MICHEL Foucault jeneoloji (genealogy) kavramını kullanırken bir şeyin, bir olgunun ya da bir kurumun lineer bir tarihinin var olduğunu ortaya koymaktan ziyade -ki biz bunu şecere yani soy-kütük olarak da ifade edebiliriz- o şeyin, olgunun ya da kurumun bugünkü varlığını mümkün kılan geçmişteki farklı olaylara, çizgilere ve sebeplere işaret eder. Yani bugün var olan bir şeyin, olgunun ya da kurumun düz bir tarihsel gelişim çizgisine sahip olmadığını, farklı çizgilerin kesişmesi sonucu var olduğunu ifade eder. Foucault’nun ortaya koyduğu bu yöntem, Türkiye’deki Kürt siyasal hareket(ler)inin arka planını daha iyi anlamamıza, dolayısıyla mevcut sorunu oluşturan tarihsel, toplumsal ve siyasal olayların farklı çizgiler halinde gelişerek bugünkü nihai halini nasıl aldığını daha iyi idrak etmemize yardımcı olacaktır. Türkiye’deki Kürt siyasal hareket(ler)inin ulus-devlet inşası sürecinde uygulanan sosyal mühendislik projelerine direnen bir siyasal beden ve muhalif bir ses olarak nasıl ortaya çıktığının ve tarihsel süreç içerisinde farklı sosyo-politik şartlar içerisinde nasıl şekillendiğinin analizini yapmak meselenin barışçıl bir çözümü için önem arz etmektedir.
Milli bir bilinç ve ulusal aidiyet duygusunun öncelendiği ulus-devlet projesi, egemen etnik grubun/halkın kültür ve tarihinin esas alındığı homojen bir toplum yaratma fikrine dayanır. Hayal edilen ulusun yaratılabilmesi ise milli sınırlar içerisindeki diğer dinî ve etnik grupların ve toplumların asimile ve (zorla) “entegre” edilmesini gerekli kılmaktadır. Medeni/çağdaş, rasyonel, laik, yurtsever, sorumlu, üretken, duyarlı ve kanuna boyun eğen vatandaşlardan oluşan bu yeni toplumda, yeni paradigmaya ve sisteme muhalif dinî ve etnik gruplar ve toplumlar ötekileştirilmiş, var olma haklarından mahrum bırakılmış ve şiddete maruz kalmışlardır. “Ötekileştirilmiş” ve “düşman” ilan edilmiş gruplar ve halklar, homojen bir toplum yaratma sürecinde egemenlik ve kont-rolü sağlamak amacıyla sosyal ve siyasal kurumlar aracılığıyla yürütülen asimilasyon politikalarının yetersiz kaldığı zamanlarda ise şiddetin meşrulaştırılmış farklı formlarına (fiziki, psikolojik, sembolik, dilsel vb.) muhatap olmuşlardır.
“Milli” sınırlar içerisinde “yeni bir ulus/millet” yaratma fikri, bir devlet ideolojisine dönüşmüş, yeni siyasal ve sosyal iktidar kurma yöntemleri eğitim, ordu, siyaset, dil, hukuk gibi kurumlar aracılığıyla uygulanmıştır. Toplumda sosyal ve siyasal dönüşümü sağlayacak reformlar modernizm/Batılılaşma, laiklik/sekülerizm ve Türkleştirme fikirleri temel alınarak hayata geçirilmiştir. Bir başka deyişle, Osmanlı toplumundan miras kalan çok dilli, çok dinli, çok kültürlü ve farklı etnik gruplardan oluşan çoğulcu toplumsal yapı, tekilci ve jakoben bir ulus-devlet projesinin içine zorla sıkıştırılmaya çalışılmıştır. Devletin toplumsal hayatın her alanına müdahale etmesi ve sürdürülen köklü siyasal ve sosyal reformlar, hayal edilen Türk ulusunun kurgulanmış kriterlerine uymayan “ötekileştirilmiş” dinî ve etnik grup ve toplumların tepkisine neden olmuş ve zamanla siyasal ve sosyal direnme mekanizmaları geliştirmeleri sonucunu doğurmuştur. Hayal edilen Türk toplumunun yaratılmasının önündeki engeller olarak tanımlanan muhalif dinî ve etnik yapıları bertaraf etmek için siyasal şiddet meşrulaştırılarak bir araç olarak kullanılmıştır.
Kürt siyasal hareket(ler)i ulus-devlet projesine karşı ortaya çıkan toplumsal hareketlerin içinden doğmuştur. Bu noktada, Osmanlı’nın son döneminde İstanbul’da filizlenen Kürt entelektüellerden ve milliyetçi Kürt oluşumlardan bahsetmek gerekir. Milliyetçilik hareketlerinin yükselişte olduğu 19. yüzyılın sonu ve 20. yüzyılın ilk dönemi, Kürt siyasal hareketlerinin ve Kürt milliyetçiliğinin düşünsel ve ideolojik kurgularının ortaya çıktığı bir dönem olmuştur. Kürt feodal ve elit figürlerin başını çektiği Kürt siyasal hareketinin gelişiminde, Kürdistan (1898-1902), Kürt Teavün ve Terakki (1908-1909) ve Jin (1918-1919) gibi gazetelerin önemli bir rolü olmuştur. Yine bu dönemde kurulan Kürt Teavün ve Terakki Cemiyeti (1908), daha çok bir Kürt öğrenci hareketi olan Hevi Hareketi (1912) ve Kürdistan Teali Cemiyeti (1918)’nin çalışmaları önem arz etmektedir. Ancak Kürt milliyetçiliği üzerine yapılan birçok çalışmada ifade edildiği gibi bu dönemde ortaya çıkan Kürt organizasyonları ve milliyetçi hareketleri Osmanlıcılık fikrini desteklemişlerdir. Bu dönemdeki Kürt aydın ve elitlerinin büyük kısmı yazılarında İmparatorluğun korunması gerektiği fikrini savunmuşlardır. Ancak Osmanlı İmparatorluğu’nun yıkılması, 1923’te Cumhuriyet’in İttihatçı kadrolarca kurulması, ulus-devlet projesi bağlamında sosyal, siyasal ve dinî alanlarda yapılan devrim niteliğindeki değişiklikler, hilafetin kaldırılması, dinî birçok kurumun lağvedilmesi ve Türkleştirme siyasetlerine karşı Kürt siyasal hareketlerinin ajandalarında ve ideolojik yapılanmalarında da dönüşümler olmuştur. Bunların yanı sıra, Kurtuluş Savaşı ve Cumhuriyet’in kurulma sürecinde Kürtlere verilen sözlerin tutulmaması ve Kürtlerin otonomi talebinin reddedilmesi karşısında Kürt siyasi liderler kendilerini kandırılmış hissetmiş ve bunların sonucu olarak da yeni siyasi yapılanmalar içine girmişlerdir.
1925’teki Şeyh Said İsyanı’nda önemli rol oynayan Azadi Hareketi (kuruluş 1923) ve Ağrı İsyanları’nda (1926-1932) etkili olan Xoybun Hareketi (kuruluş 1927) Kürt siyasal hareket(ler)inin gelişimine önemli katkılarda bulunmuşlardır. Ancak Kürt siyasal hareketi tarihinde, “İsyanlar Dönemi” olarak da tanımlayabileceğimiz 1925-1938 dönemini, sadece Kürtlerin siyasallaşma serüveninin bir kesiti olarak değil, devlet-Kürt ilişkileri, devlet şiddeti, isyanlar sonrası Kürt toplumunda yaşanan katliamlar, sürgünler ve travmalar bağlamında da incelemek gerekmektedir. Çünkü bu dönemde yaşanan acı ve travmalar daha sonraki dönemlerde (1960 ve sonrasında) yeni birçok Kürt siyasal hareketlerinin ortaya çıkmasına zemin hazırlayacaktır. 1925-1938 döneminde, dinî önderler ve milliyetçi elitler/aydınlar tarafından organize edilen Kürt isyanlarının devlet tarafından çok şiddetli bir biçimde bastırılması daha sonraki dönemde Kürt siyasal hareketlerinin tamamıyla pasif bir zemine kaymalarına neden olmuştur. 1938’den 1960’lı yıllara kadarki dönem, devletin asimilasyon politikalarının yoğunlaştığı bir dönemdir. Dersim İsyanı’ndan hemen sonra kurulan Elazığ Kız Enstitüsü, kendisini Türk bir misyoner olarak tanımlayan Sıdıka Avar’ın yönetiminde, isyan ve katliamlar sonrası toplanan kız çocuklarının ve yetimlerin asimilasyona tabi tutulduğu bir merkeze dönüşmüştür. 1940’lı yıllarda Türkiye-İran sınırının Türkiye tarafında, Van Özalp’te 33 Kürt köylüsünün Orgeneral Mustafa Muğlalı tarafından yargısız olarak 1943’te kurşuna dizilmesi olayı tartışılırken; sınırın öbür tarafında, Kürt hareketinin lideri Qazi Muhammed tarafından Mahabat Kürt Cumhuriyeti kurulup bir yıl sonra da yıkılmıştı (1946-1947).
İsyanlar sonrası dönem (1938-1960), Kuzey Irak’taki Molla Mustafa Barzani hareketinin Türkiye’deki Kürt toplumu üzerinde derin etkide bulunduğu bir dönem olmuştur. Bu dönemde mobilize olan milliyetçi gruplar daha sonra ortaya çıkacak olan Marksist/sosyalist ve milliyetçi Kürt hareket(ler)ine zemin hazırlamıştır. Daha sonraları yaşanan 1960, 1971 ve 1980 darbeleri, sadece Kürt toplumunun değil, Türkiye’deki bütün halkların baskı altında tutulduğu dönemler olmuştur. 1969’da kurulan Devrimci Doğu Kültür Ocakları (DDKO) Kürt siyasal hareket(ler)inin yeniden siyasal alana döndüğü bir süreci işaret eder. 1978’de kurulan ve gençlik kitlelerini mobilize eden PKK, Marksist-Leninist bir Kürt hareketi olarak 1980-1983 döneminde daha da güçlenmiş ve 1984’ten günümüze kadar sürecek olan bir savaşı başlatmıştır. Cumhuriyet’in erken dönemlerinde, dinî ve geleneksel bir karaktere sahip olan Kürt siyasal hareket(ler)i 1960’lı yıllarda dünya çapındaki Marksist/sosyalist dalganın da etkisiyle sol ve milliyetçi bir çizgiye kaymıştır.
Türkiye’deki Kürt siyasal hareket(ler)inin bugün geldiği nokta, geçmişte yaşanan ve farklı çizgilerde gelişen sosyal, siyasal ve iktisadi olayların, siyasi ve dinî aktörlerin ve hareketlerin kapsamlı bir şekilde analizini zorunlu kılmaktadır. Dünyada ulus-devlet ideolojisinin iflas etmesine ve farklı dinî, etnik ve siyasal yapıların zamanla homojen bir toplum yaratma projesine entegre olacağı şeklindeki modernleşme paradigmasının çöküşüne rağmen, Türkiye’deki siyasal mekanizmaların hâlâ ulus-devlet yapısını koruma noktasında direnmesi düşündürücüdür. Ancak Türkiye’de son dönemde yaşanan bazı siyasal gelişmeler ümitlerin filizlenmesine neden olmuş, ulus-devlet pratiği ile Kürt toplumu arasındaki ilişkilerin, devletin farklı şekillerde ve dönemlerde uyguladığı siyasal şiddet formlarının bireysel ve toplumsal bazdaki etkilerini (travma, korku, acı, nefret, ümitsizlik vb.) araştırmayı ve konuşmayı daha mümkün hale getirmiştir.
Paylaş
Tavsiye Et