1979 ŞUBATI’NDA İslam Devrimi’nin gerçekleşmesiyle birlikte İran tarihinde yeni bir sayfa açılmış oldu. Kısa süreli kesintiler hariç tutulursa, yaklaşık 2500 yıldır Şahlık sistemiyle yönetilmekte olan İran halkı, İslam Cumhuriyeti’nden çok şeyler bekliyordu. Nitekim halkın bu beklentisi referanduma da yansıdı ve İslam Cumhuriyeti isteyenlerin oranı %98’i buldu. Aslında hiç kimse İslam Cumhuriyeti’nden tam olarak neyin kastedildiğini bilmiyordu. Devrim’in içinde yer alan farklı gruplar, bu cumhuriyeti kendi görüşlerine yakın şekilde yorumluyordu. Örneğin; Bazergan’ın lideri olduğu Özgürlük Hareketi Batılı değerlere yakın liberal ve demokratik bir cumhuriyet düşlerken, Halkın Mücahitleri gibi sol gruplar sosyalizm eğilimli bir İslam Cumhuriyeti’ni savunuyordu.
Mehdi Bazergan’ın başbakanlığında geçici hükümetin kurulmasıyla bu görüş ayrılıklarının ne kadar derin olduğu ortaya çıktı. Birçok devrimci grup, hükümeti umursamaksızın faaliyetlerine devam ediyordu. Sonunda “İmam’ın İzindeki Öğrenciler” tarafından ABD’nin Tahran Büyükelçiliği’nin ele geçirilmesiyle, Geçici Hükümet ile Humeyni’ye bağlı devrimci gruplar arasında, zaten gergin olan ilişkiler tamamen koptu. Humeyni, ABD Büyükelçiliği’nin ele geçirilmesini İkinci Devrim olarak nitelerken, Geçici Hükümet’e ve Özgürlük Hareketi’ne göre bu hareket uluslararası diplomasi kurallarına aykırı, yasadışı bir eylemdi. Öte yandan bu olay, Özgürlük Hareketi’nin İran siyaset sahnesinden silinmesi açısından sonun başlangıcı oldu. Ardından, kökleri Devrim öncesine uzanan ayrılıkçı hareketlerin, ülkenin hemen bütün bölgelerine yayılması; başta Kürt bölgeleri olmak üzere Huzistan, Azerbaycan, Belucistan ve Türkmen Sahra gibi azınlıkların yaşadığı bölgelerin kurtarılmış bölgeler ilan edilmesi ve merkezî yönetime bağlı güvenlik güçleriyle çatışmaların artmasıyla halkın ümitleri, yerini tedirginliğe bıraktı. Bunlara, aylarca süren sınır çatışmalarının ardından Irak’ın İran’ın havaalanlarını bombalaması ve 1975 Cezayir Antlaşması’nı tanımadığını resmen açıklamasıyla başlayan İran-Irak Savaşı da eklendi. Son olarak Ayetullah Beheşti’nin lideri olduğu İslam Cumhuriyeti Partisi’yle girdiği mücadeleyi, Humeyni’nin son tavrını ortaya koymasıyla kaybeden Cumhurbaşkanı Beni Sadr’ın, Halkın Mücahitleri örgütü lideri Mesud Recevi ile birlikte yurtdışına kaçması, ülkede yaklaşık üç yıldır devam eden iç mücadelenin galibini ilan etti. Halkın Mücahitleri, bu yenilginin intikamını almak için terör eylemlerine başvurarak, içlerinde Ayetullah Beheşti’nin ve daha sonra Cumhurbaşkanı seçilen Ali Recai’nin de yer aldığı birçok üst düzey yöneticiyi öldürse de, sonuç değişmedi.
İlk Yılların Ardından Gelen Liberalleşme
1973-79 yılları arasında petrol fiyatlarında yaşanan yüksek artışın yol açtığı büyük ancak dengesiz gelişme, birçok gözlemci tarafından İran Devrimi’nin ana sebeplerinden birisi olarak gösterilir. Şah rejimi, elde ettiği büyük gelirlerle toplumsal ve ekonomik altyapıyı geliştireceğine, ithalata ve silahlanmaya yönelik bir politika izledi. Nixon’un “Çifte Sütun” doktrini doğrultusunda, gelişmiş ABD silahları satın alan İran, bunların kullanımı için gerekli eğitimi sağlamak amacıyla ABD’den askerî uzmanlar getirdi. 1978’de İran’daki Amerikalı askerî personel sayısının, aileleriyle birlikte 50 bine ulaştığı belirtilir.
Kırsal alanlardan şehirlere göç eden ve varoşlarda biriken halk yığınları için Şah’ın politikaları İran’a ihanet anlamına geliyordu. Başkent Tahran’da bile henüz kanalizasyon şebekesi yokken, milyarlarca dolarlık F-14, F-15 ve F-16 siparişleri verilmesi İran’ın petrol gelirlerini Amerika’ya peşkeş çekmek olarak yorumlanıyordu. Halkın gün geçtikçe artan hoşnutsuzluğunu dile getiren ve liderliğe soyunan iki grup vardı: Aydınlar ve din adamları. Çoğunlukla yurt dışında okuyan ve idealist düşüncelere sahip muhalif aydınlar arasında, sosyalizmin izlerini taşıyan İslamî ideoloji hakimdi. Bunların en etkilisi Ali Şeriati iken, ulema içinde ise ABD’ye verilen kapitülasyonlara karşı 1963’te gösterdiği şiddetli tepkiden dolayı tutuklanarak önce Türkiye’ye sonra Irak’ın Necef şehrine sürgüne gönderilen Ayetullah Humeyni en belirgin muhalif çehreyi oluşturmaktaydı.
Şah’ın ülkeyi terk etmesinden kısa süre sonra İran’a gelen ve milyonlarca İranlı tarafından bir kahraman gibi karşılanan Humeyni, Bahtiyar hükümetini azlettiğini ve Bazergan başkanlığındaki geçici hükümeti tayin ettiğini açıkladı. Önce geçici hükümetin, ardından Beni Sadr’ın sahneden çekilmesiyle iktidar tamamen Beheşti, Hamaney ve Rafsancani’nin liderliğini yaptığı İslam Cumhuriyeti Partisi’nin eline geçti. Diğer yandan Irak’la yapılan savaş, muhalefetin tasfiyesi için uygun ortamı yaratmış oldu.
İran-Irak Savaşı’nın sona ermesi ve ardından Humeyni’nin ölmesi, İran Devrim tarihinde yeni bir sayfanın açıldığını gösteriyordu. Savaş ülkeyi tam bir iflasın eşiğine getirmiş, bütün döviz stokları erimiş; başta Büyük Abadan Rafinerisi olmak üzere, Körfez’deki petrol tesislerinin önemli bir kısmı tahrip olmuş ve ülkede on yıl boyunca yatırım yapılmamıştı. Savaş boyunca yaşanan nüfus patlamasının, ülke nüfusunu 35 milyondan 60 milyona çıkarmış olması da ekonomiyi içinden çıkılmaz hale getiren unsurlardan biriydi. İran’ın uğradığı maddî kayıp yüz milyarlarca dolarla ifade ediliyordu.
Böylesi bir dönemde iş başına gelen Rafsancani işe, yönetimdeki ikiliği ortadan kaldırmak için Anayasa’da değişiklik yapmak suretiyle başbakanlığı lağvetmekle başladı. Bu, aynı zamanda Mir Hüseyin Musevi ve ekibinin yönetimden fiilen uzaklaştırılması anlamına geliyordu. Rafsancani bütün enerjisini, kötü durumdaki ekonomiyi rayına oturtmak için harcadı. Siyasî-ideolojik sloganlar hafifletildi, devrim sırasında yurt dışına kaçmış İranlılardan suç işlememiş olanların ülkeye dönmelerine izin verildi ve halka toplumsal alanda daha fazla özgürlükler verilmesi amacıyla bazı adımlar atıldı. Bu konuda Rafsancani’nin ailesi, özellikle kızı ön plana çıktı ve İslam’ın, insanların bireysel özgürlüklerine önem verdiği, örfün mutlaklaştırılmasının doğru olmadığı yönünde açıklamalar yaptı. Rafsancani, politikalarına destek bulabilmek için Mücadeleci Din Adamları Teşkilatı’na alternatif olmak üzere, İran’ın Bayındırlık İşçileri adında teknokratlardan oluşan ve Tahran eski Belediye Başkanı Kerbasçi’nin de yer aldığı bir parti kurdu. Kerbasçi’nin, Rafsancani’nin açık desteğiyle Tahran’da büyük başarılar kazanması, halk arasındaki popülerliğinin ciddi şekilde artmasına neden oldu. Rafsancani’den sonra cumhurbaşkanı olacağına kesin gözüyle bakılmaya başlanan Kerbasçi’nin iç rekabet ortamında karşıt grup tarafından tasfiye edilmesi, sanılanın aksine Meclis Başkanı Natık Nuri’ye değil, o ana kadar pek ön planda olmayan ve siyasî faaliyetlerden çok kültürel çalışmalarla tanınan Muhammed Hatemi’ye yarayacaktı.
Hatemi, iş başına gelir gelmez liberal düşünceleriyle tanınan ve Bayındırlık İşçileri’nin önde gelen şahsiyetlerinden olan Ataullah Muhacirani’yi Kültür Bakanlığı’na getirdi. Bu durum, kısa sürede çok sayıda yeni reformist gazete ve derginin yayın hayatına başlamasına ve başta geçmiş dönem icraatları ve yetkilileri olmak üzere birçok alanda ciddi eleştirilerin getirilmesine yol açtı. Bu eleştiri furyasından nasibini alanlardan biri de, önceki Cumhurbaşkanı Haşimi Rafsancani’ydi. Diğer yandan, reformistlerin kesin hakimiyeti altındaki Meclis de çeşitli kanunlar çıkararak ülkedeki özgürlükleri artırmaya çalıştı. Buna karşılık muhafazakârların elindeki en etkili silah olan Anayasa Konseyi, sık sık kanunları veto ederek bu alanda önemli bir gelişmeye imkan tanımadı. Yine de ülkede eskiye oranla çok daha açık bir atmosfer oluştuğu inkar edilemez bir gerçek; bu durum başta İran’ın siyasal ve kültürel hayatında oldukça önemli bir role sahip olan üniversiteler olmak üzere, birçok kurumu etkiledi ve bunlar muhafazakârların 25 yıllık mutlak egemenliğinden sonra, reformistlerin kontrolüne geçti. Burada kaydedilmesi gereken nokta, reformistlerin hemen hemen tamamının eski muhafazakârlardan ya da Mir Hüseyin Musevi’nin ekibindeki kişilerden oluştuğudur. Örneğin, Devrim’in ilk dönemlerinde devrim savcılığı yapan ve verdiği idam kararları ile özellikle yurtdışında büyük tepki toplayan Ayetullah Halhali, reformistlerin en önde gelen simalarından biriydi. Buna bir başka örnek, Devrim’in başında ABD Büyükelçiliğini ele geçiren İmamın İzindeki Öğrenciler’in eylem boyunca sözcülüğünü yürüten Masume İbtikar’ın, Cumhurbaşkanı Yardımcısı olan ilk kadın unvanıyla çevre işlerinden sorumlu olmasıdır. Bizzat Hatemi’nin kendisi bir dönem Musevi’nin kabinesinde Kültür Bakanlığı görevinde bulunmuş ve cumhurbaşkanı olmadan önce, Gazvin şehrinde bulunan Uluslararası İmam Humeyni Üniversitesi’nde yaptığı konuşmada, adaylığının Musevi’nin onayıyla olduğunun altını çizmişti. Bugün de Cumhurbaşkanlığı Başdanışmanlığı görevini yürütmekte olan Musevi’nin, gelecek yıl yapılacak seçimlerde cumhurbaşkanlığı için adaylığını koyacağı öne sürülüyor. Zaten muhafazakâr basın, şimdiden Musevi’yi yıpratma kampanyasına başlamış durumda.
Paylaş
Tavsiye Et