25 EYLÜL 2003 günü, radyo ve televizyonlar, Edward Said’in mukaddes bir beldede başlayan ve sürgünde, marjinal ve yabancı bir entelektüel olarak devam eden hayatının günümüz dünya sisteminin başkentinde noktalandığı haberini geçti. Edward Said, uzunca bir zamandır ciddi sağlık problemleriyle uğraşmaktaydı. Fakat tüm bu sağlık sorunlarına rağmen, akademik çalışmalarına, ABD’nin dünyanın farklı coğrafyalarında gerçekleştirdiği gayri insani icraatları takip ve tenkit etmeye ve Filistin halkının haklarını savunma uğraşlarına devam etmişti.
Özgürlüğüne ve bağımsızlığına düşkün bir entelektüel, kültürel incelemeler alanında çığır açan eserler vermiş bir akademisyen, entelektüel ve akademik çalışmalarının yanı sıra, dünyadaki siyasal gelişmelere, özellikle de Orta Doğu’daki olaylara kayıtsız kalmamış ve hatta bu hareketin ABD özelinde tüm dünyaya tanıtılmasında ve savunulmasında gönüllü olmuş bir siyasal aktivist olarak hatıralarda iz bıraktı.
Edward William Said. 1935 Kudüs doğumlu. Ailesi dünyadaki en eski Hıristiyan Cemaatlerinden birine mensup varlıklı bir aile. Aile, 1947-48’de Filistin’den kaçarak Mısır’a yerleşti. Kahire Victoria Koleji’nde, Massachusetts Mount Hermon School’da üniversite öncesi eğitimini alan Said, lisans eğitimini Princeton Üniversitesi’nde (1953-57), Master ve Doktora’sını ise Harvard Üniversitesi’nde tamamladı (1958-63). 1963’ten beri Columbia Üniversitesi’nde İngilizce ve Karşılaştırmalı Edebiyat dersleri vermekteydi.
1967 Arap-İsrail Savaşı, Said’in Filistin davasına yakından ilgi duymasının başlangıç tarihi olarak kabul edilebilir. Oryantalizm başlıklı çalışması da, bir anlamda, bu ilginin bir sonucu olarak ortaya çıkmıştı. 1977-91 arasında, Filistin Ulusal Konferansı üyeliği yaptı. Edward Said müzikle de yakından ilgiliydi; iyi bir piyanistti. Aylık bir dergide yazdığı müzik konulu yazılarını Musical Elaborations isimli eserinde bir araya getirmişti. Filistin’in Sorunu; Entelektüel: Sürgün, Marjinal, Yabancı; Haberlerin Ağında İslam; Kültür ve Emperyalizm: Kapsamlı Bir Düşünsel ve Siyasal Sorgulama Çalışması gibi Türkiye’de de yayımlanan eserlerinin yanı sıra, gerek kendi akademik çalışma alanına ve gerekse Filistin meselesine ilişkin bir çok kitap ve makale kaleme almış olan Said’in adını tüm dünyaya duyuran çalışması Oryantalizm oldu.
Edward Said, Oryantalizm’de, Avrupa’nın Doğu ile bağlantılı kültürel, siyasî, iktisadî çıkarlarından kaynaklanan, kökü çok eskilere uzanan bir yazı geleneğini inceledi. Eser, bu konuda kaleme alınmış ilk kitap değildi. Fakat Said’in eseri Oryantalizm, yayımlanışından bugüne değin yirmi yılı aşkın bir süre içinde, sayısız tanıtım ve eleştiri yazısına ve pek çok konferansa konu oldu. Kimilerince bir “polemik” olarak değerlendirilirken, kimilerince dünyanın çok farklı milletleri için bir tarihsellik bilincini popülerleştiriyordu. Kimileri ise Oryantalizm’in ışığında kendi çalışmalarını gözden geçirme ihtiyacı duyacaktı.
Bir Muhakeme Üslûbu Olarak Oryantalizm
Said’e göre, Oryantalizme “bir muhakeme üslûbu” olarak bakılmadığı takdirde, “Avrupa kültürünün Şark’ı siyasal, sosyolojik, askerî, ideolojik, bilimsel, imgesel olarak çekip çevirebilmesini -hatta üretebilmesini- sağlayan o müthiş sistemli disiplini” anlamanın imkanı da yoktur. Oryantalizmin getirdiği sınırlamalara uygun davranmadığı takdirde, Doğu hakkında yazılı ya da sözlü eser veren hiç kimsenin başarılı olma şansı da yoktur.
Bu Oryantalizmin yapısı, hakikatler söylendiğinde balon gibi sönecek yalanlar yahut masallardan ibaret değildir. Said için “Oryantalizmin kıymeti (akademik yahut ilmî şekli içinde iddia edildiği gibi) Doğu hakkında doğrucu bir muhakeme şekli oluşunda değil, Avrupa ve Atlantik ülkelerinin Doğu karşısındaki güçlerinin işareti oluşunda”dır. Anlaşılması gereken şey, Oryantalist söylemin gerisinde onun tutarlılığını sağlayan, onun var olmasını mümkün kılan sosyo-ekonomik ve siyasî kurumlarla yakın ilişkileridir. Yüzyıllar boyunca, olduğu gibi aktarılan bu gelenek, uydurma bir şey değil, bilinçle vücuda getirilmiş ve nesiller boyu hatırı sayılır yatırımlara konu olmuş bir teori ve pratik bütünüdür.
Oryantalizm’in bu denli ses getirişinde, Said’in kendi meslek alanındaki yetkinliğinin ve birikim zenginliğinin bir etkisi olduğu muhakkaktır. Eserin geniş ve yaygın etkisi, bir anlamda Batılı üniversite ve akademi sistemine dahil olmuş biri tarafından dile getirilmiş olmasıyla da alakalıdır. Aynı özelliği, kendisine saldıranların “bu adamlara bunca imkan ve özgürlük verirsen, olacağı budur” şeklinde özetleyebileceğimiz tepkilerini de beslemiştir. Ayrıca Filistin davası ile yakından ilgili bir şahıs -kendisinin de aynı zamanda bir Filistinli- olması da bir diğer önemli etkendir. Said’in Oryantalizm sözcüğünü meslekî bir uzmanlıkla sınırlandırmayışı ve sözcüğün genel kültür, edebiyat, ideoloji ve hem toplumsal, hem de siyasal tavırlar bağlamında yürürlükte olduğunu göstermeye çalışması, eseri önemli kılan bir diğer unsur olarak zikredilmelidir.
Foucault’nun bilgi-iktidar formülasyonunu kullanarak iktidar ile bilginin (sömürgeci Batı ile Oryantalist bilginin) birbiriyle nasıl kaçınılmaz bir ilişki içerisinde olduğunu gösteren; bir bakıma, Oryantalizm ile sömürgeciliği suçüstü yakalayan Said bu şekilde, o döneme kadar, çalışmalarını tarafsızlık ya da akademik merak saikıyla açıklayan -bununla da tespitlerinin tartışmasız kabulünü bekleyen- Oryantalistlerin, görünürde bağımsız olarak inşa etmeye çalıştıkları “olgu”ları nasıl oluşturduklarını göstermiştir.
Birbirlerinden farklı gibi duran, edebiyatçılarla siyasetçileri, sömürge yöneticileriyle akademik Oryantalizmin çalışmalarını birleştirebilme yeteneği övgüye değerdir. Lamartine ile Olivia Manning, Chateaubriand ile Lord Byron, Albert Camus, Voltaire, Getrude Bell, El Cid ve Chanson de Roland’ın anonim bestecileri, Gibb gibi Arabiyatçılar, Cromer ve Balfour gibi sömürge yöneticileri, Lane gibi edebiyatçılar, Massignon gibi Oryantalistler ve Kissinger gibi çağımızın önde gelen politikacılarının aynı “Oryantalist arşive” ait olduklarını, bir-örnek söylemsel oluşumu meydana getirdiklerini düşünmesi; Oryantalizmi bir söylem olarak nitelemesi Oryantalizm’in bu alana yaptığı katkı ve getirdiği yeniliklerdir.
Oryantalizm’in bir diğer özelliği de, 19’uncu yüzyıl sömürge çağının, özellikle de Fransızların Oryantalizmini değerlendirmesidir. İkinci Savaş sonrasında İngiliz ve Fransız imparatorluklarının mirasını devralan ABD’deki Oryantalist çalışmaların ele alınışı ise yüzeyseldir. Ayrıca eleştiriler, değişen şartlara uyum gösterilmesi gerektiğinden hareketle geliştirilmişlerdir. İkinci Savaş sonrasının koşulları, ABD’nin, Avrupa’nın 19’uncu yüzyıl boyunca sürdürdüğü ilişki biçimini aynen devam ettirmesini imkansız kılmıştır. Bu bağlamda, pek çok alanda yeni düzenlemelere gidilmiştir. 1950’lerden itibaren sosyal bilimler alanında gündeme gelen pek çok tartışma da, konjonktürde meydana gelen bu değişimle doğrudan alakalıdır. Bu anlamda Oryantalizm, İkinci Savaş sonrasında ortaya çıkan sömürgecilik, totalitarizm ve modernizm karşıtı hareketlerin bir parçası ve ürünüdür. Kitaba rengini veren asıl unsur, totaliter ya da baskıcı yaklaşımların eleştirisidir. Bu düşünme biçimi içinde Said, Oryantalizm karşıtı bir alternatif projeyi de aynı şekilde reddeder.
Oryantalizm Nasıl Okunmalı?
Said’in çalışması çoğu kişi tarafından “köklü bir Batı eleştirisi” ya da “Doğu/İslam savunusu” olarak anlaşılmıştır. Bu kanaatin oluşmasında yazarın Filistinli oluşu ve Filistin meselesiyle yakın ilgisinin bir etkisi muhakkak vardır. Said’in bu şekilde algılanmasında, Batı’nın -Batılı Oryantalistlerin itiraf etmekten kaçınmadıkları- tek ciddi alternatifinin İslam olduğu gerçeğinin önemli bir payı vardır. Eserin ilk baskısının yapıldığı dönemde İslamcı dalganın yükselişte oluşu da bu imajı beslemiştir.
Ancak “Batı karşıtlığı” iddiasını ilk elde Said’in bizzat kendisinin reddetmesi de ilgi çekicidir. Gerek eserdeki kimi ifadeleri ve gerekse de eserin yayınlanmasından sonra, karşıtlarından gelen eleştiri ve saldırılara verdiği cevaplar, Said’in “köklü bir Batı karşıtlığı” içinde olmadığını göstermektedir. Çünkü her şeyden önce, Said, “Doğu” ve “Batı” gibi kavramlaştırmaların karşısındadır. Bir yazısında şöyle diyor: “İnsan, yazarı ve tezleriyle açıkça özcülük karşıtı, ‘Doğu’ ve ‘Batı’ gibisinden her tür kesin adlandırma konusunda kökten kuşkucu ve Doğu ile İslamiyet’i ‘savunmak’tan hatta tartışmaktan adam akıllı kaçınan bir kitaba ilişkin bu karikatürleştirici saptırmaları da ne yapacağını bilemiyor.”
Said’e göre “öz İslamiyet ve Doğu” imgeleri yalnızca birer imgedirler ve hem Müslümanlar topluluğu tarafından, hem de Oryantalistler tarafından bu niteliğiyle yüceltilmişlerdir. Gerçek değildirler. Doğu’nun hayalîliği ve sadece batılı zihnin bir ürünü olarak ele alınışı; aynı zamanda Said’in çözüm önerisi için de bir zemin teşkil etmektedir: “Ben gerçek, hak yahut sahih İslam yahut Arap âlemi gibi bir tavır almış değilim, böyle bir iddiam olmadı. Fakat, bütün diğer Oryantalizm eleştirmenleri gibi ben de iki hususun özellikle mühim olduğu kanaatindeyim: Öncelikle, metodolojik bir uyanıklık ki o suretle Oryantalizm “pozitif” bir bilim dalı olarak değil, eleştiriye müsait bir bilim dalı olarak görülebilsin. İkincisi de bu Doğu-Batı ayırımının bir yerde durması için takınılacak kesin tavırdır... Ben bu ikinci hususa özellikle yakın olduğum cihetle Doğu ve Batı gibi ayırımları zaten kabul etmiyorum.”
Nihaî noktada Said, çözüm olarak, bir tür “liberal-hümanist değerler temelinde çoğulculuk” önermektedir. [Bu yönüyle, Victoria Holbrook gibi bazı yazarların Oryantalizm’in “kültürel çoğulculuk” noktasındaki olumlu katkısından bahsetmeleri ya da Aijaz Ahmad gibi bazı eleştirmenlerin Said’i “yüksek hümanist” değerlere bağlı olmakla tavsif etmeleri yerinde bir tespit olarak görünmektedir.] Fakat bu çoğulculuğun ne anlama geldiği Said’in eserinde oldukça muğlaktır. Hatta uğruna tüm dünyanın sömürgeleştirildiği değerler üzerine kurulacak bir çoğulculuk imkan ve gerçek dışıdır. (Lütfen, Avrupalıların tüm dünyayı, geri kalmış toplulukları aydınlatmak, onlara medeniyet götürmek iddialarıyla sömürgeleştirdikleri gerçeğini unutmayalım!)
Oryantalizm, Edward Said’in, akademik kariyerini gerçekleştirdiği ABD’de, Filistinli Hıristiyan Arap kimliğiyle kabul edilme çabasının bir ürünü olarak da okunabilir. Benzer statüdeki, etnik kökeni ve kimliği farklı pek çok kesimin duygularına tercüman olabilme başarısı, eserin muazzam etkisinin bir sebebi olarak değerlendirilebilir.
Her şeye rağmen, Edward Said, dikkate alınması ve üzerinde düşünülmesi gereken görüşler ortaya koymuştur. Dahası örnek alınacak, takdir edilecek ve devam ettirilmesi gereken pratikler sergilemiştir. Özellikle Oryantalizm’in, tüketildikten sonra kaldırılıp bir kenara atılmasına izin verilmemelidir. Tartışmak, her şeyi yerli yerine oturtmak ve üzerine coğrafyamızın hassasiyetlerini yansıtır yeni bir şeyler koymak elzemdir. Zira, Oryantalizm geçmişte olup bitmiş bir hikâye değildir. Oryantalistlerin tüm iddialarına rağmen, Oryantalizm hâlâ bitmiş de değildir; çünkü sömürü bitmedi. Kendi isteğiyle de bitmeyecek. Sömürü sürdükçe, Oryantalizm de bir şekilde, farklı isim ve biçimlerde varlığını sürdürecektir. O nedenle, Oryantalizmden söz etmek, Türkiye’nin bugünü ve geleceği hakkında konuşmaktır; ezilen, sömürülen ve aldatılan halklardan bahsetmektir. Ve aynı ölçüde, batılı zihinden, moderniteden ve mevcut dünya sisteminden söz etmektir.
Paylaş
Tavsiye Et