BU ülke insanlarının sohbet konuları az çok bellidir. Birincisi siyasettir. Her dakika itinayla vatan kurtarılır. Diğer bir önemli konu ise futboldur. Hararetli ve bir o kadar da tatlı bir tartışmadır yaşanan. Herkes kendi çapında iyi bir yorumcudur. Birinci konu ciddiye binerse ikincisi imdada yetişir. Gerçekte iki konu da zararsızdır. Zararsızdır; çünkü her ikisinde de sonucu etkileme imkanımız sınırlıdır. Daha doğrusu teoride bu imkan büyüktür; ancak pratikte yok gibi bir şeydir. Konuları çekici kılan da bu ilginç çelişki olsa gerek. Bunlara benzer bir durum piyasalarımızda yaşanıyor. Çokça konuşulan beklentiler bir türlü gerçekleşmiyor. Onca tedirginliğe rağmen döviz yükselmiyor. Seçim öncesi kriz görünmüyor. Cari açığa rağmen sıcak para gelmeye devam ediyor. Sanki piyasalar bir başka türlü çalışıyor. Seyirciden öteye geçemiyor rolümüz.
Bu durumun tek kelimeyle özeti küreselleşmedir. İki kelimeyle ise, yabancı sermaye. Şu var ki; piyasalarımızı geçmiştekinden farklılaştıran en önemli unsur, yabancı sermayenin artan rolüdür. Yabancı yatırımcıların finansal piyasalarımızdaki ağırlığı son zamanlarda giderek arttı. Artık piyasalar üzerinde belirleyici onlardır. Bu yüzden mali piyasalarımızın yurtdışındaki gelişmelere duyarlılıkları da çok yüksek.
2006’nın Mayıs ve Haziran aylarındaki dalgalanma, yatırımcı tercihlerini önemli ölçüde değiştirdi. Yerli yatırımcılarımız tercihlerini çoğunlukla dövizden yana kullanıyor. Yabancı para cinsinden yatırımlar artmaya başlarken; yerli para cinsinden araçlara yönelen yatırımlar ise azaldı. Örneğin, tasarruf sahiplerinin 60 milyar dolara kadar düşen döviz tevdiat hesapları hızla yükseldi. Şimdilerde bu rakam 78 milyar dolar civarında. Benzer şekilde, daha kurumsal yurtiçi yatırımcılar da hazine bonolarından uzaklaşmaya başladı. Bu gelişmelerin tersine, yabancıların tercihleri çoğunlukla YTL cinsinden yatırım araçları oldu. Özellikle Devlet İç Borçlanma Senetleri (DİBS)’ne olan talep arttı. DİBS piyasasındaki yabancı yatırımcı payı son aylarda %13’leri aştı. Daha kısa vadeli para piyasalarında yabancı yatırımcıların ağırlığı ise devam ediyor. Para piyasasındaki fazla likiditenin büyük bir kısmı yabancı yatırımcılara ait. Yurtdışı yerleşikler sermaye piyasalarında da oldukça etkin. Bilindiği gibi İstanbul Menkul Kıymetler Borsası (İMKB)’nda işlem gören hisse senetlerinin piyasa değerinin %65’i yabancıların elinde.
Yabancılaşan piyasalarımızın duyarlılıkları da yabancılaşıyor. Bu ise gerçekte Türkiye’nin kırılganlığını artırıyor. Yurtiçi risklerin dışında hem küresel likidite gelişmeleri hem de diğer piyasalardaki gelişmeler önem kazanıyor. Amerikan Merkez Bankası (FED)’nın ya da Japon Merkez Bankası’nın kararları bizi de etkiliyor. Güney Afrika gibi başka bir ülkedeki gelişmeler dahi bizim piyasalarımızı etkileyebiliyor. Bunun tersi durumlar da söz konusu kuşkusuz. Örneğin küresel risk iştahının yüksek olduğu dönemlerde kimi riskler göz ardı edilebiliyor. Son aylardaki yabancı yatırımcıların tercihleri bunu doğrular gibi.
Yabancı yatırımcılar açısından iki temel risk var: Birincisi, ülke riski. Başka bir deyişle, yatırımcıların paralarını geri alamama riski. Türkiye’nin ülke riskini belirleyen en önemli göstergeler cari açık, kısa vadeli dış borçlar, dış ticaret dengesi, döviz rezervi düzeyi ve büyüme oranı. Bu riskler arasında en büyüğü cari açık. Hep de olacak olan bir risk. Makro iktisadi risklerin yanı sıra siyasi riskler de var, ülke riskine dahil. Seçimler siyasi riskin bir parçası. Yabancılar için şimdilik bu bir fırsat. Tecrübeleri seçim öncesi kriz çıkmayacağını söylüyor. Seçim sonrasında da çok şeyin değişmeyeceğini.
Yabancıların ikinci riskleri ise kur riski. Bu ise getirilerin beklentiler ölçüsünde elde edilip edilmeyeceğiyle ilgili. Kur riski temelde uygulanan para ve kur politikalarına bağlı. Serbest kur rejimi bu açıdan çok önemli. Piyasalarda uygun likidite koşullarının oluşması da öyle. Yabancılar bu riskler karşısında cazip getiriler bekliyorlar. Şimdilik ülke ve kur riskinin çok yüksek olmadığı bir ortamda, halihazırda ödenen %10-15 arasındaki reel faiz, yabancı yatırımcılar için oldukça çekici görünüyor.
Hikayemizi daha da somutlaştıralım. Son 3-4 yıldır Türkiye dahil dünya ekonomilerine damgasını vuran, küresel likidite bolluğudur. Küresel likidite bolluğuna rağmen yatırım evreni o kadar da geniş değildir. Yatırım yapılabilecek alternatifler görece kıttır. Son yıllarda küresel ölçekte konut fiyatlarından hisse senetleri ve tahvillere kadar fiyatların şişmesi bu açıdan anlamlıdır. Bu durum hem yurtiçi piyasaların dışarısıyla bağımlılık ilişkisini artırmış, hem de yurt içindeki aktörleri yabancılaştırmıştır. Küresel likiditeden aslında nemalanmayan ülke yok gibidir. Afrika’dan Asya’ya Latin Amerika’dan Doğu Avrupa’ya kadar herkes az ya da çok faydalanmıştır. Ülkemizde makro istikrarda katedilen olumlu mesafeyle birlikte bu gelişmeleri de not etmek gereklidir. Aksi takdirde piyasalarımızdaki dalgalanmaları açıklamakta ve anlamakta zorlanırız.
Unutmayalım, piyasa aktörlerinin yabancılaşması piyasalarımızı yabancılaştırır. Yabancı piyasaların kuralları da yabanidir. Kuralları koyan oyunu kazanır. Kendi pazarınız yoksa başkalarının pazarında kendi oyununuzu oynayamazsınız. Çoğu zaman başkaları için sepetteki yumurta olursunuz. Üstelik iyi sepet komşularınızı da siz seçemezsiniz. Güney Afrika ve Macaristan beni ilgilendirmiyor diyemezsiniz. Küresel sermaye hızla giden bir araba gibidir. Sepetteki yumurtaları kıran is
Paylaş
Tavsiye Et