UKRAYNA Devlet Başkanlığı seçimlerinin zorlu geçeceği, birçok uzman tarafından daha önceden de söylenmekteydi. Öngörülenler çerçevesinde seçimler ikinci tura kaldı ve muhalefet bu turun şaibeli sonuçlarını kabul etmeyerek itirazlar için halkı başkent Kiev’in Bağımsızlık Meydanı’na davet etti. Böylece, günlerce sürebilecek mitinglerin baskısıyla iktidarın kansız şekilde değişeceği bir sürece girildi. Belki de bu yazıyı okuduğunuzda Ukrayna’daki “kadife devrim” başarıyla bitmiş olacaktır. Tabii burada muhalefetin kararlı tutumu önem arz edecektir.
Ukrayna’da ortaya çıkan kritik durumun küresel, bölgesel ve yerel boyutlarının olduğu aşikârdır. Sahip olduğu geniş topraklar (603.700 km2), insan faktörü (48 milyon) ve iktisadî birikim açısından Avrupa devletlerinin pek çoğu ile rekabet edebilir bir potansiyele sahip olan Ukrayna’da ABD, AB ve Rusya gibi küresel güç merkezlerinin çeşitli menfaatleri söz konusu. %40’a varan bir payla ülkenin dış ticaretinde ilk sırada yer alan Rusya’nın doğal gaz vb. enerji kaynakları alanında ipleri elinde tuttuğu bilinmektedir. Bunun yanında, 1990’lı yılların başından beri AB ve NATO da Ukrayna ile çok derin ilişkiler geliştirdi; hatta ülkenin ismi bu kurumların muhtemel üyeleri arasında zikrediliyor.
Gerek Rus, gerekse Batılı birçok gözlemci, Ukrayna’daki gelişmeleri küresel güçler arasındaki bir nüfuz mücadelesi olarak değerlendiriyor. Mesela, Amerikalı ünlü jeopolitik uzmanı Z. Brezinski, Kiev’deki siyasî krizin asıl nedeninin ülkenin eski elitinin AB ile yakınlaşmayı engellemesi ve Rusya’nın ikinci bir Belarus ortaya çıkarmak isteği olduğunu belirtiyor. O, Kiev’de demokrasinin kazanması halinde bunun Moskova’daki benzeri mücadeleyi de tetikleyeceğini ifade ediyor.
Seçim süreci başlarken Kiev’de “Rus Kulübü” adlı düşünce kuruluşunun tesis edilmesine destek veren Rusya Devlet Başkanı Putin ve diğer Rus yetkilileri, açıklamaları ve ziyaretleriyle Ukrayna’daki seçim sürecine ta başından beri doğrudan müdahildi. Putin’in ilk turdan üç gün evvel Kiev’e yaptığı ziyaretin ardından on gün gibi kısa bir sürede (hem de önceden planlanmadan) tekrar Kiev’in yolunu tutması epey kuşku uyandırmıştı. O esnada seçimler dışında olağanüstü bir gelişme meydana gelmediğinden, elbette ki Putin ile Ukrayna Devlet Başkanı L. Kuçma ve Başbakan V. Yanukoviç arasındaki üst düzey görüşmede sadece “hal hatır” sorulduğu beklenemez. Ayrıca, ikinci turun akabinde henüz resmî sonuçlar ilan edilmeden Yanukoviç’i kutlamakta herkesten -görevdeki devlet başkanından dahi- önce davranan Putin’in bu ‘aceleci’ tutumu da dikkat çekiyor.
Ulusal Strateji Enstitüsü Müdürü ünlü Rus analizci Stanislav Belkovski, Putin’in danışmanlarının, başkanı yanılttığını ileri sürüyor. Ona göre, Ukrayna’daki seçimlerde Yuşenko’yu yenebilecek 5-6 aday varken, iki kere mahkumiyeti olan birisine, Yanukoviç’e “yatırım yapıldı”. Avrasyacı jeopolitikçi A. Dugin ise, “jeopolitik bağlamda Rusya doğru hareket etmiştir, başkanımızın Yanukoviç’i desteklemesi tamamen doğru ve cesaretli bir karardı” diyerek asıl Rus “seçim mühendisleri”nin ciddiyetsiz davranışlarıyla işi berbat ettiklerini yazdı. Burada Batı’nın ve Rusya’nın söz konusu sürece müdahalesinde farklı -birincisi, demokrasi ve insan hakları, ikincisi ise doğrudan ülkenin milli menfaatleri- söylemleri kullandıkları kaydedilmelidir.
Eski Sovyet topraklarında birkaç yıldan beri yaşanan değişimler Ukrayna’daki olayları bölgesel düzeyde etkilemektedir. Gürcistan ve akabinde Acaristan’da iktidarın “kadife devrim”le el değiştirmesi bunlardan bazıları. Ayrıca, 1991 sonrasında bu coğrafyada artık kendi ayakları üzerinde duran, eğitimlerini kısmen Batı’da almış, mevcut ekonomik/idarî sistemden belirli ölçüde faydalanan yeni elitler ortaya çıktı. Bunlar, eski bürokratların yeni koşullardaki donanımsızlığının yanı sıra, 1990’lı yıllardaki özelleştirmeler esnasında büyük miktarda sermaye edinen ve ekonominin belli alanlarını kontrol ederek adil gelir dağılımını engelleyen oligarkların tekel konumundan da gayr-i memnunlar. Bu kişiler gittikçe etkinlik kazanmaktalar.
Ukrayna misalinde muhalefet lideri Viktor Yuşenko’nun hayat hikayesine bakılırsa, onun kariyerinin önemli bir kısmının bağımsızlık döneminde geçtiği görülür. 1993-1999 yıllarında Ukrayna Merkez Bankası Başkanlığı’nda bulunan Yuşenko 1999-2001 arasında ise Başbakanlık yaptı. Daha o zaman Batılı ülkeler nezdinde reformist birisi olarak bilinmekteydi. Eşi, Protestan bir Ukraynalı (hem de ABD vatandaşı) olan Yuşenko, başbakanlığı sırasında açık sözlülüğü ve oligarklara karşı mesafeli duruşuyla tanınmaktaydı. Son olaylarda Eurovision yarışması birincisi sanatçı Ruslana’dan ülkenin gururu olan boksör Kliçko kardeşlere, futbol camiasından diplomatlara, ekonomi bürokratlarından polislere uzanan toplumun geniş bir kesiminden Yuşenko’ya destek geldiğini önemle kaydetmek gerekir.
Analizcilerin birçoğu, Kiev’deki muhalefet ve iktidar mücadelesini Batı ve Rusya arasında bir çekişme şeklinde sunarken adayları kesin bir ayrıma tâbi tutmakta, yani Yuşenko’yu Batı, Yanukoviç’i Rusya taraftarı olarak telakki etmektedir. Halbuki, Irak’a asker göndermeye karşı çıkan muhalefet lideri Yuşenko’nun ne kadar Batı yanlısı olduğu tartışılabilir.
Öte taraftan Ukrayna’daki gelişmeler değerlendirilirken ülkenin iç dinamiklerinin göz ardı edilmemesi gerekir. Çünkü değişim arzusu içeriden başladı. Hadiselerin bu raddeye gelmesinde özellikle şu etkenler söz konusu oldu: Muhalif bir gazetecinin öldürülmesi olayına adı karışan Kuçma’nın 2001 yılının başlarından itibaren halk arasında nüfuzunu keskin surette kaybetmesi; muhalefetin Yuşenko ve Y. Timoşenko gibi güçlü şahsiyetler etrafında kümelenmesi; oligarkların adil gelir dağılımını ve reformları engellemesi ve sivil toplum kuruluşlarının, bilhassa gençlik örgütlerinin faaliyetlerini artırması.
Müteakip olaylar nasıl gelişebilir? Rus yorumcuların birçoğu, Ukrayna’nın batı ile doğusunda dil/kültür ve ekonomik hayat açısından derin uçurumların varolmasından, özellikle batıda mühim oranda Ortodoks nüfus bulunmasından bahisle gerilimin fazla tırmanması halinde ülkenin bölünebileceğini iddia ediyor. Bunun pek kolay gerçekleşeceği söylenemez. Her halükarda Ukrayna kimliğinin belli bir düzeyde kaynaştırıcı unsur olarak kendini muhafaza ettiğinden söz edilebilir. Örneğin, Ortodoks nüfusun bağlı olduğu üç kiliseden sadece birinin Moskova, diğer ikisinin ise İstanbul Patrikliği’nin ruhanî liderliğini kabul ettiğini biliyoruz. Ukrayna’daki gelişmeler, şüphesiz çevre ülkelerde sosyal hareketlenmeleri beraberinde getirecektir. Bu çerçevede, Avrasya coğrafyasının çeşitli noktalarında, Rusya ile AB ve NATO arasındaki gerilim alanlarının özellikle Beyaz Rusya’da devam edeceği ve hatta önümüzdeki dönemde şiddetleneceği tahmin edilebilir.
Burada Ukrayna’nın büyük komşularından Türkiye’nin bu ülkedeki gidişata kötü bir seyirci olarak katıldığı izlenimini verdiği söylenebilir. Söz konusu seçimler öncesinde Türk basınına hâkim olan genel ilgisizlik bunun bir göstergesi. Ayrıca, web sayfasında Ukrayna’yla ilgili somut bir bilgi bulunmayan Türk Dışişleri ise, Kiev’deki olaylar tırmandıktan sonra, sadece “gelişmeler dikkatle izlenmektedir” açıklamasını yaptı.
Paylaş
Tavsiye Et