ANAKARA Çini’nin güneydoğu sahillerinde yer alan Tayvan adası, ABD’nin Soğuk Savaş sonrası genişleme politikalarında Asya-Pasifik ayağının en önemli noktalarından biri. Yine Soğuk Savaş döneminde SSCB’ye uyguladığı çevreleme stratejisini, Soğuk Savaş sonrası dönemde Asya-Pasifik bölgesinde kendisine sorun çıkarabilecek en önemli ülke olarak belirlediği Çin’e uygulamayı sürdüren ABD için, Japonya ve Güney Kore ile birlikte Tayvan çevreleme adreslerinden biri. Ancak Tayvan gerek Çin’e coğrafî yakınlığı, gerekse Çin’in iç meselelerine müdahale imkanı tanıması yönüyle, jeopolitik açıdan ABD için en önemli adres.
Tarihî Perspektif ve ABD’nin İki Yüzlü Politikası
ABD-Çin diplomatik ilişkileri çok eskilere dayanmıyor. ABD Başkanı Nixon döneminde 27 Şubat 1972’de Şangay Ortak Bildirgesi’yle başlayan ilişkiler (tabii ki bunun öncesinde 1954-1970 yılları arasında ilki Cenevre’de başlayan, temsilciler seviyesinde yapılan 136 görüşme mevcut), 1 Ocak 1979’daki 2’nci Ortak Bildirge ile ABD’nin ‘bir Çin’ kavramını kabul etmesi ve diplomatik organlarını Taipei’den Pekin’e aktarmasıyla resmî şeklini aldı. Ancak ABD, Tayvan ile ticarî, kültürel ve gayri resmî düzeyde olan ilişkilerini sürdürme hakkına sahipti. Mart 1979’da Washington ve Pekin büyükelçileri göreve başladı ve teknoloji, bilim, eğitim, kültür ve ticaret alanlarında birçok ikili antlaşma imzalandı.
Tüm bu gelişmeler yaşanırken 9 Nisan 1979’da ABD Kongresi Tayvan’ı iç hukukunda tanıyan yasayı (TRA) kabul etti. TRA’nın varlığı, tek taraflı olarak ABD’ye herhangi bir durumda Tayvan’a müdahale etme hakkı tanırken, aynı zamanda silah satışını da meşru hale getiriyordu. Bu durum, 1949’da Tayvan’ı kendi topraklarının bir parçası kabul eden Çin açısından, ülkenin iç işlerine müdahale anlamı da taşıyordu. 1981’de Çin’in, TRA’ya ve TRA koruması altında ABD’nin Tayvan’a yaptığı silah ticaretine karşı çıkmasıyla gerilen ilişkiler, 17 Ağustos 1982’de 8 ay süren görüşmeler sonucunda ABD’nin silah ihracını kademeli olarak azaltmayı kabul etmesi ve Tayvan sorununun barışçıl yöntemlerle çözüme kavuşturulması kararlarını içeren 3’üncü Ortak Bildirge ile tekrar yumuşadı. Soğuk Savaş’ın sona ermesine kadar sessiz bir şekilde bekleyen Tayvan, Soğuk Savaş sonrası ABD’nin kendisine tehlike olarak Asya-Pasifik bölgesinde Çin’i belirlemesiyle, tekrar ABD-Çin ilişkilerinin merkezindeki yerini aldı.
Ve George W. Bush ABD Başkanı Oldu
Özellikle 2000 yılında Bush’un başkanlığa gelmesiyle birlikte Tayvan-ABD ilişkileri her alanda yoğunlaşmaya başladı. Clinton 1998 yılında yaptığı Çin ziyaretinde Tayvan’ın herhangi bir uluslararası organizasyona üyeliğine veya katılımına kesinlikle karşı olduklarını belirtirken, Bush hükümeti bu politikayı değiştirerek Tayvan’ın Dünya Sağlık Örgütü’ne gözlemci ülke olarak katılımına destek verdi. Fakat ne tezattır ki, 9 Aralık 2003’te Çin Başbakanı Wen Jiabao ve ABD Başkanı Bush tarafından gerçekleştirilen ortak basın toplantısında Bush, Tayvan’da statükoyu bozacak her türlü tek taraflı müdahaleye karşı olduklarını ve Tayvan’ın bağımsızlığını desteklemediklerini söylerken; aradan 4 ay geçtikten sonra Nisan 2004’ün hemen başında Tayvan’a 1,78 milyar dolar değerinde radar sistemleri satışı gerçekleştirdi ve askerî amaçla da kullanılabilen uydu sisteminin Tayvan için hazırlandığını açıkladı.
9 Nisan’da ABD’li yetkililerin TRA’nın 25’inci yıldönümüne ilişkin olumlu açıklamalarda bulunmaları Çin’de sert tepkiyle karşılandı. 13 Nisan’da Çin Dışişleri Bakanlığı Basın Sözcüsü Kong Quan, ABD’nin son zamanlardaki davranışlarının 1982’deki ortak bildirgeye aykırı olduğunu ve TRA’ya bağlı kaldıkları sürece ABD-Çin ilişkilerine zarar vereceklerini açıkladı. Ayrıca ABD’nin, ayrılıkçı Tayvan lideri Chen Shui Bian’e destek vermekten ve bağımsızlık konusunda cesaretlendirmekten vazgeçmesi gerektiğini; çünkü bunun direkt olarak Çin Halk Cumhuriyeti’nin egemenliğine ve iç meselelerine müdahale anlamı taşıdığını belirtti. Tabii ki böyle sert bir açıklama tamamen ABD’ye karşı tehdit unsuru taşımakta. Ancak asıl cevap aranan soru, ABD’nin Tayvan meselesinde ne yapmak istediği. Birkaç ay öncesine kadar bölgede denge politikası izleyerek Çin’in kendi iç meseleleriyle uğraşmasını ve bu sayede zaman kazanmayı düşünen ABD hükümeti -çünkü hem Irak meselesi belirsizliğini sürdürürken, hem de başkanlık seçimleri yaklaşmışken bölgedeki bir huzursuzluk mevcut hükümet için içinden çıkılmaz bir hal alabilirdi- ne oldu da, bir anda Tayvan konusunda daha saldırgan bir politika izlemeye başladı?
ABD Soğuk Savaşı mı Özledi?
Pentagon’un geçtiğimiz günlerde yayımladığı “Çin’in Askerî Yapılanması’na Dair Rapor”da, Çin’in son zamanlarda dünyanın en çok askerî malzeme ithal eden ülkesi durumuna geldiğinin ve bu yapılanmanın Tayvan ve ABD tehditlerine karşı savunma bazlı olduğunun altı çizilerek, çok açık bir şekilde “Çin, ABD için bir tehlikedir” mesajı verilmek istendi. Raporun yayımlandığı gün Tayvan’ın ABD’den toplam 8,93 milyar dolar değerinde 8 adet dizel motorlu klasik denizaltı almaya karar vermesi de zihinlerde soru işareti bırakan bir ayrıntı. Diğer taraftan Çek Cumhuriyeti’nin Çin’e satacağı radar sistemlerini ABD’nin araya girerek satın alması, Çin’i çevreleme stratejisinin yoğunlaşarak arttığının ve Çin-Avrupa Birliği ilişkilerini de baltalama amacı taşıdığının bir göstergesi.
Yine Haziran 2004’ün başında ABD senatörlerinden Taylor’ın, Çin’in ABD ile ikili ticaretinde bilinçli olarak daima ticaret fazlası bıraktığını iddia ederek bu durumu Çin’in askerî yapılanmasıyla ilişkilendirmesi, ikili ilişkilerdeki gerginliğin temelinde ekonomik nedenlerin yattığı fikrini uyandırdı. Ancak ABD’nin ekonomik nedenlerden dolayı yaptığı baskılara Çin kesinlikle karşı çıkıyor. 22 Nisan’da ABD Ticaret Odası ve ABD-Çin İş Konseyi’nin ortaklaşa verdiği yemekte Çin’de yatırım yapan 500 işadamına konuşan Çin Başbakan Yardımcısı Wu Yi, ABD’nin dünya çapındaki ihracatının son 3 yılda %9 büyüdüğünü, bu büyüme içerisinde Çin’e yapılan ihracatın %76’lık dilime sahip olduğunu ve bunların ABD’nin açıkladığı veriler olduğunu belirterek Çin’in artık tek taraflı olarak ikili ticari dengeyi sağlamak için çaba sarf etmeyeceğini; bunun yerine ABD’nin Çin’e uyguladığı ihracat kısıtlamalarını tekrar gözden geçirmesi gerektiğini belirtti. Ayrıca ABD’nin ticarî korumacılık yöntemiyle işsizlik problemine köklü çözümler üretemeyeceğini söylemesi, pek çok iç sorununa Çin’i bahane gösteren ABD’ye bir uyarı mesajıydı.
Son dönemde Tayvan sebebiyle ABD-Çin ilişkilerinin gerilmesine yol açan diğer bir olay ise, ABD’nin Tayvan’ı Amerikan Devletleri Organizasyonu’na (OAS) gözlemci olarak kabul ettiğini açıklamış olması. 1948’de kurulan organizasyon 34 Amerika kıtası ülkesini içeriyor ve Washington merkezli çalışıyor. Bölgesel sorunların çözümlenmesi amacıyla kurulmuş olan organizasyona Çin, 26 Mayıs 2004 tarihinde gözlemci ülke olarak kabul edilmişti. Tayvan’ın organizasyona çağırılması, Çin’in egemenliğine ve topraksal bütünleşmesine saygısızlık olarak nitelendirildi. Çin yetkilileri durumdan rahatsızlıklarını Ekvador’daki Büyükelçisi Zen Gang yolu ile OAS üyesi ülkelere bildirmiş olsalar da, bu eylem Çin’in ABD politikalarına artık güvenememesinin önemli bir nedenini oluşturuyor.
Tüm bu gelişmeler, uluslararası kamuoyunda terörü ortak düşman ilan eden ve emperyalleşme çabalarını meşrulaştırma stratejisi Irak’ta başarısız olan ABD’nin, alternatif olarak yedekte beklettiği Soğuk Savaş stratejisini tekrar denemeye çalıştığına işaret ediyor. Ancak bu sefer kendisine hedef olarak seçtiği Çin, sağlam siyasî iradesiyle kolay lokma olacağa benzemiyor. Para birimi RMB (Yuan)’yi yeniden değerlendirmesi konusunda Çin’e yaptığı baskılardan sonuç alamayan, çevreleme politikasında ise 1997 Asya Krizi’yle birlikte bölgedeki kaleleri Japonya ve Güney Kore’nin ekonomik açıdan Çin’e bağımlı hale gelmesine engel olamayan ABD’nin tek kozu olarak Tayvan kalmış görünüyor. Ancak unutulmamalı ki, yaklaşık 300 bin Tayvanlının Çin toprakları içerisinde yatırımı bulunuyor ve Tayvan ekonomik açıdan birçok Asya-Pasifik ülkesi gibi Çin’e bağımlı durumda. Ayrıca Tayvan’da çıkabilecek herhangi bir huzursuzluk bütün Asya-Pasifik bölgesini olumsuz etkileyeceğinden ve bu tüm dünya ekonomisini belli bir süre istikrarsızlığa sürükleyebileceğinden, uluslararası sistemin diğer önemli aktörleri olan Avrupa Birliği ve Rusya da bölgede doğabilecek herhangi bir karışıklığa olumlu bakmıyor. Bugünlerde cevap aranan en önemli soru ise, şu anda Çin’in gündeminde olan Tayvan’a ekonomik ambargo fikri uygulamaya geçirildiği takdirde ABD, 1997 Asya Krizi’nde yaptığı gibi Tayvan’ı kaderi ile baş başa mı bırakacak?
Paylaş
Tavsiye Et