HİKÂYE bu ya! Günlerden bir gün Karga Ülkesi, Bülbül Ülkesi’ni işgal eder; yönetimi ele geçirir ve kendisini buyurur: Bundan böyle ülkede hiçbir şey bülbülce icra edilmeyecektir: Bülbülce yürünülmeyecek, giyinilmeyecek, yenilmeyecek, içilmeyecek; hatta hiç kimse bülbülce şakımayacaktır. Bülbülistan’ın dinî, siyasî, iktisadî, hukukî ve kültürel bütün kuralları, gelenek ve görenekleri değiştirilir; yerlerine karga tarzı olanlar konur. Direnen bir avuç bülbül yok edilir; büyük çoğunluk can korkusu ve gelecek kaygısıyla yeni efendilerin koyduğu yaşama kurallarına itaat eder; zorlansalar da hayatı kargaca hissetmeye çalışırlar. Bir süre sonra ülke sakinleri, kargamsı davranan bülbüller halini alır.
Bütün olup bitenleri köşesinden seyreden yaşlı, güngörmüş bir bülbül heyecana kapılmadan, telaşlanmadan şu soruyu sorar kendine: Ne yapmalı? Kısa ve uzun vadedeki bütün şartları gözden geçiren yaşlı bülbül nihayet bir sonuca ulaşır: Elbette kargaların hâkimiyeti sonsuza kadar sürmeyecek; gün gelecek iç veya dış nedenlerle Bülbülistan’ı terk edeceklerdir. Öyleyse önemli olan mevcut durum değil; kargalar çekilip gittikten sonraki durumdur. Kargaca yaşamaya alışan bülbüller, onlar gittikten sonra bülbülce hayat tarzına nasıl döneceklerdir? Şu an mevcut bülbülce yaşama tarzını kayda geçirmek, muhafaza etmek; kargalar gittikten sonra da bir zamanlar kendilerini bülbül kılan değerleri merak edecek bülbüllerin önüne koymak en iyi çözümdür.
Ulaştığı çözümü uygulamaya koyan yaşlı bülbül, amacına en uygun yavru bir bülbülü ikna eder ve beraberce ıssız bir köşeye çekilirler. Bütün bildiklerini yavaş yavaş yavruya öğretmeye, aktarmaya başlar: Hayatın en ince ayrıntılarında bülbülce nasıl davranılır, nasıl yaşanılır? Bülbüllüğün faslı olan şakımak üzerinde özellikle durur yaşlı bülbül. Uzun zaman diliminde, sabırla Bülbül Ülkesi’nin bütün gelenek ve göreneklerini öğretir ve yavru bülbülü yetiştirir. Çünkü hayatta bir fikri, bir yaşama tarzını var kılmanın, ihya etmenin en iyi yolu, ortaya, o fikri, o yaşama tarzını temsil eden bir örnek koymaktır. Her ikisi de büyük bir iştiyakla kargaların hâkimiyetinin bitmesini beklerler. Kendi çağlarının gelmesini, bülbüllüğün yeniden dirilmesini, gökyüzünü bülbül şakımasının tutmasını…
Yaşlı bülbülün öngörüsü doğru çıkar ve kargalar Bülbülistan’ı terk eder, geldikleri gibi hızla çekilir giderler. Bülbüller bu duruma çok sevinir, kırk gün kırk gece kutlamalar yapar; karga hâkimiyetinden kurtulmanın coşkusuyla şarkılar söyler, eğlenir dururlar. Kırk gün dolduktan ve hayata döndükten sonra herkesin üzerine bir ağırlık çöker: İyi de! Kargalar gitti ama kargaca yaşama tarzı nasıl gidecek, nasıl terk edilecek? Tüm bülbüller samimiyetle karga olmaktan kurtulmak isterler; yaşlılar geçmişin derinliğinde unuttuklarını hatırlamakta zorlanır; karga hâkimiyetinde doğup büyüyen gençler ise şaşırıp kalırlar. Tüm bunları uzaktan izleyen yaşlı bülbül yıllardır emek verdiği öğrencisine döner ve “Artık senin çağın geldi. Haydi, çık ve şakı” der. “Şakı ki, bülbüller en derinlerinde gömülü bulunan bülbüllüğü hatırlasınlar.” Yavru bülbül yüksekçe bir yere çıkar ve taşıdığı iddianın bütün ihtişamıyla diklenir. O da ne? Yaşlı ustanın yıllarca emek verdiği yavru bülbül kargaca ötmeye başlamıştır…
İsmail Kara’nın Şeyh Efendinin Rüyasındaki Türkiye adlı eserinde “Bir Siyasî Rüyanın Tahkiyesi” başlığıyla kaleme aldığı yazının (İstanbul 1998, s. 73–75) oldukça tadil edilmiş şekli olan yukarıdaki hikâye, Türkiye’de muhtelif yönelimlere sahip iddia sahiplerinin durumunu en iyi biçimde tasvir eder. İddia sahibi olmak, ne anlama gelir? Her iddia, bir davettir: Mevcuttan farklı, daha iyi, daha doğru olduğu kabul edilen, yeniye bir çağrı. Her iddia, mevcudu kaldırmak; yerine farklı, ama mevcuttan daha iyi ve daha doğru olanı ikame etme işidir. Bu nedenle her iddia, yeni bir duruşu, yeni bir bakışı, yeni bir görüşü, yeni bir tarzı/tavrı şart koşar. İddia’nın davet ve dava kelimeleriyle ilişkisi de bu şartın en iyi göstergesidir. İnsanların iddia sahiplerini dikkate alması ise, hiç şüphesiz, sahip oldukları teklif ve bu teklifin içeriğine bağlıdır. Bir teklifin içeriği mevcuttan daha kötü ise, tercih edilmez; aynı seviyede ise kurulu düzen değiştirilmez. Her halükarda bir teklif ancak ve ancak mevcuttan daha iyi, daha doğruysa tercihe şayandır. Elbette ki, hiçbir iddia veya teklif tek başına insanların ilgisini çekmez; tersine her iddia sahibinin şahsiyeti, ehliyeti, hatta tatbik sürecindeki samimiyeti tercih aşamasında rol oynar. Bu nedenledir ki, bir işi üstlenirken kişinin aklî kapasitesi, teorik birikimi, tecrübesi kadar ahlakî yeterliliği de son derece önem arz eder.
Mevcut bülbülün şakımasını eleştirenler, kendi sıraları geldiklerinde ya daha kötü, ya “eh fena değil!” cinsinden şakımakta; ancak pek az iddia sahibi mevcudu aşacak bir ceht ü gayretin içerisine girmektedir. Niçin? Kanımızca Türkiye’de iddia sahiplerinin pek çoğu yeni ve daha doğru bir şey yapmak için değil, toplumun ürettiği kolektif artı-değerden pay almak için iddia sahibi gibi görünmekte; bundan dolayı da savundukları iddiaları, -mevcudun yerine ikame edilmesini istemekten daha çok-, pay verilmesi için korkutma kabilinden dillendirmektedirler. Mevcut, bir biçimde pay vermeye yanaştığında sözde-karşıdakiler savundukları iddiaları terk etmeye başlamakta; vermenin şiddetine koşut şekilde terk etmenin de şiddeti artmaktadır. Taraflar kazanırken bu kör dövüşünde, acımasızca kullanılan ve sömürülen halkın anlam-değer dünyasının temel kavramları ve sembolleri aşınmakta; millet kan kaybetmektedir. Bu tespit yalnızca güncel siyasî, sosyo-kültürel hayat içerisinde cereyan eden hadiseler için değil, ilmî ve entelektüel hayat için de geçerlidir.
Temsil cihetinden anlatılan hikâye ve şimdiye değin yapılan yorumlar göstermektedir ki, önemli olan karşı çıkmak değil, karşı çıkılan mevcudun yerine ne ikame ediliyor ona bakmaktır. Karşı çıkmak için tavır alanlar, zekâlarını kendilerine has bir duruş, bakış ve görüş inşa etmek için değil, yalnızca başkalarının duruş, bakış ve görüşlerinin yanlışlarını bulmak için harcarlar. Bu tür insanlar daima, doğal olarak, kendilerine, karşı durduklarının görüşüne göre ayar verirler. Açıkça söylemek gerekir ki, önemli olan oyuna gelmemek değil, bizatihi oyun kurmaktır. Başkalarının kurduğu oyuna gelmemek için zekâsını sarf edenler; hiçbir zaman oyun kuramazlar.
Tanzimat’tan bu yana geliştirilen, dışarıya dönük yenilgi psikolojisiyle malul -izmler ve içeriye dönük çıkar psikolojiyle malul siyasî yaklaşımlar, yalnızca kanaat sahibi Osmanlı münevverleri ve Cumhuriyet aydınları tarafından formüle edilmiştir. Bu formüller içerisinde yetişen yavru bülbüllere fırsat verildiğinde ya da sıraları geldiğinde maalesef kargaca şakımaktan başka bir şey yapamamaktadırlar. Çözüm Türk bilgini olmak, kendine has oyunu bilgiyle kurmaktır.
Paylaş
Tavsiye Et