Kullanıcı Adı: Şifre    
   
  veya Üye olun | Şifremi unuttum
  Arama / Gelişmiş Arama  
   
Skip Navigation LinksArşiv (January 2004) > Toplum > Örtü ve özgürlük
Toplum
Örtü ve özgürlük
Nazife Şişman
MÜSLÜMAN kadınların başörtüsü yine tartışma konusu. Fakat bu sefer Türkiye değil, Avrupa bu tartışmanın zemini. Başörtüsünü, dolayısıyla bu zorunluluğu ‘dayatan’ dini (İslam’ı), Müslüman kadınların ezilmesinin, ayrımcılığa tabi tutulmasının temel sebebi sayan bakış açısı ise uluslar üstü bir özelliğe sahip görünüyor. Zorla örttürülme, kandırılma, dışlanma, ikincilleştirilme, medenileşememe, özgürleşememe gibi pek çok ortak gerekçeye dayandırılıyor başörtüsü yasakları; hem Türkiye’de, hem de son haftalarda ciddi tartışmalara sahne olan Fransa’da.
Fransa Cumhurbaşkanı Jacques Chirac, okullarda dinî sembollerin kullanımı ile ilgili sorunu incelemek üzere bir komisyon tayin etmişti. On dokuz kişiden oluşan komisyon nihayet 11 Aralık’ta teslim etti, laiklik raporunu. Cumhurbaşkanı, 17 Aralık’ta, raporun okullarda dini sembollerin yasaklanması önerisini kabul eden bir beyanatta bulundu. Büyük haçlar, Yahudilerin kippası gibi dini semboller de yasak kapsamındaydı. Ama asıl hedefin Müslüman kadınların başörtüsü olduğu aşikârdı. Nitekim Cumhurbaşkanı, “bir toplumun medeniyet düzeyi, öncelikle ve en iyi şekilde kadınların o toplumdaki konumu ile ölçülür” ifadesini özellikle vurguladı. Gerek Cumhurbaşkanının bu ifadesi, gerekse kurul üyelerinin ve kararı destekleyen feministlerin yasak gerekçeleri, başörtüsü hakkında Batı’da yaygın olan genel bir bakış açısının ipuçlarını veriyor: Başörtüsü ayrımcı, özgürlüğe engel, baskıcı bir uygulamadır.
Kuzey Afrika kökenli kadınların çoğunluğunu oluşturduğu bir feminist hareket, başörtüsünü ‘kadınların ezilmesi’nin dayanılmaz sembolü olarak kabul ettiğini ilan etti. Isabelle Adjani gibi tanınmış aktrislerin, Fadıla Amira gibi kadın hakları savunucularının da içinde bulunduğu bir grup kadın, Elle dergisinde, yasağı desteklemek üzere Cumhurbaşkanı Chirac’a açık bir mektup yayındılar. Editörlüğünü, Laiklik Komisyonu’nun tek Türk üyesi Gaye Petek Şalom’un yaptığı dergi, başörtüsünü “katlanılamaz bir ayrımcılık” olarak gören kampanyanın sponsorluğunu yaptı.
Tüm bu gelişmeler göz önünde bulundurulduğunda şu tespiti yapmak kaçınılmaz: Fransızların Cezayir’deki kadınları medenileştirme, peçelerinden kurtarma, özgürleştirme adına giriştikleri misyon (la mission civilisatrice), bir başka ad altında ama aynı gerekçe ile devam etmektedir. Sadece sömürgeci Fransızlar değil, bu misyonu benimseyenler. Komisyon içinde yer alan Muhammed Arkun gibi Müslüman kökenli aydınlar da ‘özgürlükçülük’, ‘eşitlikçilik’ adına aynı ötekileştirici, başkalaştırıcı söylemin dilini benimsemiş durumda. Ama genellikle göz ardı edilen, bizimse burada vurgulamak istediğimiz husus, medenileştirme, özgürleştirme söyleminin, doğrudan bir hakimiyet ilişkisi içinde değerlendirilebileceği gerçeğidir.
Edward Said, Doğu ile Batı arasında varolan güç, hakimiyet, hegemonya ilişkisinin, “Doğu’nun doğululaştırılması”na yol açtığı şeklinde bir tespit yapmaktadır. Yani Batı kültürü Doğu’yu; edebî, bilimsel, siyasal pek çok farklı söylem tarzları içinde çoğaltılan, karmaşık bir strateji ile yeniden üretir ve kendi kimliğini bu ‘öteki’ olarak belirlediği doğudan ayırt ederek kurar. Müslüman kadınların geri, ezilmiş, kapatılmış şeklindeki bir ötekileştirmeye tabi tutulmaları, bu hegemonik ilişkinin en bariz görüldüğü alandır. Zira genelde Doğu’da, özelde Müslüman dünyada karanlık ve kasvetten başka bir şey göremeyen sömürgeci bakışa, peçesi altında “hapsolmuş” kadının durumu daha da bir karanlık görünür. Oryantalist söylem, Müslüman kadınların nasıl geri ve baskıcı koşullar altında bulunduklarını ‘kanıtlayan’ yüzlerce metin üretmiştir. Yüz yıl önce peçe, şimdi ise başörtüsü (genel olarak örtü), baskıcı olan ve özgürlükten uzak İslam geleneğinin en temel göstergesi, böylece de kadının baskı altında tutulduğunun kanıtı olarak kodlanmıştır. Bu söylemde, Müslümanların modernleşebilmesi, medenileşebilmesi için gelenekten radikal bir kopuş yaşamaları gerekmektedir. Kadın, P. Chatterjee’nin belirttiği gibi “özgürlüğe yer tanımayan tüm bir kültürün göstergesi”ne dönüştüğünden, söz konusu radikal kopuş, kadının konumu üzerinden gerçekleştirilecektir. İşte bu nedenle kadın, daima modernleşme tartışmalarının merkezinde yer almıştır.
Toplumda belli bir düzeyde dönüşüm gerçekleşse bile, kadının konumunun, örtünün devamlılığının da gösterdiği üzere aynı kalışı, ‘kültürün geriliği’nin sembolü haline getirir kadını. Ve örtü, bu nedenle medenileştirme söyleminin merkezinde yer alır. ‘Medeniyet misyonu’nun sahibi Fransa’nın merkezinde bile Müslüman kadının örtüsüyle yer alması, söz konusu ‘geri’, ‘Afrikalı’ Müslümanların (yeni küresel jargon içinde ifade edilecek olursa sığınmacıların, göçmenlerin, potansiyel teröristlerin) yeterince ‘medenileşememe’lerinin. ‘özgürleşememe’lerinin, entegre olamamalarının en bariz göstergesi olarak değerlendirilir. Bu nedenle kadınlar kendilerini özgürlükten alıkoyan bu uygulamadan kurtarılmalıdır. Bu kurtarma, klasik sömürgecilik dönemindeki gibi silah gücüyle değilse bile hukuk gücüyle, söyleme egemen olmanın verdiği güçle gerçekleştirilecektir. Yani kadınların ‘özgürleştirilmesi’, ‘ayrımcılıktan kurtarılması’ adına yürütülecektir örtü savaşı.
Bu noktada sorulması gereken soru şudur: Kadınların insan olarak özgürleşmesi yolunda en ileri aşamayı temsil eden nedir? Günümüzde bu ideali belirleyen ve tanımlayan, Batılı feministlerin talepleridir ve başörtüsünün yasaklanması da bu ideale ulaşma yolunda bir araçtır. Bu idealler, belli bir dönemde yaşayan, belli bir kültüre ve siyasal duruşa sahip kadınların (Batılı feministlerin) talepleri ve kazanımları olarak değil, evrensel bir ilkenin dile getirilişi olarak sunulur. Kadınların eşitliği, özgürlüğü vs. gibi evrensel normlardır bunlar. Oysa evrensel bir norm ileri sürebilmek, Batılı kadınların kazanımlarını, öteki kadınların da hedeflerini ve yaşam biçimlerini tanımlayabilecek temel ölçüt olarak alındığında mümkün olur. İşte oryantalist söylemi hegemonik kılan, kendini konumdan bağımsız bir evrensellikle tanımlarken, ‘öteki’ni tikel, özel ve kültürel olarak işaretlemesidir. Evrensel olan batılı kadının özgürlük ve eşitlik talebidir. Farklılık ise, Müslüman kadını bu eşitlik ve özgürlükten alıkoyan örtüdür.
Oryantalist söylemde merkezi bir kavram olan ötekileştirmenin asıl işlevi, varolan hegemonik yapıyı meşrulaştırması, daha doğrusu görünmez kılmasıdır. Oryantalizmi, M. Mutman’ın tanımladığı gibi, ‘hegemonik bir işlem’, ‘bir merkez kurma veya merkezleme (centering) işlemi’ olarak tanımladığımızda, bu işlevi daha net görmemiz mümkün olur. Siyasal, ahlaki, bilimsel, edebi pek çok farklı stratejik araçla Batı, kendisini merkeze koyar. Batının tarihi insanlık tarihidir, o tarihin ürünü olan kurumlar ve değerler, evrensel kurum ve değerlerdir. Yani Batı farklılığı belirleyendir. Bu nedenle de Doğunun bu bilgi ve tanımın dışına çıkmasını imkansız hale getirir. Ötekileştirmenin yıkıcılığı işte bu noktada başlar. Örtü ve özgürlük karşıtlığının oluşturulma süreci, bu merkezleme işleminin en bariz görülebileceği alanlardan biridir. Örtü, Batılının gözünde farkı oluşturduğu için değil; eşitlik, özgürlük gibi evrensel değerlerle çatıştığı öne sürülerek ötekileştirilir. 
Bu açıdan değerlendirildiğinde görülür ki; örtü ve özgürlük arasında kurulan karşıtlık kadar, söz konusu ‘özgürlük’ tanımına (merkezî değer olması nedeniyle) tartışılmazlık atfetmek ve örtünün, tanımlandığı şekliyle ‘özgürlük’e halel getirmediğini iddia ederek bir savunma geliştirmek de, Batılı tecrübeyi merkeze alan Oryantalist söylemin çerçevesi dahilinde kalmak anlamına gelir. Ve bu çerçeveyi aşmak, aynı zemin üstünde farklı konumlar alarak değil, zemini değiştirmeye dönük bir çaba ile mümkün olabilir ancak. Örtü ve özgürlük karşıtlığı tartışmasının, Batı’nın İslam dünyası üzerindeki iktidar ve sömürgecilik mazisinden ayrı düşünülemeyeceğinden hareketle; bu karşıtlığı temelden uygunsuz, isabetsiz ilan etmek, belki de, bu çerçevenin dışına çıkmamızı sağlayacak ilk adım olacaktır.

Paylaş Tavsiye Et