Kullanıcı Adı: Şifre    
   
  veya Üye olun | Şifremi unuttum
  Arama / Gelişmiş Arama  
   
Skip Navigation LinksArşiv (September 2004) > Dosya > ABD-İran denklemi
Dosya
ABD-İran denklemi
Hasan Basri Kurt
1997 SEÇİMLERİNDE Muhammed Hatemi’nin İran Cumhurbaşkanlığına seçilmesi uluslararası alanda olduğu gibi ABD’de de büyük bir heyecanla karşılandı. Hatemi’nin seçimden ezici bir zaferle çıkmasının ardından yeni dönemde ABD-İran ilişkilerinin düzelmesi yönündeki beklentiler, dönemin başkanı Clinton’ın ağzından “umut dolu bir gelişme” sözleriyle ifade ediliyordu. Soğuk Savaş sonrası dönemde, bölge ülkeleriyle ekonomik ilişkilerini artıran İran, bir yandan Orta Asya Türk Cumhuriyetleri ve Rusya ile, diğer yandan da Çin’le daha sıkı ilişkiler kurma yoluna gitmişti. ABD ise Avrupalı müttefiklerinin, İran’ı bölgede yalnızlaştırmak ve güçsüz hale getirmek için uygulanan ambargoları birer birer delmesi nedeniyle İran’a karşı izlediği politikada yalnızlaşıyordu. İran’da muhafazakârlara karşı değişimin simgesi haline gelen Hatemi’nin seçimleri kazanması, bu süreçte ABD’nin İran’la ilişkileri yeniden kurmak için kaçırılmayacak bir fırsat olarak yorumlandı. Dünya petrol üretiminin %5’lik kısmını karşılayan yetmiş milyonluk İran, gerek ekonomik potansiyeli gerekse Orta Doğu’da istikrarın sağlanması, Körfez petrollerinin güvenliği ve Hazar havzasının kontrolü açısından kilit jeostratejik konumuyla, kendinden önceki hegemon güçler gibi ABD’nin de ilgisini her zaman sıcak tutmuştu. Dünya sistemi açısından siyasî boşlukların ciddi krizlere yol açtığı Orta Doğu bölgesinde, İran gibi sınırları itibariyle birden fazla jeostratejik bölgeyi içine alan ve enerji kaynaklarının denetimi ve güvenliğinde vazgeçilmez role sahip bir ülkenin gözden çıkarılması beklenemezdi. ABD bu dönemde İran’da rejim problemini gündeminden çıkardı ve İran’ın belli başlı politikalarına karşı bir eylem planı oluşturma yoluna gitti. Diğer yandan, bölgede etkin bir güç olmak isteyen İran ise bunu sağlayacak teknolojik alt yapı ve meşruiyet zemini için ABD’ye muhtaç durumdaydı. Ancak İran-ABD ilişkilerinde her şey kağıt üzerinde göründüğü kadar kolay değildi. İran’da 1979 Devrimi sonrası hâkim dış politika kimliğindeki keskin çizgiler ABD’nin uluslararası arenada yapmak istedikleriyle çatışınca, iki ülke arasında bir işbirliği zemini de mümkün görünmüyordu.
1979 kışında İran Şah’ının tahttan indirilmesi ve Humeyni önderliğinde İran İslam Cumhuriyeti’nin kurulmasıyla bütün gözler bu ülkeye çevrildi. İran Devrimi yalnızca Şah’a karşı değil onun en büyük destekçisi ABD’ye karşı da bir devrimdi. Devrimin Amerikan karşıtı kimliği, İslamcı olmasından çok İran’ın II. Dünya Savaşı sonrasında yaşadığı; 1953’te Başbakan Musaddık’a karşı girişilen CIA destekli darbenin ve sonrasında Amerika’nın meclise karşı Şah’ın güçlendirilmesi için giriştiği gizli faaliyetler gibi tecrübelerin bakiyesini taşımasından kaynaklanıyordu. Devrimi gerçekleştirenler, ülkenin yaşadığı olumsuzluklardan Şah’ı ve onun destekçisi ABD’yi sorumlu tutuyorlardı. Humeyni’nin yönetimde tek söz sahibi haline gelmesiyle iki ülke arasındaki ilişkiler bütünüyle bozuldu. İran önceki dönemde parasını ödediği silahları ABD’den alamadı. Amerikan silahlarıyla donatılmış ordu ve özellikle hava kuvvetleri, yedek parça eksikliği ve bakımların yapılamaması nedeniyle güçsüz bir duruma düştü. Tüm bunlar olurken, 79 Ekimi’nde bir grup öğrenci Amerikan Büyükelçiliği’ni basarak Amerikalı diplomatları rehin aldı. ABD Başkanı Carter, baskının yeni hükümetin izniyle gerçekleştiğini öne sürdü ve kısa bir süre sonra İran’la diplomatik ilişkileri kestiğini açıkladı. Rehine krizinin sona erdiği 1981 Ocakı, Reagan’ın başkan olduğu ve ABD’nin 1980 Nisanı’ndaki başarısız kurtarma operasyonunun da etkisiyle iki ülke arasındaki ilişkilerin tamamıyla bittiği tarihe işaret ediyordu. Devrim ideolojisi en katı haliyle İran’ın dış politikasına hâkimdi. Devrimin lideri Humeyni’nin ABD’yi büyük şeytan olarak adlandırması, İran’ın bu dönemde ABD’ye olan bakış açısını açıkça ortaya koyuyordu. İran, devrimin hemen sonrasında Tahran-Washington hattındaki gerginliği fırsat bilen Saddam’ın İran’a saldırmasının arkasında da yine ABD’yi görüyordu. ABD, 1983 yılında Beyrut’taki Amerikan deniz karargâhına yapılan bombalama eylemine destek vermekle suçladığı İran’ı “uluslararası teröre destek veren ülkeler” listesine aldı. Bu süreçte meydana gelen gelişmeler, Tahran-Washington arasındaki gerginliğin gelecek 25 yılda oluşacak Orta Doğu ve enerji politikalarına damgasını vuracağının da habercisiydi.
1989’da Humeyni’nin ölümüyle ABD tarafındaki beklenti, devrimin sert çekirdeğinin kırılacağı ve ilişkilerin rayına gireceğiydi. Ancak beklenen olmadı; 95 ay süren İran-Irak Savaşı sırasında Amerika’nın Irak’a destek vermesi, ülkedeki Amerikan karşıtlığının kemikleşmesine neden olmuştu. Geride bırakılan on yılda devrim, Amerika’nın tüm çabasına ve izolasyon politikasına rağmen ayakta kalabilmişti. Humeyni’den sonra yönetime gelen Haşimi Rafsancani döneminde, ABD ile ilişkilerde herhangi bir değişiklik olmadı. Filistin sorunu, uluslararası terörizm, Körfez petrollerinin güvenliği ve Orta Doğu’da istikrarın sağlanması konularında, İran ve ABD farklı diller konuşuyordu. Bu dönemde ABD’nin bölgede enerji kaynaklarının güvenliği için istikrarı kendi yöntemleriyle, bölgesel güçleri göz ardı ederek sağlamak istemesi ve Filistin sorununda İsrail yanlısı bir tutum takınması, İran tarafının temel çekincelerini oluşturuyordu. İran için ABD hâlâ “büyük şeytan”dı ve İsrail’e verdiği destekle bölgedeki istikrarsızlığın da temel nedeniydi.
İzleyen dönemde Soğuk Savaş’ın sona ermesinin getirdiği fırsatlar ve Körfez Savaşı’nın üzerindeki zorlayıcı etkisiyle İran, dış politikasında bir dizi açılıma gitti. Bu açılımın temel çerçevesi, bölge devletleriyle ve Avrupa’yla ekonomik ilişkileri artırmak ve yeniden bölgesel güç haline gelmek olarak çizilebilir. İran izlediği bu politikada büyük ölçüde başarıya ulaşacaktı. Gerek Orta Asya ve Kafkaslarda kurulan yeni devletlerle kurduğu ekonomik ilişkiler, gerekse Körfez ülkeleriyle ilişkilerin düzeltilmesi yönündeki çabalar, bu dönem için altı çizilmesi gereken gelişmelerdi. İran yıllar sonra bölgede diplomatik yolları kullanarak inisiyatif alma yönünde politikalar oluşturuyordu ve durum ABD’nin bölge için tasarladığı denklemde yer almıyordu. İran’ın nükleer güç olabilme yönündeki çabaları da eklendiğinde ABD için İran bir problem olmaya devam ediyordu. 1993’e gelindiğinde, ABD, İran ve Irak için bir masa başı projesi olan “ikili çevreleme” politikasını uygulamaya koyacaktı. İran’ın izlediği politikalara Soğuk Savaş sonrası dönemde uluslararası toplumun yapısının değişmesi de eklendiğinde ABD, “ikili çevreleme” politikasının İran ayağında başarısızlığa uğradı. Hatemi’nin cumhurbaşkanı seçilmesiyle Washington, İran rejimiyle ilgili tartışmaları rafa kaldırdı ve bunun yerine bu ülkenin izlediği birtakım politikaları eleştirme yolunu seçti. Uluslararası teröre destek verdiği ve insan hakları ihlalleri yaptığı iddialarıyla ABD’nin İran’a yönelttiği eleştiriler, aynı zamanda İran’ın büyük hataları olan meşru bir yönetim olarak tanınması anlamına geliyordu. Bu durum dahi ABD için devrim niteliğinde bir adımdı. Ancak Hatemi döneminde de, ABD ile olan resmî ilişkilerde bir mesafe alınamadı.
11 Eylül sonrasında Bush yönetimi İran’ı “şer ekseni”nin bir parçası olarak ilan etti. ABD’nin terörün kaynağı olarak gördüğü bu eksende İran, gerek jeostratejik konumu, gerekse son on yılda izlediği politikalarla Washington yönetimini zorluyor. Enerji ve bölgesel istikrar ekseninde gidip gelen ilişkilerde, Tahran ve Washington farklı kimlikleri ile zıt kutupları temsil ediyor. Bugün ABD, İran’ın bölgedeki gücünü artırmasına engel olmak isterken İran, ABD’nin bölgedeki etkinliğini en aza indirmeye çabalıyor. Filistin sorununda iki taraf arasında yaşanan gerginlikler, ABD’nin İran’ın nükleer silah ürettiği ve uluslararası terörizme destek verdiği iddiaları ve İran’da insan hakları ihlalleri olduğu şeklindeki söylemleriyle birleşince, Tahran-Washington hattındaki gerginliğin yakın dönemde daha da tırmanacağını kestirmek zor görünmüyor.

Paylaş Tavsiye Et
Yazara ait diğer yazılar
Hasan Basri Kurt