ABD BAŞKANLIK seçimlerinden sonra Dışişleri Bakanı Powell’ın istifa ederek yerini daha sert politikalara taraftar olan Condoleezza Rice’ın alması ve Felluce’de yapılan katliamlar, ABD dış politikasında bir sapma olmayacağını, aksine mevcut kibirli, saldırgan tutumun en azından kısa vadede sürdürüleceğini işaret ediyor.
Dünya barışı ve uluslararası düzenin geleceğini tehdit eden böylesi olumsuz bir dönemde, ABD’nin seçkin bazı üniversitelerinde seçimlerin hemen ardından düzenlenen konferanslar, kısık sesle de olsa ABD yönetimini akl-ı selime davet eden katılımcılara ev sahipliği yaptı.
6 Kasım’da Massachusetts Institute of Technology’de düzenlenen konferans için “Çifte İşgal: ABD’nin Orta Doğu Politikasında Kaba Güç Kullanımından Hukukun Üstünlüğüne” başlığı uygun görülmüştü.
Konferansın açılış konuşmasını yapan Noam Chomsky, ABD halkının büyük çoğunluğunun, saldırıya maruz kalma veya açık bir saldırı ihtimali gibi son derece kısıtlı şartlar dışında, uluslararası ilişkilerde güç kullanımına karşı olduğunu belirten bir araştırmaya atıfta bulunarak, ABD vatandaşlarının aslında ülkelerinin, onaylamasa dahi BM kararlarına uyması gerektiğine inandığını ifade etti. Ancak Chomsky’nin de belirttiği gibi bu tür araştırmalar ülkenin önemli yayın organlarında ve siyasî arenada yeterince yer bulamıyor. Chomsky, hem Cumhuriyetçi hem de Demokrat Parti’nin ‘gerçekten’ tartışmamaları nedeniyle, politik gündemde bu mevzuların yer bulamadığından yakınarak, bunun da gerçek bir demokratik toplum olmada önemli eksiklikler doğurduğunu vurguladı.
Chomsky’nin ifadesine göre, benzer araştırmalardan birinde Filistin-İsrail meselesinde görüşleri alınan ABD’lilerin sadece %17’si, İsrail’in koşulsuz desteklenmesi gerektiğini ifade ederken geri kalan büyük çoğunluk, ABD’nin bu meselede tarafsız kalması gerektiğine inanıyor. Fakat bu ve benzeri araştırmalar, maalesef siyasete yön veremiyor.
Aynı konferansa panelist olarak katılan Teksas Üniversitesi’nden Robert Jensen de gelmiş geçmiş en zengin toplum olan ABD halkının sahip olduğu refah düzeyinin kaçınılmaz biçimde paranoyaya neden olduğunu; zenginliklerinin ellerinden alınmak istendiğine inanan böylesi bir toplumun özellikle orta ve üst sınıfları arasında korku yaratmanın ve saldırgan bir dış politikayı meşrulaştırmanın çok kolay olduğunu belirtti. Terörle savaş gibi bir kavramın belirsiz bir düşmanla savaşmak anlamına gelmesi dolayısı ile, ABD’nin politikaları gereği müdahale edilmesi gereken bir ülkeyle savaşa kolaylıkla meşruiyet zemini sağlaması yanında, böyle bir savaş için kaynakların hesapsızca kullanılabilmesine de imkan sağladığını belirten Jansen, 400 milyar doları aşan savunma bütçesinin bu sayede sorgulanmadan kabul gördüğünü ifade etti. Jansen, ABD halkının önemli bir hatasının da, “ABD yönetimleri ne yaparsa yapsınlar, dünyaya özgürlük, adalet ve barış getirmek için yaparlar” düşüncesine bağlı kalmak olduğunu ifade ederek, bu düşüncenin kendi asıl çıkarlarına aykırı sonuçları görememelerine neden olduğunu sözlerine ekledi.
Kasım ayı içindeki bir diğer önemli konferansın konusu, “ABD’nin dış politikasında diyalog arayışı” idi. Tufts Üniversitesi’nde 8-9 Kasım tarihlerinde düzenlenen konferansa, birçok akademisyen, diplomat ve gazeteci katıldı.
Konferansın, “Arap Dünyası ile İletişim Kurmak” başlıklı oturumunda söz alan Es-Safir gazetesi yazarı Hisham Melhem, El-Cezire gibi televizyon kanallarının, Arap devletleri arasındaki yapay sınırları ortadan kaldırdığını, birçok toplumsal ve siyasî tabunun yıkılmasını ve Arapların kendi sınırları ötesindeki dünyayı daha yakından tanımalarını sağladığını vurguladı. Ancak Arap ülkelerinin çoğunun totaliter yönetimlere sahip oluşu ve siyasî parti kurulması gibi politik faaliyetlerin yasaklanması nedeniyle, bu yeni medya araçlarının yeni bir siyaset anlayışını da beraberinde getiremediğini ifade etti.
Eski bir diplomat olan William A. Rugh, konuşmasında ABD’nin Arap toplumları için “toplum diplomasisi” (Public Diplomacy) geliştirmesine ilişkin zorlukları sıraladı. Özellikle 1990’lı yıllarda bütçelerde kısıntıya gidilmesi, güvenlik problemleri nedeniyle bu ülkelerdeki Amerikan kütüphane ve kültür merkezlerinin kapatılması ve Bush yönetiminin uluslararası ilişkilerde tek başına (unilateralism) hareket etme anlayışı gibi nedenlerle Arap toplumları ile etkin bir diyaloğun kurulamadığını belirten Rugh, diyalog geliştirmenin ve öğrenci değişimi vb. programlar ile insanların yakınlaşmasının gerekli olduğunu sözlerine ekledi.
Yine eski bir diplomat olan Edward Djerejian, toplum diplomasisinin yanlış anlaşıldığını ve gerçekte kültürel ve politik iletişim anlamında kullanılması gerektiğini belirtti. İslam Dünyası’nın bütünü itibarı ile ABD’den nefret etmediğini dile getiren Djerejian, radikal İslamî grupların, kutsal gördükleri şeylere saldırması dolayısı ile ABD’den nefret ettiğini belirtti. Sovyetler’in çözüldüğü dönemde Baba Bush yönetimi için çalıştığını belirten diplomat, 1992 yılında yönetimdeki insanlara, komünizmin başarısızlığından sonra, yeni hedefin “aşırı uçlarla mücadele” olması gerektiğini ifade ettiğini açıklayarak, bugün gelinen noktada, Fukuyama ve Huntigton’ın tezlerinin, gerçekliği eksik ve hatalı yorumlamaları nedeniyle yanlışlıklarının ispatlandığını vurguladı. ABD’nin değerleri olarak gösterilen özgürlük ve fırsat eşitliği gibi kavramların İslam Dünyası’nın büyük çoğunluğu tarafından da paylaşıldığını, hatta bu değerlerin kendi değerleri olarak yorumlandığını ifade eden Djerejian, yine %80-90’lara varan büyük bir kesimin ABD değerleri ve ABD politikaları arasında temel uyumsuzluklar bulunduğuna inandığını da belirtti.
ABD’nin İslam Dünyası’ndaki olumsuz imajının nedenleri arasında İsrail’in kayrılması ve Irak’ın işgal edilmesinin yanında totaliter ve yolsuzluklara batmış yönetimlerin ABD tarafından desteklendiği inancının da bulunduğunu belirten Djerejian, bütün bu faktörlerin ABD için önemli tehditler oluşturduğunu sözlerine ekledi.
Konferansın diğer katılımcıları arasında Feroz Ahmad, Vali R. Nasr ve John L. Esposito gibi İslam Dünyası’nı yakından tanıyan akademisyenler de vardı. İfade ettikleri şeyler, bilinenlerden çok farklı olmasa da, ortak vurguları, ABD’nin politikalarını gözden geçirmesinin ve önemli ölçüde değiştirmesinin gerekliliği idi. Yeni Bush yönetimi, Kerry’nin Demokrat Parti’sinin seçimi önemli bir farkla kazandığı Massachusetts’te gerçekleştirilen konferanslarda dile getirilen eleştirilere kulak verecek gibi görünmese de, ABD’nin ortalama IQ’su en yüksek ikinci eyaletinden yükselen sesler Amerikan paranoyasının bu ülke entelektüellerine de ne büyük rahatsızlık verdiğini göstermesi açısından önemli.
Paylaş
Tavsiye Et