HER ne kadar akademisyen bir kimlikle yaşamımı sürdürsem de bu yazımı girişimci tarafımla yaptığım deneyimlerimi ve Uluslararası Rekabet Araştırmaları Kurumu’ndaki çalışmalarımda edindiğim bilgileri de ekleyerek ülkemizdeki girişimcilik sisteminin bir analizi olarak hazırladım. Bu analizi yaparken genelde başlangıç aşamasındaki girişimciler açısından konuya baktım. Çünkü ülkemizde ne kadar çok yeni girişimciyi sisteme dâhil edebilirsek o kadar daha güçlü bir girişimciler ordusuna sahip olabilir ve geleceğe girişimcilik anlamında daha olumlu bakabiliriz. Dolayısıyla bu yazı vesilesiyle hem kendi işini kurmak isteyenler nasıl bir sistemin içerisinde var olma savaşı vereceklerini anlayabilirler hem de üst düzey karar vericiler Türkiye’de girişimcilik sisteminin nasıl geliştirilebileceği konusunda bir kez daha düşünme fırsatı bulabilirler.
Türkiye’de girişimcilerin muhatap olmak zorunda kaldığı kurumlar, iş koluna ve işletmenin büyüklüğüne göre değişmekle birlikte sanırım en önemli ortak paydaları Maliye’dir. Girişimci olarak iş yapmaya karar verdiğinizde kurmanız gereken şirketin değişik operasyonlarının, değişik isim ve oranlarda vergi vermesi gerekiyor ve dolayısıyla Maliye ile sıkı bir ilişki içerisinde olunması kaçınılmaz bir durum. Maliye Bakanlığı’na ek olarak eğer teşvik kullanımı söz konusu ise Hazine Müsteşarlığı, KOSGEB, Sanayi Bakanlığı ve TÜBİTAK’ı da en başlarda düşünmek gerek. Girişimcilerin finansman ile ilgili olarak bankaların yanı sıra İMKB ve girişim sermayesi şirketlerini de kullanma ihtimalleri yüksek. Tabii bir sorun oluştuğunda başvurulacak makam olan mahkemeleri de unutmamalı.
Analizimize bir girişimcinin fikrini harekete geçireceği ilk adım olan şirket kurmak ile başlayalım: Ülkemizde işe yeni başlayan girişimcinin kendi şirketini kendi başına kurabilmesi pek mümkün değil. Çünkü Türkiye’de işin bürokrasisi oldukça karmaşık. Bu yüzden bir uzmana gitmesi ve danışmanlık için bir miktar para ödemesi gerekir. Girişimcinin fikrini harekete geçirebilmesi için finansmana ulaşması da diğer önemli bir nokta. Türkiye’de yeni bir şirket kuran girişimci için banka kredisi kullanmak pek mümkün değil. Çünkü Türkiye bankacılık sisteminde projeye kredi verilmez. Bankalar ülkemizde kredi verebilmek için ciddi bir ipotek isterler. İpotek verebilecek bir mal varlığı olan girişimcinin bankaya gitmesinin bir anlamı olmadığından, bankadan kredi alıp iş kurmak fiilî olarak kullanılmayan bir seçenektir.
Girişimcilerin bir finansmana ulaşabilmelerinin diğer önemli bir aracı olan İMKB ise, Türkiye’de belli bir büyüklüğe gelmeyen şirketler için maalesef bir finansman imkânı oluşturmuyor. Çünkü İMKB’nin oldukça sıkı kuralları küçük ve orta büyüklükteki firmalar için borsayı ulaşılmaz kılıyor. Borsadaki hisselerin fiyatlarının şirketin performansı ile uyumlu hareket etmediği durumların sıklığı, İMKB’nin küçük yatırımcılara olduğu gibi girişimcilere de güven sorunu oluşturuyor. İyi bir fikri olan girişimcilerin finansmana ulaşabilmesi için girişim sermayesi şirketleri bir umut olabiliyor ama henüz bu tür şirketlerin sayısı ve sermaye kapasiteleri oldukça az. Dolayısıyla Türkiye’de bir elin parmaklarını geçmeyen girişim sermayesi şirketlerine proje yağmasına rağmen bunlardan çok azı yatırım alabiliyor. Fikriniz ne kadar iyi olursa olsun, eğer kendinizin ya da yakın akraba ve tanıdıklarınızın sizi finanse edebilecek bir imkânı yoksa başlangıç aşamasında işiniz cidden çok zor.
TÜBİTAK son zamanlarda ciddi bir aşama kat ederek özellikle inovasyona dayalı projelere belli destekler sağlamaya başladı ki bu tür destekler ümit verici. Ama TÜBİTAK’a başvuru bürokrasisi her girişimcinin kaldırabileceği seviyede değil. O sebeple girişimcilerin TÜBİTAK desteklerinden faydalanmak için ciddi bir bürokratik sürece hazır olması gerekiyor. Sanayi Bakanlığı da her sene yüz kadar üniversite öğrencisinin projesine 100 bin lira destek veriyor. Bu çok faydalı ve gittikçe popülerleşen bir destek olmasına rağmen binlerce başvuru geliyor ve bunlardan sadece yüz tanesi desteği alabiliyor. Umarım Sanayi Bakanlığı bu faydalı desteği en kısa sürede daha geniş kitleleri kapsayacak şekilde geliştirebilir. Ayrıca Sanayi Bakanlığı’na bağlı bir kurum olan KOSGEB de belli bir gelişmişlik gösteren firmalara değişik seviyelerde destek veriyor. KOSGEB’in destekleri, faizsiz işletme sermayesi gibi işletmelerin günlük hayatını kolaylaştırıcı, kalifiye istihdam desteği gibi firmaların piyasadaki rekabet gücünü artırıcı ve ortlab gibi firmaların birlikte iş yapmalarını teşvik edici destekleri kapsıyor.
Ticari sistemimizi etkileyen en sorunlu alanlardan biri de adalet sistemimiz. Geçmiş yıllarda kendi gözlerimle bir mahkemedeki dava listesinde bir hâkimin o gün bakacağı dava sayısının 140 civarında olduğunu görmüştüm ve bunların yaklaşık 120 tanesi çek davasıydı. Şu anda piyasada senet ciddiye alınmayan bir kâğıt, çek ise sizi mahkeme mahkeme dolaştıracak bir işkence aracı halini almış durumda. Ticari davaların sonuçlanma süreleri girişimciler için zaman zaman ciddi engel teşkil ediyor. O sebeple iş dünyasında haksızlığa uğrayan girişimci işini mahkemesiz halletmenin çarelerini arıyor ki bu da ek bir gider kalemi olarak girişime yansıyor.
Vergi sistemimiz her gün biraz daha karmaşıklaşıyor. Bir şirketiniz varsa bunun vergiye ilişkin hesaplamalarını sizin yapmanız imkânsız. Bunun için mutlaka bir danışman kullanmanız gerekiyor ki bu da maliyetinizi artırıcı bir etken. Bu arada naylon fatura ile ilgili uygulamada kantarın topuzu kaçırıldığından girişimciler acaba şirketine bir naylon fatura girmiş midir diye her gün kâbus görüyorlar.
Yukarıdakilere ek olarak Türk halkının girişimcilere bakışı ile ilgili de ciddi sorunlar bulunduğunu söyleyebiliriz. Belki medyamızın şimdiye kadar yaptığı abartılı haberlerden, belki de Türk sinemasındaki patronun genelde “kötü adam” olmasından, kamuoyunda girişimcinin “negatif” bir algısı var. Özellikle her yıl üniversite son sınıf öğrencilerim arasında yaptığım ankette öğrenciler arasında “Kendi işimi kuracağım” diyenler maalesef %1’lerde kalıyor. Ama buna rağmen özellikle İstanbul’da ve son yıllarda Kayseri, Gaziantep, Konya ve Denizli gibi şehirlerde girişimcilik kültürünün arttığını gözlüyoruz ki bu ülkemiz adına çok umut verici bir durum.
Son olarak da girişimcinin kayıt dışı bir ekonomik sistemin içinde yaşayacağını bilmesi gerekiyor. Türkiye’deki ekonomik sistemin en ciddi açmazlarından biri olan kayıt dışı ekonomik yapı rakipler arasında oyun teorisindeki “mahkûmun açmazı” durumunu oluşturuyor. Basit anlamda sizin rakibiniz olan bir firma kayıt dışı iş yaptığında daha az vergi veriyor ve size göre maliyet avantajı sağlıyor. Dolayısıyla diğer rakip firmaları da kayıt dışı davranmak zorunda bırakıyor. Ama kayıt dışı olan bir firma da gerçek büyüklüğünü resmî olarak kanıtlayamadığı için gerek bankalarla gerekse diğer resmî kurumlarla olan münasebetlerinde sorunlar yaşamıyor.
Bahsettiğimiz örneklerde de görüldüğü gibi Türkiye’de girişimciliğin üzerinde yaşadığı bir sistem var gibi görünse de aslında sistemin işlevlerini yerine getirmekle ilgili ciddi problemleri var. Türkiye’nin ihtiyacı olan şey ülkenin girişimcilik yönetim sisteminin gözden geçirilmesi, alt sistemlerde gerekli değişikliklerin yapılması, gereksiz yapıların kaldırılması ve belki yeni alt sistemlerin de kurulması. Bu sebeple ülkemizin tepesindeki karar vericilerin sistemi yeniden gözden geçirmeleri zorunlu. Eminim ki değişecek, kaldırılacak ve yerine yenisi konulacak pek çok kurum ve kuralın var olduğunu farkedecekler.
Paylaş
Tavsiye Et