GÜRCİSTAN’IN ayrılıkçı Güney Osetya bölgesinde Ağustos başlarında Rus ve Gürcü güçleri arasında yaşanan “beş günlük” savaş, Kafkasya’yı dünya gündeminin merkezine yerleştirdi. Bu savaşı kimin provoke ettiği veya etmeyi istediği mevzusu tartışmalı. Ancak neticede Güney Osetya’nın başkenti Tskhinvali’nin ve birçok Gürcü sivil yerleşim biriminin dağıtıldığı, binlerce Oset ve Gürcü’nün mülteci olarak yollara düştüğü, Gürcistan’ın savunma sisteminin büyük darbe aldığı, Rusya’nın da bölgedeki konumunu askerî yönden pekiştirdiği bir durum ortaya çıktı. Ayrıca, diğer bir ayrılıkçı bölge olan Abhazya da, Rus ordusunun desteği ile gerçekleştirdiği bir harekâtla stratejik birçok noktayı ele geçirdi. Soğuk Savaş sonrası dönemde Rusya ilk defa kendi sınırları dışında ayrılıkçı bir bölgeyi desteklemek amacıyla böylesi bir askerî harekâta girişti. Bu gelişme, Kafkasya’daki güçler mücadelesinin bölgesel ve küresel düzeyde yeni bir aşamaya girdiğinin habercisi niteliğinde.
Her ne kadar söz konusu bölgeler, “dondurulmuş çatışma alanları” olarak nitelendirilse de, son yıllarda gerilimin her düzeyde ivme kazandığı gözlemlenebiliyordu. Taraflar arasındaki görüşmelerde sonuca bir türlü varılamaması ve hiç bitmeyen karşılıklı nokta atışlarıyla ateşkes hatlarında yükselen gerilim, özellikle Güney Osetya’da yeni bir çatışmanın çıkma ihtimalini artırmaktaydı. Nitekim birkaç kez savaşın eşiğinden dönülmüş, Temmuz ayında Tskhinvali çevresinde karşılıklı nokta atışları yoğunlaşmış ve Güney Osetya’da genel seferberlik ilan edilmişti. 7 Ağustos’ta ise Gürcü güçlerinin “anayasal düzeni sağlamak” gayesiyle ayrılıkçı bölgeye karşı giriştikleri ileri operasyon, Rus ordusunun çatışma alanını defalarca aşan geniş çaplı ve meydan okuyucu sert “insanî müdahale”siyle karşılık buldu.
Abhazya ve Güney Osetya’da Rus barış gücünün konuşlandırılması, buradaki nüfusun tamamına Rus pasaportu dağıtılması ve ayrılıkçı yönetimlere verilen silah yardımı dâhil her türlü destek sayesinde Moskova bu çatışmalara zaten doğrudan müdahil taraf konumundaydı. Aslında bugünkü çatışma hatları, Rusya’nın Kafkasya’da daha Sovyetler Birliği’nin ilk yıllarında Stalin marifetiyle çizdiği modelin sancılarıdır. Perestroyka yıllarından itibaren her yerde güç kaybettiğini fark eden Moskova, Kafkaslar’da “birleştir ve yönet” politikasını bir tarafa bırakıp geleneksel “parçala ve yönet” prensibine dönmüştü. Bu çerçevede genelde bölge ülkelerinde milliyetçi akımların, özelde ise Gürcü milliyetçiliğinin önünün açılmasının yanı sıra Abhazya ve Güney Osetya’da ayrılıkçı eğilimlerin teşvik edilmesi gibi planlar (1987-1989 yıllarında Ermenistan’daki ve Dağlık Karabağ’daki Ermenilerin Azerilere karşı silahlandırılması da bu kabildendir) KGB maharetiyle devreye sokulmuştu.
Sovyetler Birliği’nin çöküşünün akabinde bu ayrılıkçı yönetimler, Rusya’dan bağımsız hareket etmek isteyen bölge ülkelerini denetim altında tutmanın aracı haline geldiler. Kendi içinde bağımsızlık isteyen bölgeleri ve ayrılıkçı hareketleri (iki savaşla yerle bir edilen Çeçenistan ve etnik temizliğe uğrayan Çeçenler örneğinde olduğu gibi) çok şiddetli şekilde bastıran Rusya, çevresindeki benzeri akımları desteklemektense geri durmuyor. Bu tutum, Rusya’nın çevresinde kalıcı bir düzen kuramamasının ve bölge ülkelerinin Batı’ya yönelişinin başlıca sebeplerinden.
Soğuk Savaş sonrası dönemde NATO’nun, Varşova Paktı gibi kendisini feshetmeyip Doğu’ya doğru genişlemesi, “yakın çevre” ülkeleri Gürcistan ve Ukrayna’nın Batı ile bütünleşme çabaları, ABD füze savunma sistemlerinin Doğu Avrupa’ya yerleştirilmesi girişimleri ve nihayet Kosova’nın bağımsızlığının tanınması gibi hususlar, Rusya’nın Batı önünde kendisini sıkışmış hissetmesine yol açtı. Ancak Putin’li yıllarda yaşanan siyasi ve ekonomik toparlanma Rusya’nın özgüvenini fazlasıyla artırdı. Bu bağlamda, Gürcistan’a yapılan müdahale, Rusya-Batı karşılaşmasının bölgesel bir yansıması olarak da görülüyor.
Bölge ülkelerinin aksine, gelişmeleri günü gününe takip eden Moskova’nın, 2008 Şubat’ında Kosova’nın bağımsızlığını ilan etmesinin ardından belli planların hazırlığı içine girdiği anlaşılıyor. Zira Mart’ta Rus Federal Parlamentosu’nun alt kanadı Duma’da, yönetime Gürcistan’daki ayrılıkçı bölgelerin statüsünün Kosova örneği çerçevesinde çözülmesini öneren bir deklarasyon kabul edildi. Temmuz’da ise Kuzey Kafkasya’da Gürcistan harekâtının provası niteliğinde bir askerî tatbikat yapıldı. Hızlı ve organize bir askerî harekâtın yanı sıra geniş çaplı propaganda faaliyeti, Rus yetkililerin hazırlıklı oluşunun ve mevzubahis planların varlığının habercisi niteliğindeydi.
Harekât sırasında Rus hackerler de sıkı milliyetçi kesilerek Gürcistan Devlet Başkanlığı’nın web sitesi dâhil birçok siteyi siber ataklarla bloke ettiler. Gürcistan ilk günlerde dünyada (ve yakın ilişki içinde olduğu Türkiye’de) “enformasyon savaşı”nı kazanır gibi gözükse de daha sonra bu durum tersine döndü. “İnsanî müdahale”, “kendi vatandaşlarını koruma” gibi tezlerle savunulan Rusya’nın müdahalesi, bazı yorumculara göre, bir nevi “ehven-i şer” olup gerek ülke içinde Başbakan Vladimir Putin-Devlet Başkanı Dimitri Medvedev ikilisinin, gerekse de bölgede Rusya’nın nüfuzunu artırmayı başardı.
Bununla beraber, Rus ordusunun Gürcülerin bulunduğu sivil yerleşimleri (çatışma bölgesi olan Güney Osetya’nın dışında yer alan Gori şehri gibi) şiddetle bombalaması ve işgal etmesi, Rusya’nın “insanî müdahale” tezini zayıflatıyor. Üst düzey Rus yöneticiler arasında bağımsızlığı tanınan Güney Osetya’nın Rusya Federasyonu’na ilhak edilebileceğinin telaffuz edilmesi “müdahale”nin boyutunu gösteriyor. Fakat Gürcistan’ın toprak bütünlüğünün bozulması ve bölge dengelerinin meydan okuyucu bir şekilde değiştirilmesi anlamına gelen bu durum, Rusya’yı çok riskli bir sürecin içine çekecektir. Savaş boyunca Moskova borsasının %10 değer kaybettiği, 9-15 Ağustos tarihlerinde Rusya’nın uluslararası para rezervinin 16,4 milyar dolar (%2,8), yabancı sermaye akışının da altı kat azaldığını unutmamak gerekir. Ekonomik kayıpların yanı sıra Rusya söz konusu süreçte AB, NATO gibi kurumlar ve pek çok ülke ile doğrudan karşı karşıya geldi.
Meseleye uluslararası örgütlerin müdahil olmaya başladığı dikkate alındığında Rusya’nın, 93 Harbi (1877-78 Osmanlı-Rus Savaşı) sonrasında Ayastefanos Antlaşması ile elde ettiği kazanımların bir kısmını Berlin Kongresi’nde kaybettiği gibi, günümüzde de malum harekat sonrasındaki geçici üstünlüklerini önemli ölçüde yitireceği söylenebilir. Rusya’nın bu güç gösterisinin uzun dönemli etkilerinin olması da muhtemel. Bu bağlamda Gürcistan, Azerbaycan, Ukrayna ve Moldova gibi bölge ülkeleri, 2001’de kurdukları GUAM-Demokratik ve Ekonomik Gelişim Örgütü çerçevesinde bütünleşme çabalarını artıracaklar ve kendi güvenliklerini sağlamak için daha fazla Batı’ya yöneleceklerdir.
Paylaş
Tavsiye Et