlar ikili oynuyorlar ve her sonuçtan faydalanmaya çalışıyorlar.
Bush ve etrafı bütün cahilliklerine rağmen şunu anladılar ki, İran’a karşı girişilecek her türlü saldırı kesinlikle kendi aleyhlerine olacak ve bir fayda sağlansa dahi bu kendilerinin değil, sinsi ve hileci rakiplerinin lehine gerçekleşecek. Son Irak örneğine bakarsak, Demokratların Bush’a saldırı için ortam hazırladıklarını ve savaş boyunca Bush’un ve yeni-muhafazakârların bütün itibarları tamamen ortadan kalktıktan sonra, onların yanlışlıklarına parmak basarak kendilerini halkın nezdinde yeniden popüler kılmayı ve Amerikalı seçmenlerin gözüne girmeyi başardıklarını görürüz. Bu bakış açısıyla Demokratların, Irak’a 21.000 yeni asker gönderilmesiyle ilgili olarak yaptıkları ilk muhalefetlerinden vazgeçmeleri ve Bush’un İran ile aradaki bütün köprüleri atmasını desteklemeleri de mümkün görünüyor. Böylece sonraki adımlarda bu ahmaklıkların nimetlerinden en iyi biçimde faydalanabileceklerdir.
3) Demokratların ve Cumhuriyetçilerin Irak ve İran konusundaki bugünkü çatışmalarının ve karşıtlıklarının nedeni ve saiki ne olursa olsun, her iki taraf da resmî ve gayriresmî siyaset-propaganda araçlarını kullanarak Amerikan kamuoyunu etkilemeye ve önümüzdeki dört sene içinde Beyaz Saray’da oturmaya daha layık olduklarını göstermeye çalışıyorlar. Oğul Bush ikinci dönem başkanlık seçimlerinde bu taktiğe başvurmuş ve terörle savaş sırasında başkomutanın değişmesinin uygun olmadığı tezini savunarak seçimleri kazanmayı başarmıştı. Şimdi bazı danışmanları Demokratları uyararak eğer saldırılarının hedeflerini iyi belirleyemez ve gerektiğinde sahneye giremezlerse, Beyaz Saray’ı bir dört yıl daha Bush’un yakınlarına bırakmak zorunda kalacaklarını vurguluyorlar. Demokratların Bush’a yönelik saldırı hedefleri tamamen bu öneriler ve tavsiyeler doğrultusunda seçiliyor ve onlar da Bush’un sorumsuzluğunu, liyakatsizliğini ve programsızlığını ispatlamaya çalışıyorlar.
Washington Stratejik ve Uluslararası Araştırmalar Merkezi’nden Ortadoğu uzmanı Anthony Cordesman bu hususta şöyle diyor: “Demokratlar yalnızca Beyaz Saray’a saldırmalarına fırsat sağlayacak konuları arıyorlar.” İç politikaya ve propagandaya ait konularda konuşmamaya özen gösteren Beyaz Saray Sözcüsü Tony Snow bile Amerikan medyası ve siyasi rakipleri hakkında konuşmaya mecbur kaldı ve “Basına olan bütün saygıma rağmen şunu söylemek zorundayım ki işi kasıtlı şekilde olduğundan büyük göstermek ve ‘Bush hükümeti İran’ı avlamaya mı çalışıyor?’ sorusunu sordurmak için gösterilen birtakım çabalar var” dedi. Aslında Bush ve adamlarının korkusu kendi başlattıkları oyunun dışına itilmek yani oyundan atılmaktır.
Başkanlık seçimleriyle alakalı konular bir yana, her iki partinin gündeminde daha elle tutulabilir bir konu var ki, o da Bush’un Irak’a 21.000 yeni asker gönderme planıdır. Durum bu şekilde sürer ve Bush Kongre’yi, Temsilciler Meclisi Dış İlişkiler Komitesi’nin Irak’a 21.000 yeni asker gönderilmesinin reddedilmesi yönünde aldığı kararı değiştirmeye ikna edemezse, Cumhuriyetçiler şimdiden gelecek seçimleri kaybettiklerini kabul etmek zorunda kalabilirler. Buna ek olarak böyle bir durumda Demokratların savaş yanlısı Cumhuriyetçilerin izledikleri sorumsuzca politikalara son verdikleri de ABD tarihine kaydedilecektir. Bush ve ekibi bu askerleri Irak’a gönderebilmek için çok büyük çaba sarf ettiler ve sarf etmeye de devam ediyorlar ki yönetimlerinin son aylarında Irak’taki düzensiz durumu en azından güvenlik açısından baskıyla da olsa yatıştırabilsinler. Tam aksine Demokratlar da Bush’un yeni planının başarısız olması ve beceriksizliğinin iyice ortaya çıkması için bütün güçlerini kullanıyorlar. 130.000 askerin elinden gelmeyen işin 21.000 yeni asker tarafından nasıl gerçekleştirilebileceği önemli bir soru. Ancak eldeki veri ve kanıtlar, İran aleyhine gündeme getirilen son psikolojik savaşın aslında Cumhuriyetçilerin Irak’a 21.000 yeni asker gönderebilmek için ihtiyaç duydukları ortamı hazırlamaya yönelik olduğunu gösteriyor. Bu güç denemesinin kazanımı ne olursa olsun şu hususta pek bir kuşku yok: Irak’a ek asker gönderilse de gönderilmese de gelecek dört yıl için Cumhuriyetçilerin tabutlarının çivileri çakılıyor. Daha da önemli bir nokta, yeni-muhafazakârların belki de sonsuza kadar ABD siyasetinden kenara itilmeleri. Zira onlar Cumhuriyetçilerin tepki görmelerinin temel nedeni oldular ve Bush’un rakiplerine en büyük avantajı sağladılar.
Tavsiye Et
The New York Times / Amerikan Basını
Çeviri: Burcu Anatay
22 Şubat 2007 Başyazı
İngiltere Başbakanı Tony Blair’in 21 Şubat’ta, Irak’ta kalan 7.100 İngiliz askerinin 1.600’ünün daha geri çekileceğini açıklaması, Başkan Bush için askerî ve siyasi açıdan hiç de hoş bir haber olmadı.
Bu geri çekilme, başlangıçta 40.000’i bulan Irak’taki İngiliz güçlerinin sayısındaki ilk azalma değil. Ancak bu seferki geri çekilme kararı, tam da Irak’taki şiddetin adeta bir sarmal halinde bütün ülkeyi içine çektiği ve Bush’un bu yıkıcı savaşına karşı Washington’daki muhalefetin de gittikçe cesaret kazandığı bir zamanda alındı. Bu karar aynı zamanda Blair’in başbakanlık görevini devretmeye hazırlandığı bir döneme denk geliyor. Bu da onun, savaşa yönelik kamuoyu öfkesinin, ülkesindeki bütün meşruiyetini tehdit ettiğini acı bir şekilde de olsa fark ettiğinin bir göstergesi.
Üstelik İngiltere Başbakanı’nın bu açıklaması, diğer geri çekilmeler için bir katalizör işlevi görmekte de gecikmedi. Danimarka 21 Şubat’ta, İngiliz komutası altında Irak’ta görev yapan 460 askerinin Ağustos’ta bu ülkeden ayrılacağını ilan etti. Pentagon’un epey bir zamandır Irak için ihtiyaç duyulan askerleri bulmaya çalıştığı bir sırada, askerî açıdan en muktedir müttefikinin ödünç verdiği askerlerini geri almaya yönelmesi, sadece ve sadece Amerikan askerlerinin eve dönmesini hedefleyen genel havaya ve yaygaraya katkıda bulunmaya yarayacak.
Beyaz Saray, Blair’in “siyasi zorunluluğu”nu, işgalin başından beri İngiliz güçlerinin askerî sorumluluğunda bulunan Irak’ın ikinci en büyük şehri olan Basra’daki bazı olumlu gelişmelerin bir işareti olarak göstermeye çabalıyor. Gerçeklerden (Bush’tan bile daha fazla) kopuk olan Başkan Yardımcısı Dick Cheney, İngilizlerin geri çekilmesinin Irak’ta “işlerin gayet iyi gittiği” bazı yerlerin de olduğuna işaret ettiğini iddia etti.
Bu noktada Blair olup bitenleri daha iyi anlıyor; zira Basra’nın “bizim olmasını istediğimiz gibi olmadığını” açık açık ifade etti. Fakat Iraklılar için “Basra’nın tarihindeki yeni bölümü” yazmanın vaktinin geldiğini söylemekten de geri durmadı. Basra’daki durumun bir “terörizm orjisi”nin sınırsızca hüküm sürdüğü Bağdat’tan çok farklı olduğunda da ısrar eden Blair, bu suretle Başkan Bush’un Bağdat’ta asker artırımına gidilmesi yönündeki kararının desteklenmesi için kapıyı açık bıraktı.
Ancak Bağdat’a kıyasla daha sakin bir Basra söz konusuysa bu, bölgede sayıca azınlıkta olan İngiliz güçlerinin kontrolü Şii milislere ve rakip silahlı hizipler tarafından idare edilen yerel polis güçlerine bırakmış olmasından kaynaklanıyor.
Sadece iki ay önce, İngiliz ve Iraklı askerler Basra’daki bir polis karakoluna baskın düzenlemişler ve İngiliz yetkililerin neredeyse idam edilmek üzere olduklarını söyledikleri 127 mahkumu kurtarmışlardı. Zira Irak’ın ulusal silahlı güçleri, kendi başlarına Basra’nın masum sivillerini koruyabilmeyi bırakın, bunu denemeye çalışacak durumda bile değiller.
Basra’da daha az İngiliz askeri ya da Bağdat’ta daha fazla Amerikan askeri bulunması ise neticeyi değiştirmiyor: Irak’ta hiçbir şey “iyi gitmiyor.”
Tavsiye Et