Arvo Pärt
Yapım: ECM, 2007
Arvo Pärt’a Göre Doğu ve Batı
Jordi Savall’in İstanbul adlı albümünü ele almıştım geçen ay. Şu ünlü Doğu-Batı ikilisi, zamanımızın müzik alanında bir araya geldiklerinde böylesi bir birlikteliğin nasıl bir sanat ürününe dönüşebileceğine dair verilebilecek örneklerin en haslarından birinden söz edeceğimi eklemiştim. Arvo Pärt’ın Orient & Occident adlı albümü, çağdaş sanat müziğinin üç-beş monolitinden biri.
Orient & Occident isimli eser, tipik bir ECM albümü. Her ne kadar 2000 tarihinde bestelenmişse de bestecinin uzun bir süreden beri albümlerini yayımlayan ve dünya çapında tanınmasını sağlayan şirket, albümü iki yıl sonra yayımlamış. Albümde yaylılar orkestrası için bestelenmiş Orient & Occident adlı eserin yanı sıra, insan sesi ve yaylılar dörtlüsü için bestelenmiş Wahllfahrtslied (1984/2001) ile insan sesi, koro ve orkestra için bestelenmiş Como Cierva Sedienta (1998) isimli parçalar da bulunuyor. Tönü Kaljuste yönetiminde İsveç Radyosu Senfoni Orkestrası ve İsveç Radyosu Korosu ile kaydedilen albümün solisti soprano Helena Olsson.
Tintinnabuli
İspanyol mistiklerinin yorumladığı şekliyle İncil ayetlerinin belli bağlamlarda derlenmesinden müteşekkil Como Cierva Sedienta ve Pärt’ın ölen bir arkadaşı için bestelediği Wahllfahrtslied’e göre daha kısa bir eser olmasına karşın Orient & Occident, bestecinin en özgün eserlerinden biri. Çünkü bu beste, Batı’nın ve Doğu’nun müzik anlayışlarının çağdaş sanat anlayışı çerçevesinde bir araya getirilip yekvücutlaştırıldığı en iyi işlerden biri.
Kendi kültür geçmişinden hareketle geliştirdiği müzikal anlayışın meyvesi, bulduğu yeni bir müzik dili: Tintinnabuli. Kendisinin Tintinnabuli ismini verdiği bu müzik anlayışı, aslında değişik bir minimalizm. Çan seslerinden mülhem bu yeni tekniğe besteci, çan kelimesinden türeyen Tintinnabuli ismini veriyor.
Tintinnabuli terimi müziğinde önemli bir yere sahip: “Tintinnabuli, hayatımda, müziğimde, çalışmalarımda cevaplar aradığım zaman sığındığım bir uğrak. Karanlık zamanlarımda sığındığım bu uğraktan gayrı hiçbir şeyin manâsı yok gibidir. Böyle hissetmemi sağlayan belirgin bir his teşekkül eder ruhumda. Karmaşıklık ve çok boyutluluk zihnimi bulandırır sadece. Böyle bir durumdayken tevhidi aramalıyım. Bu tevhid, bir olan şey nedir ve ona giden yolu nasıl bulabilirim? Bu kusursuz şeyin izleri, pek çok farklı şekilde ortaya çıkar ve önemsiz her şey yok olur gider. Tintinnabuli buna benzer… Bir üçlemede yer alan üç ayrı nota tıpkı çan gibi tınlar. İşte bu yüzden buna tintinnabuli adını veriyorum.”
Pärt’ın müziğindeki Tintinnabuli anlayışının amacı, çan sesinin yalınlığına ulaşmak.
İlâhiler ve Çağdaş Sanat
Biçim açısından bu özelliklere sahip Pärt müziğinin diğer önemli kaynakları arasında, tam da bu biçime uygun düşecek şekilde başta Gregoryen ilâhileri olmak üzere Hıristiyanlığın kutsal metinleri ve ezgileri yer almakta. Zaten Orient & Occident bütün bu malzemenin içinden süzülebileceği bir göndergeler abidesi hüviyetinde.
Son yıllarda daha çok Ortodoks Kilisesi için beste yapmış olsa da hiç bir zaman sanatçı duyarlılığından taviz vermemiş, sürekli yeni müzikal ifade olanakları bulmaya çalışmış bir müzisyen Pärt. Müzikte her zaman en sadeye, en temele ulaşma amacı taşıyan Pärt, ihtişama, karmaşıklığa, hıza, karşısındakini şaşırtmaya ve etkilemeye dayalı Batı müzik geleneğinin tersine, tevazua, basitliğe, yavaşlığa ve şaşırtmaktan çok hissettirmeye ve karşıdakini etkilemekten çok kendine odaklanmaya önem veren bir tarzın peşinde. Orient&Occident bu tarzın yetkin bir destanı hüviyetinde.
Beyaz Bir Işık
Bu eserinden de açıkça anlaşılacağı üzere Arvo Pärt, örneğin Jordi Savall gibi, bir Batılı olarak (ve öyle kalarak) Doğu’nun müziğine kucak açmaya çalışan biri değil. Tersine, Batı ile Doğuyu ruhunda birleştirmiş bir besteci. Hem Batılı, hem de Doğulu dinleyicinin, içinde kendisinden bir şeyler bulabileceği bir müzik yaratmayı amaçlayan ve bunu ciddi oranda başarmış zamanımızın bir sanatçısı. Ve ne yaptığının farkında: “Bütün renkleri içinde barındıran beyaz ışıkla karşılaştırabilirim müziğimi. Sadece bir prizma renkleri birbirinden ayırabilir ve görülmelerini sağlayabilir; bu prizma dinleyicinin ruhudur.”
Yapayalnız değil makamında Arvo Pärt. Yanında yakınında birileri var tabii ki. Misâl mi? Ermeni besteci Giya Kancheli.
Derinlik sarhoşluğunu göze almak gerek.
Tavsiye Et
Arvo Pärt’ın hayatı roman sahiden. Yüzyılın ruhunu veren bir roman bu.
Avrupa’nın en karanlık evrelerinin birinde, 1935’te dünyaya geliyor; Estonya’da.
Meşhur hikâye: Müzik terbiyesine başlama yaşı 7. Hikâye devam ediyor: Kısa bir süre sonra kendi bestelerini yazmaya başlar. İlk hocası, bir başka ünlü Estonyalı besteci Heino Eller. Hocası için sözü: “Sanki kollarını silkeliyor da notalar dökülüyor.
İlk başlarda tipik bir yeni-klasikçi. Yani ustaların yolundan giden mütevazı bir gelenekçi. Bu yol onu nereye çıkarabilirdi ki! Takip ettiği Shostakovich, Prokofiev ve Bartok’un yanına mı? Eee, bu mudur yapılması gereken!
Bu durumu fark ettiğinde ilk yaptığı iş: Geleneğe başkaldırı! Yani çağdaş, yenilikçi ve deneysel tarzlarda kendini ispat... Bu evrede en fazla etkilendiği isim tabii ki XX. yy. müziğinin en büyük ufuk açıcısı Scoenberg.
Yenilikçilik ve deneysellik zaten her zaman ve mekânda tepkiyle karşılanan bir tercih ya. Sovyet Rusya gibi bir ülkede hiç mi hiç şansı yoktur. Nitekim Pärt’ın müzikal gelişimi bu evrede ciddi bir itirazla karşılaşıyor. O dünyaya yeni bir ses getirme telâşındayken, kendisine söz hakkı tanınanlarca çanına ot tıkılır. Sonuç travmatik: Dünyaya tam bir küskünlük, derin ve uzun bir sessizlik. Ve hiçbir yerde tutunamama hâli. Sürekli bir göçmenlik... İlkin Viyana, ardından Berlin ve nihayet yine Estonya.
Pärt’ın bu sessizlik dönemindeki ruh hâlini, besteciye dair bir kitap yazmış bir müzisyen şöyle anlatır: “Tam bir umutsuzluk içerisine girmişti. Bestelemek en lüzumsuz işti. Zaten bir tek bir nota yazmak için bile gerekli itimadı bulamıyordu kendisinde.”
Bestecinin daha sonraki yıllarında da belirli aralıklarla tekrar edecek bu sessizlik dönemi, beste yapmasını engellese de müzik üzerine düşünmesine engel olmuyor. Bu ilk sessizlik döneminde en fazla ilgilendiği, erken dönem Avrupa çok sesli müziği. Amacı, yetiştiği kültürün köklerine ulaşmak ve buradan her şeye yeniden başlamak. Bu sessizlik veya düşünme dönemi, farklı bir müzikal anlayışa ulaşmasıyla sona eriyor. Ve ardından uzun bir yaratma süreci...
Batı klasik müziğinin temelini armoni teşkil eder. Zenginliğin ve ahengin ta kendisi gibi takdim edilen armoninin yerine, daha az ses ama çok daha zengin bir müzikal yapıyı koymayı amaçlamak… Kısaca minimalizm bu.
Her ne kadar minimalizm denince akla Steve Reich, Michael Nyman ve Philip Glass gibi isimler geliyorsa da Pärt’ın minimalizmi, bu tarza bambaşka bir anlam yüklüyor. Basit tekrarlardan ve yüzeysel etkileyicilikten kurtarıyor minimalist müziği; çok daha derin bir kıvama taşıyor.
Pärt’ın bu anlayışla bestelediği eserler arasında en önemlileri Für Alina (1976), Tabula Rasa (1977), Spiegel im Spiegel (1978) ve Fratres (1980) sayılabilir.
Tavsiye Et