Dünya ekonomisinde 2004 yılında yaşanan gelişmeler, OECD tarafından hazırlanan “Ekonomik Görünüm” raporunda değerlendirildi. Raporda, 2004 yılında sıkça sözü edilen küresel toparlanmanın petrol fiyatlarındaki ani yükselişlerin etkisiyle yavaşladığı belirtilerek, özellikle Japonya ve Çin’de ekonominin belirgin bir şekilde hız kestiği, daha yumuşak olmakla birlikte yavaşlamanın ABD ve bazı Avrupa ülkelerinde de hissedilir olduğu vurgulandı. OECD’ye göre, petrol fiyatları daha fazla yükselmezse küresel toparlanma 2005 yılı içerisinde tekrar hız kazanabilir ve 2001-2002 dönemini kapsayan durgunluğun etkileri 2006 sonuna kadar kademeli olarak dünya sahnesinden silinebilir. Baz senaryoda, pek çok OECD ülkesinde yılın ikinci yarında görülen enflasyonist etkinin ortadan kalkacağı ve işsizlik oranlarındaki gerilemenin yeniden başlayacağı da yer alıyor. Bu çerçevede, OECD ülkelerinde 2003 yılında %2,2 olan büyüme oranının, bu yıl %3,6’ya ulaşması bekleniyor. OECD’nin 2005 ve 2006 yılı için büyüme tahminleri ise sırasıyla %2,9 ve %3,1.
Anlaşıldığı üzere, yakın dönemde dünya ekonomisini tehdit eden risklerin başında petrol fiyatlarındaki belirsizlik yatıyor. Raporda, petrol fiyatlarının yükselmeye başlaması halinde üretimin olumsuz etkileneceğine, enflasyon ve işsizlik oranlarının baz senaryodaki beklentilerin üzerine çıkabileceğine dikkat çekiliyor. OECD’ye göre, ülkelerin bütçe dengesi ve cari işlemlerde yaşayacağı sorunlar ise yakın dönemde görünümü olumsuz etkilemese bile, uzun vadede potansiyel bir gerilim kaynağı olmaya devam ediyor. Ayrıca, dünya genelinde fazla değerlenmiş bulunan konut fiyatlarında meydana gelebilecek ani bir düşüş, tüketimde de yavaşlamaya yol açacağı için OECD’nin sıraladığı riskler arasında yer alıyor.
Öte yandan, Aralık ayı başında dolar/euro paritesi 1,34 ile yeni bir rekora ulaşırken, dolardaki değer kaybının devam edeceği beklentisi, doların uluslararası rezerv para konumunun ciddi biçimde sorgulanmasına yol açıyor. Ekonomistlere göre, bir ülke parasının rezerv para konumuna yükselebilmesi için büyük bir ekonomi, dışa açık ve derinleşmiş mali piyasalar, düşük enflasyon ve o para birimine güven şart. 20. yüzyılın başında İngiliz sterlininden rezerv para unvanını devralan ve o zamandan beri rakipsiz olan doların şimdilerde bu niteliklere sahip güçlü bir rakibi var: Euro. Euro, yüksek miktarda döviz rezervi tutan Asya merkez bankaları için de giderek daha çekici hale geliyor. Aralık başında Rusya ve Endonezya, rezervlerindeki dolar payını düşürmeyi gözden geçirdiklerini açıklamışlardı. Dünyanın en çok dolar tutan iki ülkesi olan Japonya ve Çin de ABD Hazinesi bonosu alımlarını kısacaklarının işaretini veriyor. Diğer bir deyişle Asya ulusları, doların rezerv para olması avantajına dayanarak bol keseden harcayan ve borçlanan ABD’yi finanse ederken artık iki kere düşünüyorlar.
Tavsiye Et
Türkiye’nin AB adaylığı sürecinde 2007’e kadar uygulayacağı “Katılım Öncesi Ekonomik Program” (KEP) 3 Aralık tarihinde Devlet Bakanları Ali Babacan ile Abdüllatif Şener ve Maliye Bakanı Kemal Unakıtan tarafından düzenlenen basın toplantısında açıklandı. KEP, 2002-2004 dönemini kapsayan 18. stand-by’ın devamı niteliğinde olacak ve 2005 yılı başında İMF ile imzalanacak yeni stand-by anlaşmasının da çerçevesini oluşturacak.
KEP ile önümüzdeki üç yıl boyunca mali disiplin ve sıkı para politikaları uygulanmaya devam edecek ve dalgalı kur sisteminden taviz verilmeyecek. Kopenhag Ekonomik Kriterleri’ne odaklanan program, kamu borç stokunun milli gelire oranını Maastricht Kriterleri’nin de gerektirdiği şekilde hızla düşürmeyi ve kamunun borçlanma gereğini azaltmayı hedefliyor. Böylece, özel sektörün ucuz fon bulabileceği bir dönemin kapıları açılacak ve sürdürülebilir büyüme mümkün olacak. 2005-2007 arasında yıllık ortalama %5 büyüme rakamlarının yakalanması, bu süre içerisinde 15 milyar dolarlık yabancı sermaye girişinin sağlanması, 1 milyon 650 bin kişiye iş olanağı yaratılması ve enflasyonun 2007 sonunda %4’e düşürülmesi programın öncelikleri arasında yer alıyor. KEP’in açıklanmasının ardından İMF ile yürütülen stand-by görüşmeleri nihayete erdirilerek, esas çerçeve üzerinde mutabakata varıldı. Üç yıl sürecek olan yeni stand-by programı kapsamında Türkiye İMF’den 10 milyar dolar yeni kredi kullanacak.
2004 yılının üçüncü çeyreğine ilişkin büyüme rakamları DİE tarafından açıklandı. Buna göre, GSMH 3. çeyrekte geçen yılın aynı çeyreğine oranla %4,7 artış gösterdi. Bu dönemde GSYİH’deki artış oranı ise %4,5 olarak gerçekleşti. Yılın ilk iki çeyreğindeki %12,4 ve %14,4’lük yüksek büyüme oranlarından sonra GSMH’deki artışın %4,7 ile beklentilerin altında kalması “büyüme hız kesti” şeklinde yorumlandı. 3. çeyrek büyüme rakamlarının beklentilerin altında kalmasında, tarım ve inşaat sektörlerindeki daralma ile tüketim ve yatırım harcamalarındaki artış hızının yavaşlaması etkili oldu. Bu sonuçlarla, 2004 yılının tamamı için %10 olarak tahmin edilen büyüme oranı ilk 9 ayda %9,7’ye ulaştı. 2003’ün ilk 9 ayında 259,5 katrilyon lira olan cari fiyatlarla GSMH, bu yıl aynı dönemde 306,6 katrilyon lira (215 milyar dolar) olarak gerçekleşti.Ancak, yüksek seyreden büyüme oranlarına rağmen Türkiye’nin kronik problemi ‘işsizlik’te iyileşme sağlanmış değil. 2003’ün 3. çeyreğinde %9,4 olan işsizlik oranı bu yıl aynı dönemde %9,5’e yükseldi. İki dönem arasında işgücündeki 526 bin kişilik artışa rağmen, istihdam sadece 463 bin artarak 22 milyon 874 bine yükseldi. AB ülkeleri ile aşağı yukarı aynı seyreden işsizlik oranı tek başına Türkiye gerçeklerini yansıtmaktan oldukça uzak. 50 milyona ulaşan 15 yaş üstündeki çalışabilir nüfusa rağmen işgücünün 25,3 milyonda kaldığı Türkiye’de işgücüne katılım oranı, Avrupa Birliği ve OECD ülkelerinin çok gerisinde bulunuyor. Bu ülkelere kıyasla Türkiye’deki kayıt dışı istihdam oranı da çok yüksek. İstihdamdaki 22,9 milyon kişinin %55,4’ü kayıt dışı çalışıyor. Buna %4’lük eksik istihdam oranı ile %14’e ulaşan tarım dışı işsizlik oranını da eklersek, tablo daha karamsar hale geliyor. İşgücünün eğitim durumuna bakıldığında, ortaya yine gelişmiş ülkelerden çok farklı bir tablo çıkıyor. 22,9 milyonluk istihdamın sadece 2,1 milyonu üniversite ve yüksekokul mezunu. En büyük grubu 14,7 milyon kişiyle lise altı eğitimliler oluşturuyor. Çalışanların 1,6 milyonu ise okuma yazma bilmiyor.
Tavsiye Et