YERYÜZÜ coğrafyası son yüzyılda, etnik, ideolojik ve dinî çatışmaların yoğunlaştığı bir alana dönüştü. Birinci Dünya Savaşı sonrasında ve post-kolonyal dönemde ortaya çıkan yeni ulus-devletler ile onların yeni sömürgeci zihniyeti ve asimilasyon siyasetleri, özellikle etnik çatışmalara, toplumsal travmalara ve büyük katliamlara zemin hazırladı. Soğuk Savaş döneminde başlayan ve sonrasında yoğunlaşan etnik kimlik ve din referanslı siyasal hareketler ise modern ulus-devletleri krize ve radikal yeni yapılanmalara sürüklüyor. Bir yanda devlet ile kendi vatandaşları, diğer yanda toplumdaki farklı etnik-dinî-ideolojik gruplar arasındaki çatışmalar, devletin çok-kültürlülük zemininde yeniden yapılanmaya doğru evrilmesine yol açıyor. Bu savaşların ve çatışmaların farklı aktörleri arasında yer alan çocuklar ve onların çatışma alanlarındaki aktif ve pasif varlıkları, siyasetin en hassas konularından birini oluşturuyor.
Özellikle 1960’lı yıllarda ve sonrasında Latin Amerika (El Salvador, Guatemala ve Nikaragua), Ortadoğu (Filistin), Afrika (Ruanda) ve Uzak Doğu (Sri Lanka) gibi bölgelerde ortaya çıkan savaşlarda, çocukların silahlı mücadele alanına hem devlet hem de muhalif siyasal hareketler tarafından çekilmesi büyük tartışmalar yarattı. Toplumun en hassas, zayıf ve kırılgan kesimini oluşturan çocukları farklı siyasal şiddet formlarını tecrübe etmeye zorlamak ve yönlendirmek hangi mantığa dayanıyordu? Siyasal bir mücadelenin yükünü çocukların omuzlarına yüklemek ne kadar ahlaki ve doğruydu? Devlet, iktidar, beden ve direniş fenomenleri etrafında devam eden gelişme ve tartışmalar, bu meseleyi anlamamıza yardımcı olabilir. Çocuk bedenlerinin devlet ile muhalif siyasal hareket arasında bir iktidar çatışması alanı haline gelmesi ve dolayısıyla çocukların büyük bedeller ödemesi, yaşanan savaşların kirli ve çirkin boyutlarını yansıtıyor. Modern dönemdeki savaş ve çatışmalar, çocuk bedenlerinin hem devletin egemenliğini pekiştirdiği bir gösteri alanına hem de muhalif hareketin siyasal güç elde etmek için kullandığı araçlara dönüştürüldüğünü gösteriyor. Küçük yaştaki çocukların silahaltına alınması, devletin silahlı güçleriyle karşı karşıya getirilmesi ve bunların sonucunda ölçüsüz ve çok sert bir şekilde devlet tarafından cezalandırılması, insani ve vicdani bir sorgulamayı zorunlu kılıyor.
Bu bağlamda, Türkiye’de taş atan Kürt çocuklarının, devlet ile Kürt siyasal hareketinin son temsilcisi Barış ve Demokrasi Partisi (BDP) arasında bir iktidar çatışması ve güç gösterimi alanına dönüşmesi, sorumsuz ve ahlaki olmayan bir siyasete işaret ediyor. Son olaylar, Türkiye’deki siyasal şiddetin toplumsal dokuya nasıl geri dönüşü olmayan zararlar verecek, halklar arasında kin ve nefreti arttıracak ve toplumsal barışı zora sokacak düzeye geldiğini gösteriyor. Çocukların devlet güçleri (polis) ile çatışmaya yönlendirilmeleri, kamu ve devlet mallarına zarar vermeleri ve kimi zaman ölümlere neden olmaları nedeniyle yaşlarından büyük hapis cezalarına çarptırılmaları, yurt içinde ve dışında büyük yankı uyandırıyor ve eleştiriliyor. Devletin çocuklara verdiği cezaları kabul etmek mümkün değil. Zira verilen cezalar şiddeti engellemekten ziyade bu çocukları, arkadaşlarını ve ailelerini, içine düştükleri şiddet sarmalına hapsetmekten başka bir işe yaramıyor. Burada nefret etmek, sokaklara çıkmak, taş atmak, polis copu yemek, tutuklanmak, hapse girmek, dağa çıkmak, ölmek ve öldürmek şeklinde süregiden bir kısır döngü yaşanıyor.
Son otuz yıldır korku, şiddet, terör, acı ve ölümün kol gezdiği bir coğrafyada doğan, büyüyen ve yaşayan çocuklar elbette sıradan çocuklar değiller. Küçük yaşlarda duymaya başladıkları ölüm, işkence, terör, kayıp, hapis, ölüm kuyuları ve devletin köy yakma hikâyeleri; şahit oldukları siyasal olaylar ve çatışmalar onları zaman içinde birçok meselenin farkında olan siyasal özneler kılıyor. Bu çocukların bir kısmı, köylerinin yakılması ve boşaltılması sonucu bölgedeki ve batıdaki illere göç eden ve buralarda yoksulluk ile pençeleşen ailelerden geliyor. Ancak onların bütün olayların farkında ve bilincinde olan ve düşünebilen özneler olmaları, küçük yaşlarında daha büyük ve ağır bedeller ödemelerini zorunlu kılmıyor. “Taş atan çocuklar devleti nasıl algılıyor?” sorusunun cevabı, devletin bölgedeki yanlış uygulamalarının ve başvurduğu şiddetin sonuçlarının anlaşılması ile verilebilir. Çünkü bölgede yaşanan savaşın toplumsal dokuya, aile ve bireyler arasında ilişkilere verdiği zararlar ve tahribat, bu çocukların devleti ve devleti temsil eden kurum, kişi ve objeleri algılama ve tanıma biçimlerini derinden etkiliyor.
Gelinen noktada gerek devlet yetkililerinin gerekse taş atan çocukların savunucularının sorgulaması gereken konular var. Mevcut devlet mekanizması ve hukuk yapısı, devletin cezalandırma mantığı ve gerekçeleri, polisin çocukların bedenlerine coplarını futursuzca indireceği, kamuya ve halka ait mal ve mülkleri tahrip etmenin hiçbir insani gerekçesinin olmadığı bilindiği halde, bu çocukları siyasal çatışma alanlarına çekmek nasıl bir mantığın ürünü? Kim bu çocuklar ve nasıl bir geçmişe sahipler? Neden taş atıyorlar? Bu çocuklar neden ve kimin tarafından sokaklara yönlendiriliyorlar? Neden ölümü ve öldürmeyi göze alacak kadar öfkeliler? Bu çocukları hayatları boyunca izlerini taşıyacakları travmalara neden olacak olayların içine sürüklemek ve bunu engellememek hangi siyasal iradenin yansıması? Bu savaşın en kırılgan ve hassas kurbanları olan çocukları rehabilite edecek çözüm yollarını bulmak ve acil bir şekilde uygulamaya koymak gerekirken, onları tekrar yıllardır maruz kaldıkları siyasal şiddetin yeni formlarına yönlendirmek ve maruz bırakmak kimin işine yarıyor? Çocukların mı, ailelerinin mi, BDP’nin mi, devletin mi? BDP ve yerel teşkilatları, çok rahat bir şekilde bu çocukların devlet güçleriyle karşı karşıya gelmesini engelleme gücüne sahipken neden bu gücü kullanmıyor?
Kürt çocuklarının bedenleri üzerinden yürütülen siyaset iki toplum arasında örülmeye çalışılan duvarı daha da kalınlaştıracaktır. Çocuklar yıllardır bölgede yaşanan savaşın bedelini çok ağır bir şekilde ödedi ve hâlâ da ödüyorlar. Kendi çocuklarına en iyi yaşam ve eğitim imkanlarını sunma yarışında olan Kürt siyasal elitinin ve temsilcilerinin, yoksul mahallelere ve varoşlara hapsolmuş Kürt çocuklarına sokakları çözüm adresi olarak göstermeleri hiç ama hiç kabul edilemez. Kürt çocuklarını siyasal şiddet sarmalının içine çekmek ve küçük bedenlerini demir parmaklıklar ardına hapsetmek, Türkiye’de toplumsal barışın önünü tıkamaktan, her iki tarafta nefret ve kini artırmaktan başka bir işe yaramayacaktır.
Paylaş
Tavsiye Et