KÜRESEL arenada uluslararası sistem dinamikleri değişirken muhtemel yeni dünya düzeni üzerine kurgulanan senaryolar da gün geçtikçe artıyor. Bütün bu senaryoların ortak paydası ise Çin Halk Cumhuriyeti’nin bu yeni düzende etkin ve belirleyici bir güç olacağı fikridir.
Yeni dünya düzeninin medeniyetler arası etkileşim üzerine inşa olacağı varsayımını göz önüne alırsak, Konfüçyen medeniyetin etkin olduğu Doğu Asya’da, bu medeniyetin doğum yeri olan Çin’in, medeniyetinin tarih, kültür gibi birikimlerini, sahip olduğu jeopolitik konum ve demografik güçle birleştirmesi ve bunu istikrarlı bir siyasi idare ile desteklemesi durumunda baş aktör rolünü üstlenmesi çok zor bir olasılık gibi gözükmüyor. 1980’lerden günümüze göreceli liberalizasyon süreci içerisinde ulusüstü organizasyonların da baskısıyla formel bir yapıya bürünmeye çalışan Çin hükümetinin dominant gücü Çin Komünist Partisi de çözülme dönemindeki başıbozukluktan maksimum faydayı sağlamak ve muhtemel sistem içerisinde etkin bir rol almak için bütün gücüyle çalışıyor. Özellikle Çin Halk Cumhuriyeti Başbakanı Wen Jiabao’nun 14 Mart 2004’teki 10. Milli Kongre’de Çin’in barışçıl yükselişi ile ilgili belirttiği 5 öncelikte “Çin’in yükselişi diğer devletler için tehlike olmayacaktır; hegemon devlet olmayı ne şimdi istiyoruz, ne de güçlü olduktan sonra isteyeceğiz” açıklaması Çin hükümetinin muhtemel dünya düzenini ne kadar iyi kavradığının en büyük göstergesi.
Ekonomi-Güvenlik İkilemi ve Bölgesel Güç Olarak Çin
Bir önceki Çin Halk Cumhuriyeti Başkanı Jiang Zemin döneminde ekonomik ve ticarî ilişkilerin devamlılığı üzerine kurulu olan Çin diplomasisi, öyle görülüyor ki, yeni başkan Hu Jintao döneminde güvenlik konusunu da ekonomi ile birlikte bir dış politika aracı olarak kullanma çabasında. Bunun en büyük ispatı ise Jintao’nun başkanlığa geldikten sonra ilk diplomatik gezisini Rusya’nın başkenti Moskova’ya yapmış olması. Çin bir taraftan büyük güçlerle dengeli ilişkisini sürdürürken, diğer taraftan büyük önem atfettiği bölgesel bir güç olmak fikriyle, komşu ülkeler tarafından tehdit olarak algılanan imajını yıkmak için girişimlerde bulunuyor.
Özellikle 1997 Asya finansal krizinde Amerika’dan umduğu yardımı bulamayan Güneydoğu Asya ülkelerinin Çin ile ticari ilişkilerini yoğunlaştırması, bu imajın yavaş yavaş değişmesinde ve Çin’in komşu ülkeler üzerindeki etkisinin artmasında büyük rol oynadı. 1 Ekim 2003’te Tayland ile imzalanan ve 188 ürünü içeren karşılıklı gümrük vergi muafiyeti antlaşması, 7 Ekim 2003’te Endonezya’nın Bali adasında yapılan ASEAN toplantısında Japonya ve Güney Kore ile imzalanan serbest ticaret ve ekonomik birliktelik konularını içeren 3’lü ekonomik konfederasyon ve yine aynı ayda Güneydoğu Asya Dostluk ve İşbirliği Antlaşması’nda ismi geçen ASEAN üyelerinin arasında ilk kez ASEAN üyesi olmayan bir ülke olarak Çin’in bulunması, ülkenin bölgedeki gücünü artırma çabasını ispatlıyor. Ayrıca 2003 yılının verilerine göre Japonya, Güney Kore gibi bölgenin güçlü ülkeleri ile birlikte Tayvan ve Hong Kong’u da içine alan Doğu Asya ülkelerinin Çin’e yaptığı ihracat bir önceki yıla göre %30 artmış durumda. Çin’in Japonya ile yaptığı ticaretten 14,7 milyar dolar, Güneydoğu Asya ülkelerinden 16,4 milyar dolar ve Güney Kore’den 23 milyar dolar ticaret açığı bulunmakta. Bu durum Çin’in yavaş yavaş Doğu Asya’nın ticarî motoru durumuna geldiğini gösteriyor.
Dünyada gelişmekte olan ülkeler sıralamasında ilk ikiyi paylaşan Çin ve Hindistan arasındaki ilişkiler de Hindistan Başbakanı Vajpayee ve Savunma Bakanı Fernandes’in Çin ziyaretleri ve 2003’ün Kasım ayında iki ülke donanmalarının gerçekleştirdiği ortak tatbikat sonrasında yeni bir boyut kazandı. Muhtemel düzenin en önemli yapı taşlarından olarak gösterilen Çin ve Hindistan arasındaki ilişkilerin yoğunlaşması bu senaryoların doğruluğuna başka bir kanıt olarak gösteriliyor.
Orta Asya-Çin İlişkileri ve Muhtemel Asya Birliği
Orta Asya özellikle güvenlik kavramı açısından Çin için büyük önem taşıyor. Bu bağlamda 1998’de Çin’in önderliğinde Şanghay Beşlisi adı altında başlatılan, Çin, Rusya, Kazakistan, Kırgızistan ve Tacikistan’ı içeren ve sonrasında Şanghay İşbirliği Organizasyonu’na dönüşecek olan platform Alma-Ata zirvesinde eşit ve adil bir yeni dünya düzeni üzerine ilk ortak deklarasyonunu açıkladı. 2001 yılı Haziran ayında SCO resmi bir organizasyon haline dönüştü. Ekonomi, ticaret ve güvenlik konularında işbirliğine öncelik veren organizasyon 2003 yılının Ağustos ayında teröre karşı ortak hareket etme kararı alarak, biri Kazakistan, diğeri Çin’de olmak üzere iki askerî tatbikat düzenlemeyi kararlaştırdı. Transnasyonal organizasyonların etkin olacağı bir dünya düzeninde SCO ve benzeri bir organizasyonun kutuplardan biri olması büyük bir olasılık. Hindistan ve Güney Kore gibi ülkelerin de bu organizasyona üyelikleri söz konusu olursa bu ihtimal daha çok güçleniyor. Japonya’nın ise ticari konular dışında politik bir organizasyonda Çin ile ortaklık kurması tarihi perspektiflerin ışığında zor gözüküyor.
Orta Asya’nın Çin için diğer bir önemi ise bölgenin enerji kaynakları yönünden zengin olması. Çin’in hızla gelişen ekonomisi ile doğru orantılı olarak enerji talebi de artış gösterdi. 2003 yılında 80 milyon ton petrol ithal eden ülkede bu değer ülkenin toplam petrol talebinin %30’una denk geliyor. Ve tahminlere göre 2010 yılında Çin’in ithal ettiği petrol oranı toplam talebinin %61’ine; 2020’de ise %77’sine denk gelecek. Orta Doğu’nun jeopolitik konumu nedeniyle huzura kavuşamaması da Çin’i Orta Asya’ya iten en önemli faktörlerden biri. Bu bölgedeki ülkelerin Çin ile benzer bir politik değişim süreci içerisinde olmaları, bölge ülkeleri ve Çin arasında önemli bir ortak payda oluşturmakta.
Paylaş
Tavsiye Et