MUHAFAZAKÂR televizyon kanallarının hemen hepsinde gezi türünde programlar var. Öyle ki bazılarında birden fazla bu tür yapım söz konusu ve tekrar gösterimleri de farklı saatlerde sıklıkla izlenebiliyor. Bir tür olarak gezi programları evet güzel; ama muhafazakâr kanallarda samimiyet ve hoşsohbetlik ile ‘destur/suzluk’ arasında kaçırılan bir kantarın topu sorunu var gibi: Sunucu gezginler düğün-dernek dinlemiyorlar. Program sunucuları erkek de olsalar, nişanlı kızların nişanlık-düğünlük giysilerini onlar üzerlerindeyken bile dokunarak tanıtıyorlar. Hiç olmayacak yerlerde duvaklar açılıyor ya da açılmaya zorlanıyor. Yine yüzü duvaklı bir gelinlik kıza, yüzünü açmayınca, burnuna kadar sokularak şöyle deniliyor: “Aç kız-aç kız” (Allah’tan ki burada ikinci kelime de kullanılıyor). Sunucuların girmedikleri bir zifaf odaları kalıyor. Acaba destur var mıdır, hiç düşünülmüyor. Muhafazakâr kanalların gezginleri, televizyona çıkmayı düşünmeyen kimselerin ise değil mahremiyetlerine (muhafazakârlıklarına?!) saygı göstermek, böylesi edep anlayışlarının varlığından büsbütün habersiz görünüyorlar. Söz konusu olan mâkuliyeti muhal bir nobranlıktan başka nedir ki? Muhafazakâr kanallar ve sunucular destur tanımamaktaki fütursuzluklarıyla acaba hangi sadra şifa olduklarını, ne biçim bir ruh ve karakter ile nasıl bir misyonu inşa ettiklerini düşünüyorlar?
Oryantalizm ve Muhafazakârlık
“Kendi memleketlerini, muhafazakâr kanallar yine kendileri oryantalize ediyorlar” denilebilir; ama esasta bu bile yapılmıyor. Cemil Meriç’in çerçevelemesiyle kapitalizmin ve “sömürgeciliğin keşif kolu” da olsa oryantalizm sonuçta, Edward Said’in gösterdiğince, ötekinin, bilinmesi, aşikar kılınması için bir çabayı, uzun süren araştırmaları, dikkati vs. gerektiriyordu. Televizyonculardan bir bilim adamından beklenen tarzda bir yoğunlaşmayı beklemek tabii ki anlamlı değil; ama yine de “Lütfen biraz daha tecessüs ve itina”denilmemeli mi? Peki muhafazakâr kanalların gezi programlarının gezginlerinin farklı bir töre, etnisite, mezhep vs. ile karşılaştıklarında büyük hayretler içinde kalmalarını nasıl değerlendirmeli? Bu hayretler hakikaten “büyük hayretleri” hak ediyor. Muhafazakâr kanallar kendi milletlerinin bileşenlerine, iç farklılıklarına, birlik içindeki dilsel, mezhepsel, etnik çeşitliliklerine gerçekten de oryantalistlere rahmet okutacak denli biganeler ise eğer, diyecek bir söz kalmadı demektir.
Anlaşılabilinir bir “genel kültür” eksikliği bir tarafa ama bir yöreye gidilirken, gidilecek yerin özellikleri, hiç değilse toplulukların adları ile ilgili hiç mi ön hazırlık yapılmaz? Üstüne üstlük bütün bir gelenek de alt üst ediliyor. Mesela Çerkezlerde gelin ile kayınvalide-kayınpeder arasında bazı ritüeller mi var (gelinin ‘konuşması’ ve ‘konuşmaması’), gençlerin ve yaşlıların birbirlerine nispetle nerelerde nasıl oturup kalkacakları yüzyıllar öncesinden bazı kaidelere mi tâbi ya da bir ‘töre’nin icapları içinde mi yer alıyor? Bunlar orada anlatıldığı/öğrenildiği durumlarda dahi önem taşımıyor. Sunucu ısrarla birini bir yerden kaldırıp başka bir yere oturtmaya, gelinle güveyi yan yana getirmeye, gelini kayınvalidesinin ve kayınpederinin önünde konuşturmaya çalışıyor. Hazirundan biri “Bunlar bizde/Çerkezlerde ayıp” deyince de özür dilemek yerine, yüksek perdeden “Allah Allah niye?” biçiminde karşılık veriliyor. Samimiyet numunesi olması bir yana, saygısızlıktan öte densizlik değilse nedir bu? O insanların asırlardır taşıyageldikleri kültürlerini, kimliklerini yani varlıklarını birazda bu yolla muhafaza edebildikleri törelerini güya sakil bularak ‘normalleştirme’ye çalışmak misyonu muhafazakâr kanallara mı kaldı?
Silah, Kamera ve “Töre Cinayetleri”
Değerli sosyologlar Nilüfer Göle ile Ali Bulaç arasında bir ara “modern mahrem” dolayımında bir kalem kavgası yaşanmıştı. Modern mahrem olur mu, yoksa doğrusu modern ve mahrem mi? Muhafazakâr kanalların gezginleri, modern ve mahrem arasındaki farkı görmezden gelen, mahrem de değil modern de, öylesi bir televizyonculuk üslubunu ve yaralayıcı bir dili, üzücü bir pervasızlıkla sürdürmekte hayli sebatkârlar. Burada gerçekten de Marshall McLuhan’ın “Araç iletidir” yaklaşımı işliyor gibi. Bir elektronik iletişim aracı olarak televizyonlar özsel nitelikleriyle toplumsallığı, ilettikleri içerik ya da iletiden bağımsız biçimde zaten etkiliyor, dönüştürüyor. Dönüştürmekten de öte, Nurettin Topçu’nun ‘basın’ için sarf ettiği ifadesiyle “bütün terbiye dizginlerimizi eline geçir(iyor)”. Buna bir de muhafazakâr ekstralar eklenince tablo iyice iç karartıcı bir görünüme bürünüyor.
Bir değil, iki değil… Muhafazakâr kanalların gezi programları samimiyet ile destur/suzluk arasındaki farkı unutmuş görünen bir tarzı tutturmuş gidiyor. Oliver Stone’un, Katil Doğanlar (Natural Born Killers, 1994) filminin bir sahnesinde oyundaki kameraman sunucu, “en anti-kahraman kahraman”a “Bana da bir silah ver” deyince şöyle bir cevap alıyor: “Senin elinde kamera var ya”. “Hal böyle iken, memnun olmayanlar seyretmeyiversinler” denilebilir. Lakin sorun seyretmemekle bitmiyor. Muhafazakâr kanallar, ‘resmen’ çözül(e)meyen ve jakoben ‘normalizasyon’ süreçlerine bilinçli ya da bilinçsiz direnen bir geleneği adım adım çözüyor. Hâlâ oryantalize edilemeyen ve oto-kolonizasyon süzgeçlerinden geçirilemeyen “düşünme yaşama kalıpları”, İsmail Kara’nın bir başka bağlam için ifadesiyle “Müslüman aydınların ve siyasetçilerin kaybettiği ama halkta hâlâ güçlü bir şekilde yaşayan” direngen töreler var bu topraklarda ve muhafazakâr kanallar, züccaciyeciye giren fil misali onları dümdüz edip çiğniyor. Bezirganlığın da, pazarlamacılığın da bir erkanı, bir usul-adabı yok mu? Aleladelikler yoksa toptan mı mubah oldu?
D. Mehmet Doğan’ın Büyük Türkçe Sözlükünde töre kelimesine şu karşılıklar verilmiş: 1. Bir toplulukta yerleşmiş halde bulunan davranış şekillerinin bütünü, âdet ve ahlak. 2. Bir topluluğun çeşitli olayları karşılayan kaideleri, kanun, nizam. Töre, Türklük için kolektif bilinç katında yüzyıllardır taşıyageldiği bütün bir tarihsel-ıstılahi önemi hiç göz önünde tutmaksızın salt lügati yönü itibarıyla bakıldığında bile önemini yine kendisi ortaya koyan bir ağırlığa sahip. Muhafazakâr kanalların lojistik desteğini de arkasına alarak birkaç koldan türlü çeşit programlar vasıtasıyla topyekun savaş mantığıyla sürdürülen âdet, ahlak, nizam, özcesi töre düşmanlığını yani “töre cinayetleri”ni düşünerek, Mümtaz Turhan’ın sorusunu, “kültür değişmeleri” açısından yeniden sormalı: Acaba “Garplılaşmanın neresindeyiz?”
Paylaş
Tavsiye Et