Yönetmen-Senaryo: Josef Fares
Oyuncular: Imad Creidi, Antoinette Turk
Yapım: İsveç/İngiltere/Danimarka, 2005, 103 dk.
“Beyrut! Seni terk eden delidir.” / Feyruz
Lübnan, senelerce süren iç savaş ve siyasî karışıklıklar nedeniyle huzuru bir türlü yakalayamamış bir ülke. 1975-1990 yılları arasında yaşanan iç savaş, Orta Doğu’nun Paris’i olarak tanınan Başkent Beyrut’u adeta bir hayalet şehre dönüştürürken; on binlerce insanın da ülkeden göç etmesine neden oldu. İç savaş nedeniyle, 10 yaşındayken ailesiyle birlikte İsveç’e göçen Lübnanlılardan biri olan yönetmen Josef Fares, otobiyografik sayılabilecek filmi Zozo ile Lübnan iç savaşına ve göçmenlik olgusuna çocuk gözüyle bakmayı deniyor.
Zozo, bomba seslerinin günlük yaşamın sıradan unsurları haline geldiği iç savaş ortamında, ailesiyle birlikte yaşamını sürdürmeye çalışan 11 yaşında bir çocuktur. Savaşın iç karartıcı ortamından kaçmak için kendine büyülü bir dünya kuran Zozo’nun en yakın dostu ise “konuşan bir civciv”dir. Ve Zozo için “cennet, savaşın olmadığı bir yer”dir. Zozo ve ailesinin en büyük hayali, İsveç’e büyükanne-babalarının yanına gidebilmektir. Hayallerine son derece yaklaştığını düşünen Zozo, ailesiyle birlikte vize ve biletleri hazırlayıp yola çıkmak üzereyken evleri bombalı saldırıya uğrar. Patlamadan şans eseri kurtulan, ancak ailesini kaybeden Zozo, savaşın ortasında dert ortağı civciviyle baş başa kalır. Türlü zorluklar atlatarak İsveç’e büyükanne ve babasının yanına giden Zozo’yu, bomba seslerinin olmadığı bu yeni ülkede yeni bir problem beklemektedir: Yabancı düşmanlığı.
Savaşın can yakıcı gerçekliği ile Zozo’nun rüyalarla süslenen gerçeküstü dünyasını ustalıkla bir araya getiren Zozo, Orta Doğu’da çocuk olmak ile Avrupa’da göçmen olmanın trajedisini iç içe anlatıyor. Öksüz ve yetim kalan, yeni umutlarla gittiği ülkede ise ‘dışlanan’ Zozo’nun hikâyesi; aslında köklerini kaybeden, geleceği ise puslu bir havayı andıran bir nesil Orta Doğulu göçmenin hayatını temsil ediyor. Zozo, içinde yaşadığı toplum tarafından dışlanan bir göçmen için iyimser bir sonla bitiyor; ancak bu mutlu son için sunduğu formül, her meseleyi sille tokat halletmeye çalışan -halis muhlis Orta Doğulu- büyük babasına karşın, Zozo’nun kendi gibi dışlanmış kişilerle takılması ve etrafındaki kabadayı çocuklardan sürekli dayak yemeyi kabullenen bir karakter olarak sistemle uzlaşması gibi görünüyor.
Zozo, özellikle “Babam ve Oğlum”u hatırlatan kimi sahneleriyle insana dokunsa da, güçlü ses efektleri ve müziği, doğal oyunculukları ve rüya sekanslarıyla oluşturduğu etkiyi maalesef senaryosuna yansıtamıyor. Özellikle final sahnesine doğru filmin nasıl devam edeceği konusunda hissedilen kararsızlık, senaryosu fazla aceleye getirilmiş hissi uyandırıyor. İddiasız ama eli yüzü düzgün bir yapım olan Zozo, sıkılmadan izleyebileceğiniz, izlerken bir yandan da Amin Maalouf’un o haklı sorusuna cevap arayabileceğiniz bir film: “Gelecek bize ne gösterecek? Bir ‘uygarlıklar savaşı’ mı, yoksa ‘küresel köy’ün huzurunu mu?” / Hilal Turan
Tavsiye Et
Yönetmen-Senaryo-Müzik: Charles Chaplin
Oyuncular: Charles Chaplim, Buster Keaton, Claire Bloom
Yapım: ABD, 1952, 145 dk.
Bastonu, melon şapkası, bol pantolonu, badem bıyığı ve kendine has yürüyüşüyle komik ve ezik bir serseri olan ‘Şarlo’ tipinin yaratıcısı Chaplin, sinema için adeta mitsel bir figürdür. Chaplin, tekme atma, düşme gibi kaba güldürü öğelerinin bolca yer aldığıfilmlerinde, sistemi ve toplumun ahlakî yozlaşmasını eleştirir.
Genç bir balerin ile mesleğinin sonuna gelmiş yaşlı bir palyaçonun imkansız aşkını anlatan Sahne Işıkları, trajedi ve komediyi birleştirdiği diğer filmlerinden farklı olarak katıksız bir dramdır. Otobiyografik bir çalışma olan filminde Chaplin, kendi düşüşü ve ölümüyle yüzleşmektedir. Sahne ışıklarının büyüsünü ve acımasızlığını iç içe anlatan film, Chaplin ve Buster Keaton gibi iki güldürü ustasını ilk ve son kez bir araya getiriyor. / Hilal Turan
Tavsiye Et
Yönetmen: Michael Winterbottom, Mat Whitecross
Oyuncular: Şefik Rasul, Riz Ahmed
Yapım: İngiltere, 2006, 95 dk.
Asıf, Ruhel Ahmed, Şefik Resul ve Münir Ali, yaşları 19 ile 22 arasında değişen ve İngiltere’nin Tipton kentinde yaşayan dört arkadaştır. Asıf’ın annesi evlenmesi için kendisine Pakistanlı bir kız bulur. Dokuz gün sonra dört arkadaş düğüne katılmak üzere Asıf’ın memleketi olan Pakistan’a giderler. Burada namaz kıldıkları camide dinledikleri vaazdan etkilenip, halka yardım etmek üzere Afganistan’a geçerler.Karaçi, Kandahar, Kabil ve Kunduz’dan geçen yolları, Küba’daki Guantanamo Üssü’ne kadar varır. Zira onlar Afganistan’dayken, yani Eylül 2001’de Afganistan’a Amerikan saldırısı başlamıştır. Taliban ile BM arasında imzalanan ateşkesle bölgedeki yabancılar bir kamyonla geri gönderilir. Bu arada kaybolan Münir Ali’den ise bir daha haber alınamaz. Kandahar Hava Üssü’ndeki bir tevkif kampına götürülen gençler Amerikan askerleri tarafından sorgulanır. Sorgulamaların sonunda Asıf’ın kuzeni Zahid, Pakistan’da hapsedilirken; Asıf ve Şefik, Küba’daki Guantanamo Körfezi’ne nakledilir. İki yıldan fazla süren mahkumiyetlerinde haklarında hiçbir kanıt bulunmadığı halde Amerikan ve İngiliz gizli servisleri tarafından sayısız işkence ve suçlamaya maruz kalırlar.
Serbest bırakıldıktan sonra öykülerini Michael Winterbottom ve Mat Whitecross ile paylaşan üç arkadaş Guantanamo Yolu’nun kahramanlarıdır. Yarı belgesel bir havada ilerleyen filmin vurucu noktası ise dört gencin Guantanamo’dayaşamak zorunda bırakıldıkları insanlıktan yoksun koşullardır. Amerika’nın 11 Eylül bahanesiyle, ‘terörist’ ilan ettiği kişileri hapsettiği “hayvanat bahçesi”nden farksız, tel örgülü kafesler ve hayal gücünün çok ötesinde yaşanan işkence biçimleriile Guatamano Yolu, yolu buradan geçen binlerce insanın dramını anlatıyor. Winterbottom’un sayesinde tanıyabildiğimiz gençlerin, filmin galasının ardından terörle mücadele yasası gereğince gözaltına alınıp yeniden sorgulanması ise Amerika’nın sessiz sedasız yürütmeye çalıştığı politikasının çok azına dahi şahit olmamıza duyduğu tahammülsüzlüğün çirkin bir ifadesiydi. Filmin önemli sonuçlarından bir diğeri ise tutuklulardan bir kısmının bu filmden sonra özgürlüğüne kavuşmasıydı.
Guatamano Yolu, yaşanan insanlık dışı olayları tüm çıplaklığıyla sunabildiği için politik sinemanın son yıllardaki önemli filmlerinden biri olarak görülebilir.Afganistan’a yardım etmek için yollara düşen dört gencin, hiçbir yardımda bulunamadıklarını anladıklarında başlayan “ülkelerine geri dönme çabaları”, onları Guantanamo Körfezi’ne kadar sürüklese de, röportajlarında kayıp arkadaşlarına ve ölenlere rağmen sarf ettikleri “yine de bütün bunları yaşamamış olmayı tercih etmezdik” sözleri, herkes için ortak bir vicdanı mecbur kılıyor. / Esra Bulut
Tavsiye Et