AMERİKA’NIN 11 Eylül’den bu yana izlediği dış politikayı tamamıyla petrol çıkarları bağlamında açıklamak elbette mümkün değil. Ancak Amerika’nın son iki-üç yılda yaptığı askeri yığınağın bir haritası çıkarılıp bunun üzerine petrol ve doğal gaz kaynaklarının ve bunları dünya pazarına ulaştıracak boru hatlarının haritası konulduğunda ortaya çok şaşırtıcı bir manzara çıkıyor. Bush döneminde askeri yığınak yapılan Filipinler’den Afganistan’a, Liberya’dan Irak’a kadar hemen her bölge küresel enerji çıkarları açısından hayati öneme sahip. Dünya petrol kaynaklarının büyük çoğunluğu Orta Doğu’da bulunuyor. Orta Doğu petrollerinin hem çıkarılması, hem de dünya pazarlarına ulaştırılması oldukça masrafsız; zira Suudi Arabistan, Irak ve diğer Körfez ülkeleri deniz kıyısındalar. Gerçekte kendi iç tüketim oranları açısından Amerika’nın Orta Doğu petrollerine olan ihtiyacı sanıldığından daha az. Esasen Avrupa, Japonya ve Çin Orta Doğu petrollerine çok daha fazla bağımlı durumdalar. Çin’in büyüyen ekonomisine paralel şekilde, giderek artan petrol talebi de hesaba katıldığında Orta Doğu dünya petrol arzının kontrol edildiği bir bölge haline geldi.
Ancak son yıllarda üyelerinin çoğunluğu Arap ülkesi olan OPEC’in petrol fiyatlarını belirlemede neredeyse tekel haline gelmesi alternatif kaynakların önemini artırdı. Bu alternatiflerin başında Hazar Denizi ve etrafındaki bölge geliyor. Sovyetler Birliği’nin çökmesinden sonra Hazar havzası Rus sömürge sisteminden uzaklaşarak küresel aktörlerin çıkar mücadelelerine açık bir coğrafya haline geldi. Hazar’ın ispatlanmış petrol rezervleri 100 milyar varil (piyasa değeri 2 trilyon dolar) olarak hesaplanıyor. Ancak bu bölgenin Orta Doğu gibi denize ulaşımı olmaması etraflarındaki geniş bir coğrafyayı stratejik açıdan son derece önemli kılıyor. Amerika, Avrupa, Çin ve Rusya gibi küresel aktörler bu bölgedeki petrolün kendileri açısından stratejik olarak en uygun şekilde denize ve dünya pazarına ulaştırılması konusunda büyük bir mücadele içindeler. Teksas merkezli Amerikan petrol odakları, halen İngiltere’yle birlikte yaklaşık %30’unu kontrol ettikleri Orta Asya ve Hazar petrollerinin ve %40’ını kontrol ettikleri doğal gaz rezervlerinin İran ve Rusya’ya uğramayan bir yoldan dünya pazarlarına ulaştırılması için savaş veriyorlar. Bu amaçla uzun süre Pakistan-Afganistan güzergahına en uygun seçenek olarak baktılar. Afganistan’da Taliban rejimiyle bir takım anlaşmalar yapıldı ve Taliban, ülkenin tamamını kontrol ederek istikrarı sağlaması için desteklendi. Ancak işler yolunda gözüküyorken Taliban’ın Çin’le gizli bir anlaşma içinde olduğu ortaya çıktı. Çinliler Afganistan’ın altyapısını imar etme karşılığında Hazar’dan Çin’e uzanacak bir petrol boru hattının Afganistan üzerinden geçişinin sağlanmasını istiyorlardı. Afganistan, Çin’i Türkmenistan ve Özbekistan üzerinden Hazar’ın zengin petrol kaynaklarına bağlıyor ve bu nedenle ABD’nin işgaliyle Afgan yolunun kesilmesi Çin’e indirilmiş bir darbe oluyordu. Amerika sadece Afganistan’ı işgal etmekle kalmadı; aynı zamanda Rus nüfuz alanının kalbi sayılabilecek Özbekistan’ı kendi saflarına çekti. Bu ülkede halen binlerce Amerikan askeri konuşlanmış bulunuyor ve tarihte ilk defa Rusya bu derece bir mevzi kaybına uğratılmış durumda. Buna karşılık Çin 1997 yılında Kazakistan’la üzerinde anlaştığı; ancak sonradan ekonomik olmadığı gerekçesiyle rafa kaldırılan bir petrol boru hattı projesini başkan Hu Jintao’nun Astana ziyaretiyle yeniden canlandırmaya başladı. Afganistan, Özbekistan ve Kırgızistan hatlarının Amerika tarafından kapatılması Kazakistan’ı Orta Asya ve Hazar’a ulaşma konusunda Çin’in tek alternatifi haline getirdi. Ancak Çin’in Kazakistan’la olan sınırında potansiyel olarak oldukça istikrarsız durumda bulunan Doğu Türkistan var.
Ruslar, Sovyetler zamanından kalan yatırımlarını da kullanarak, Hazar havzasındaki ve Orta Asya’daki petrol ve doğal gazı kendi toprakları üzerinden Karadeniz’e indirmek arzusundalar. Projeye göre Kazakistan’ın Hazar Denizi’ne bakan Tengiz bölgesindeki petrol Karadeniz’deki Novorossisk limanına bir boru hattıyla bağlanacak ve kuzeybatıdan çıkarılacak bir ek hat Bakü petrolünü bu ana hatta ulaştıracak. Ancak Kazakistan yakasındaki Hazar petrollerini halen Başkan Bush’un ulusal güvenlik danışmanı olan Condoleezza Rice’ın bir zamanlar yöneticilik yaptığı Chevron çıkarıyor. Yine bir tesadüf eseri olsa gerek; Chevron’un Hazar’da çalışan personelinin temel hizmetlerini karşılamakla görevli Halliburton Şirketi’nin kurucusu da halen ABD Başkan Yardımcılığı koltuğunda oturuyor.
Ancak projenin bir sorunu var: Boru hattı Çeçenistan topraklarından geçmek zorunda. Çeçenistan’da halen istikrarın sağlanamamış olması neticede bu kaynakları işleten ve dünya pazarına sunacak olan petrol şirketlerini alternatif yollar aramaya zorluyor. Amerika, Rusya’nın eski Sovyet Cumhuriyetlerini yeniden kontrolü altına almaması için elinden geleni yapmak zorunda. Bu açıdan Rusların 2.2 milyar dolarlık Tengiz-Novorossisk projesinin bir şekilde engellenmesi gerekiyor ve bunun için de en uygun yol Çeçenistan’daki savaşın sürmesini sağlamak olarak görülüyor. Ruslar aslında çok ciddi bir stratejik hatayla Çeçenlerin el-Kaide ile bağlantılı olduğunu ve bu nedenle terörizme karşı savaşın bir cephesi olarak görülmesi gerektiğini ileri sürdüler. Amerikalılar ise bu argümanı kabul ettiler ve Kafkasya’daki terörizme karşı Gürcistan’a asker yolladılar. Neticede Rusların Çeçenleri uluslararası terörizmin bir parçası olarak gösterme taktiği ters tepti ve Amerika Kafkasya’ya sızmış oldu. Ancak Amerika petrol savaşlarında Rusya ve Çin’e karşı Doğu Türkistan ve Çeçenistan kartlarını elinde tutmak zorunda. Bu nedenle her ne kadar söylem bazında bu bölgeleri el-Kaide’yle ilişkilendirse de pratikte durum farklı olacaktır.
Bu şartlar altında Amerikan çıkarları açısından Bakü-Ceyhan en optimal hat olarak ortaya çıktı ve başlangıçta bu opsiyona muhalif olan Amerikalıların da direnci kırıldı. Clinton yönetimi Afganistan’da Taliban’la ilişkilerin kopmasından hemen sonra Bakü-Ceyhan hattına tam destek verdi. 11 Eylül’ün ardından Bush yönetiminin Afganistan’ı işgaliyle güney yolu yeniden değerlendirilebilir hale gelmiş görünse de Karzai’nin kontrolündeki bir idarenin istikrarı kalıcı şekilde sağlayamayacağı çok açık. Bu nedenle aradan iki yıl bile geçmeden Amerikalıların yeniden Taliban’ın sosyal yapısını oluşturan Peştun kabileleriyle görüşmelere başlaması o kadar da şaşırtıcı değil. Kısacası Amerika Irak’ı işgal ederek Orta Doğu’nun, Afganistan ve Özbekistan’ı kontrolü altına alarak da Orta Asya’nın kalbine hançerini saplamış oldu. Gürcistan’la geliştirdiği ilişki ve Rusların Çeçen bataklığına saplanıp kalması yönündeki çabaları ise Hazar Denizi çevresindeki geniş bir bölgede askeri kontrolü bilfiil oluşturma çabasından başka bir şey değildi.
Bu arada Hazar’daki çıkar çatışmasının bir boyutunu da Avrupa oluşturuyor. Petrol işlerinde ABD ile ortak hareket eden İngiltere dışında Avrupalılar Hazar’daki çekişmeden uzak kaldı. Bunun en önemli sebebi Avrupa Birliği’nin genişleme sürecinde daha çok kendi içindeki sorunlarla baş etme zorunluluğuydu. Avrupalılar başlangıçta İran güzergahını destekleseler de Amerika’nın baskısıyla daha sonra Bakü-Ceyhan projesine dahil oldular. Bu durum doğal olarak Avrupa Birliği açısından Türkiye’nin önemini ve Hazar’daki petrol mücadelesine tam olarak dahil olabilmek için vazgeçilemezliğini artırıyor. Ancak Avrupa Birliği’nin henüz Hazar gibi Avrupa sınırlarının ötesindeki bir coğrafyada stratejik hamle yapabilecek ortak hareket kabiliyetine sahip olup olmadığı önemli bir soru olarak karşımızda duruyor. Petrol gibi konularda ortak çıkarlardan daha çok ulusal çıkarlar söz konusu ve bu da bir Avrupa ortak stratejisinin oluşmasını engelliyor. Ayrıca Avrupa Hazar’da küçük yüzdelerle yetinmek istemiyorsa adımlarını Atlantik müttefiki Amerika’yla mı yoksa daha kalıcı bir güç olan Rusya’yla mı birlikte atacağına karar vermek zorunda. Bush’la birlikte Avrupa’nın Orta Doğu’daki çıkarlarına darbe indirilmesi AB’yi Rus hattına doğru sürükleyebilir.
Paylaş
Tavsiye Et