Bu serin güz sabahı,
Kuşluk vaktinde
Biz, mahallenin sağ kalan yaşlıları,
Güneşlenmek için
Sarı taşlarına oturmuşuz
Yıkılan camimizin.
Dün çocuklarımızı öldürdüler,
Bağdat’ın ve senin düşmanların;
Biz de, yıkıntıların arasından
Cesetlerini toplayamadığımız için,
Ruhlarını gömdük, ölülerimizin;
Ve onlarınkiyle beraber
‘Ümmet’in ruhunu,
Güllelerin açtığı çukurlara.
Şimdi, çölde elsiz ayaksız
Kuru dikenler gibi
Başlarımızı sana uzatmışız,
Sadece okşayasın diye,
Onca acıya, aşağılanmaya rağmen
Hâlâ kılıcın kabzasında bekleyen
Elceğizinle.
Başka niyazımız yok!
Başka ne istenebilir ki,
Göğün kan kustuğu,
Yerin, dişleriyle birlikte
Ruhunu, kalbini, ciğerlerini
İnsanlığın yüzüne tükürdüğü,
Ve öteki nehirlerden, ana sütü tadı
Ve hamile Meryem, hamile şiir
Dalgınlığıyla ayırt edilen
Ve yanı başımızda çocukluğumuz,
Gençliğimiz, kaderimiz gibi akan
Canımız ciğerimiz Dicle’nin bile
Cehennemden geçen bir kan nehrine
Dönüştüğü bu kıyamette,
Başka ne istenebilir ki?
Bütün namazları birleştirdik,
Biz, mahallenin sağ kalan yaşlıları,
Üç yıldır her gün kuşluk vaktinde
Hep aynı duayı okuyoruz:
Bak, diyoruz, bak
Dünyada secdeye kapanacak
Temiz yer kalmadı,
Sarı taşlarından başka,
Yıkılan camimizin!
Cahit Koytak / 3 Eylül 2005
Paylaş
Tavsiye Et