ABD ile Rusya arasında zaman zaman baş gösteren gerginliklerin, 6-8 Haziran tarihlerinde Almanya’nın Heiligendamm kentinde düzenlenen G-8 (Group of 8) Zirvesi sürecinde üst düzeye çıktığı gözlemlendi. Bunun başlıca nedeni, iki ülke arasında Soğuk Savaş günlerini hatırlatan ciddi bir güvenlik sorununun yaşanıyor olmasıydı. Sorun ise, ABD’nin Ocak ayında resmen gündeme getirdiği şekliyle, Polonya’da bir füze savunma sistemi ve Çek Cumhuriyeti’nde bu füzelerin hareketini gözlemleyecek bir radar istasyonu kurmayı planlaması ve Rusya’nın da kendi güvenliğine tehdit teşkil edeceği gerekçesiyle bu planlara şiddetle karşı çıkmasıydı. Bu tartışmalar son dönemde o kadar şiddetlenmeye başladı ki, gündeminde olmamasına rağmen füze kalkanı meselesi Heiligendamm Zirvesi’ne de damgasını vurdu. Gündemini küresel ısınma ve ekonomik sorunlar olarak belirleyen G-8’lerin 2007 buluşması, konuyla ilgili açıklamaların gölgesinde kaldı.
Bu gerginliğin müdahil taraflarca birbirine zıt şekillerde algılanması, konunun mahiyetini anlamayı zorlaştırıyor ve mevcut durumu çetrefilleştiriyor. Bu süreçte Batı basınının ekseriyeti, meseleyi çeşitli yönleriyle tartışmak yerine Soğuk Savaş’a özgü Rusofobik saiklerle Rusya’yı suçlamaya girişirken, Rus basınında ise askerî uzmanların analizleri ön plana çıkıyor.
Amerikalılar, kurulacak olan füze kalkanı ile radarın, İran ve Kuzey Kore’den gelebilecek nükleer başlıklı füzelere karşı Avrupa’yı koruyucu önlemler olduğunu vurguluyorlar. Bu noktada, İran füzelerinin 1500 km civarında bir menzili bulunduğu, Avrupa’ya ulaşılması için takriben 4500 km menzilli füzelerin gerektiği gözden kaçırılmamalı. Birçok uzmana göre bu tür füzeleri üretmek için hem çok gelişkin bir ekonomi hem de uzun bir süre gerekiyor. Kuzey Kore’nin Rusya üzerinden Avrupa’ya saldırması fikri ise pek inandırıcı gözükmüyor; çünkü bu devletlerin Avrupa ülkelerinden ziyade ABD ile sorun yaşadıkları biliniyor.
Doğu Avrupa ülkelerinde ise, söz konusu planlar daha farklı algılanıyor. Varşova Doğu Araştırmaları Merkezi Direktörü Jacek Cichocki, esasen Polonya’nın Rusya karşısında savunmasız kaldığını, bu bağlamda sınır bölgelerinde konuşlandırılmış SS-21 füzelerine karşı ülkesinin Patriot tipli füzesavarlar edinmesi gerektiğini ifade ediyor. Bu ifadelerden, füze kalkanı projesinin Polonya’da, Rusya’nın silah cephaneliğine karşı bir girişim olarak algılandığı rahatlıkla anlaşılabilir.
Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin ise, sürecin başından beri ilgili planların aslında kendi ülkesine yönelik olduğunda diretiyor. Şubat ayında Münih Güvenlik Konferansı’nda yaptığı konuşmada ve Heiligendamm Zirvesi öncesinde G-8 ülkelerinden gazetecilerle yaptığı görüşmelerde Putin, Doğu Avrupa’da sözü edilen füze savunma sisteminin kurulması durumunda Rusya ve ABD arasındaki stratejik dengenin bozulacağını, taraflardan sadece birinin kendisini güvende hissetmesi durumunda saldırgan davranışlara meyledeceğini söylemek suretiyle küresel ve bölgesel istikrarın ciddi zarar göreceği mesajını vermişti.
Rusya Gorbaçov ve ardından Yeltsin döneminde Batı ile yakınlaşma politikaları izlemişti. Ancak 1991 sonrasında NATO’nun yeni üyelerle Rusya hudutlarına doğru genişlemesi, Avrupa’da kuvvetler dengesini koruyan Avrupa Konvansiyonel Kuvvetler Antlaşması’nın Batılı devletlerce onaylanmaması, ABD’nin Romanya ve Bulgaristan’da eğitim amaçlı olduğu söylenen askerî üsler kurma girişimleri ve son olarak da radar ve füze savunma sistemi projelerinin gündeme gelmesinin Rusyalı yöneticileri bir tehditler yumağı altında bulunduklarına ikna ettiği söylenebilir.
Rus askerî analizciler söz konusu projelerin savunmacı değil, aksine saldırgan bir nitelik taşıdığını ve ABD ile Rusya arasındaki nükleer dengeyi birincinin lehine değiştireceğini öne sürüyorlar. Emekli Albay M. Voljenski, 1990’dan sonra yaşanan felaketlere rağmen Rusya’nın ABD’yi yarım saat içinde yok edebilecek düzeyde nükleer silah kapasitesini hâlâ koruyor olmasının Amerikalılarca hazmedilemediğini; son dönemde geliştirilen Amerikan askerî doktrinleri çerçevesinde, mevzubahis füze savunma projesinin gerçekte Rusya’ya karşı “önleyici vuruş”u da dışarıda bırakmayan daha büyük bir sistemin parçası olduğunu iddia ediyor. Emekli Tümgeneral V. Dvorkin’e göre ise, Amerikan füze savunma sistemleri yakın değil, orta vadede Rusya için bir tehdide dönüşebilir; o zaman zarfında ABD uzayda lazerli silahları da kullanmaya başlayacağı için nükleer denge keskin bir surette değişecektir.
Bu sürecin inisiyatifçisi olmadıklarını belirten Putin cevabî adımlar atmak zorunda kalacaklarını ısrarla tekrarlıyor. Bu bağlamda, Askerî İlimler Akademisi profesörü V. Koziulin, Rusya’nın yeni ürettiği Topol ve İskander adı verilen mobil füze kompleksleri ile tepkisini ortaya koymaktan geri kalmayacağını, zira söz konusu Amerikan girişimlerinin gerek kıtasal gerekse küresel düzeyde oluşan stratejik nükleer dengeyi yok edeceği şeklinde algılandığını belirtiyor. Nitekim SSCB’nin Soğuk Savaş döneminde yaşanan silahlanma yarışındaki feci tecrübesini iyi kavrayan Rusya’nın karar vericileri, ABD’ye karşı simetrik girişimlerde bulunmak yerine, füze savunma sistemlerini etkisiz kılacak füzeler geliştirmeye yöneliyorlar ki; bu da Putin’in ifadesi ile asimetrik bir cevaba denk düşüyor.
Bu krizde Rusya, Avro-Atlantik düzlemindeki çelişkileri ve Avrupa-içi dengeleri manipüle etmeyi de ihmal etmiyor. Putin, ABD’nin girişimlerinin Avrupalı devletlerin görüşü alınmadan, hatta NATO nezdinde tartışılmadan başlatıldığını vurguluyor. ABD’nin sadık müttefiki İngiltere’nin aksine Fransa ve Almanya liderleri bu yeni projelerin kıtadaki gerginliği artıracağı görüşündeler. Beyaz Saray’ın müttefiklerine danışmadan attığı tek taraflı adımların, stratejik işbirliği potansiyelini ve karşılıklı güveni önemli ölçüde sekteye uğrattığı açıktır. Önümüzdeki süreçte Soğuk Savaş sonrası dönemin en önemli güvenlik vakası ile karşı karşıya kalan Avrupa’da söz konusu tartışmaların şiddetleneceği beklenebilir.
Bu arada, G-8 Zirvesi’nde Putin’in ileri sürdüğü birtakım somut çözüm önerileri, Azerbaycan’ın Gebele şehri yakınlarında bulunan ve Rusya’nın 2012 senesine dek kiraladığı kıtasal radar istasyonunun verilerinden on-line olarak birlikte faydalanılması, füze karşıtı sistemlerin Avrupa yerine örneğin Türkiye, Irak gibi güneydeki ülkelere yerleştirilmesi ve füze savunma projelerinin pek çok ülkenin ortak katılımı ile gerçekleştirilmesi gibi hususları içeriyordu.
Putin’in bu çıkışını mükemmel bir manevra olarak nitelendiren eski Başbakan E. Primakov’a göre, söz konusu teklifleri ABD’nin ciddiyetle ele alması gerekiyor. Aksi halde, silahlanma yarışının yeniden ama değişik şekillerde başlayacağı, yerkürenin daha da güvensiz ve istikrarsız hale geleceği tahmin edilebilir. ABD’nin küresel hegemonya arzuları ortadayken, Temmuz başlarında yapılacak Bush-Putin görüşmesinden de fazla bir şey beklenmemeli.
Paylaş
Tavsiye Et