KIBRIS, barış için yeniden hareketleniyor. Kıbrıslı Türklerin neredeyse yarım asırlık tecritten kurtulma isteklerinin Kıbrıslı Rumların AB üyeliği ve uluslararası baskıyla birleşmesi, iki toplumun liderlerini 1963’te bozulan ortaklığı yeniden tesis etmenin yollarını aramaya itti. KKTC Cumhurbaşkanı Mehmet Ali Talat ile Kıbrıs Rum Yönetimi lideri Dimitris Hristofyas’ın 21 Mart 2008’de imzaladıkları mutabakat, 45 yıldır devam eden soruna çözüm bulma yolunda atılan en ciddi adımlardan biri. Önümüzdeki birkaç yıl içinde Kıbrıs sorunu büyük ihtimalle çözüme kavuşmuş olacak. Çözümün mahiyetini de büyük ölçüde 11 Eylül’de başlayan kapsamlı müzakereler belirleyecek.
Kapsamlı Müzakereler
21 Mart mutabakatınca oluşturulan teknik komiteler ve çalışma gruplarının gayretleri yavaş yavaş meyvelerini vermeye başladı. Söz konusu grupların çalışmalarını gözden geçirmek, ilerleme konusunda teşvik etmek ve nihai barış konusunda siyasi iradenin var olduğunu göstermek amacıyla 21 Mart, 23 Mayıs, 1 Temmuz, 25 Temmuz ve 3 Eylül’de bir araya gelen liderler, 11 Eylül’den itibaren kapsamlı müzakerelere başladılar. BM gözetimindeki ara bölgede bir araya gelen liderlerin görüşmesine BM Misyon Şefi ve Kıbrıs Özel Temsilcisi Taye-Brook Zerihoun ile BM Genel Sekreteri Ban Ki-Mun’un Kıbrıs Özel Danışmanı Alexander Downer da katılıyor.
Kapsamlı müzakereler başlamadan önce 3 Eylül’de yapılan hazırlık görüşmelerinde, müzakerelerin yöntemi konusunda anlaşmaya varan iki lider; iki kesimli, iki toplumlu ve BM Güvenlik Konseyi’nin konuyla ilgili kararlarında tanımlandığı şekliyle siyasi eşitlik temelinde bir federasyona bağlı olduklarını yeniden teyit etti. Yeni ortaklığın tek bir uluslararası kimliğe sahip federal hükümet ile eşit statüye sahip Kıbrıs Türk ve Kıbrıs Rum kurucu devletlerinden oluşması konusunda görüş birliğine vardılar.
11 Eylül’de “yönetim ve güç paylaşımı” başlığında gerçekleştirilen kapsamlı müzakerelerin ikinci başlığını “mülkiyet” oluşturuyor. Kıbrıs’ta barışın iki anahtarı durumundaki bu konularda anlaşma sağlanması, nihai çözüm konusunda ümitleri artırıyor. 11 Eylül’den itibaren her hafta bir araya gelen liderler, görüşmeler sonunda ayrıntılı bir açıklama yapmaktan kaçınırken ilerleme konusunda ümitvar olduklarını dile getirdiler. Basına kapalı yapılan görüşmelerin sıhhati açısından, bütün müzakereler tamamlanmadan kamuoyuyla detaylı bilgi paylaşımına gidilmeyeceği konusunda anlaşmışlardı. Yine de Rum basınına sızan haberlere bakılarak güç paylaşımı ve yönetim konusunda tarafların görüşleri şöyle özetlenebilir:
Talat’ın bütün görüşmelerde önerdiği yürütme modeli, Annan Planı’ndaki dört Rum ve iki Türk’ten oluşması öngörülen Başkanlık Konseyi’ne benzer bir şekilde İsviçre’de uygulanan Başkanlık Konseyi’ni esas alıyor. Yedi kişiden oluşması öngörülen Konsey’in dört Rum ve üç Kıbrıslı Türk üyesi olacak. Konsey’in karar alabilmesi için aynı topluma mensup en az iki üyesinin oyu gerekecek. Plana göre Senato, yirmi beş Türk ve yirmi beş Rum üyeden oluşacak. Hükümetin seçimi için en az on üç Kıbrıslı Türk ve on üç Rum senatörün oyu gerekecek. Kıbrıslı Türklerin Başkanlık Konseyi’ne karşı çıkan Hristofyas ise 1960 Kıbrıs Cumhuriyeti modelini hatırlatan bir plan öne sürüyor.
Rum planında Kıbrıslı Türklerin siyasal eşitliğini ortadan kaldırması muhtemel düzenlemelere karşılık, federal hükümetin karar alma mekanizmalarında Kıbrıslı Türklerin itirazlarının dikkate alınmasını öngören çeşitli güvenceler verildiği belirtiliyor. Planda cumhurbaşkanı ve yardımcısının ortak liste ile doğrudan vatandaşlar tarafından seçileceği başkanlık sistemi öneriliyor. Cumhurbaşkanı ve yardımcısının, cumhurbaşkanlığı görevini 2/1 oranıyla dönüşümlü olarak üstleneceklerini belirten plana göre, federal hükümet üyelerini üst düzey başkanlar seçecek. Merkezî hükümetin görev süresi altı yıl olacak ve dört yıl Kıbrıslı Rum ve iki yıl da Kıbrıslı Türk cumhurbaşkanlığı görevini yerine getirecek. 1960 Kıbrıs Cumhuriyeti’nden farklı olarak planda, cumhurbaşkanı yardımcısına veya hükümetin diğer üyelerine veto hakkı öngörülmüyor.
Müzakereler Kıbrıs’ta Çözüm Getirir mi?
Siyasi hayata “Kıbrıs’ta barış ve nihai çözüm” sloganıyla başlayan Talat ile Şubat 2008 seçimlerini çözümsüzlük yanlısı Tasos Papadopulos’un karşısında çözüm vaat ederek kazanan Hristofyas arasında devam eden kapsamlı müzakerelerin ne kadar süreceği belirsizliğini koruyor. Talat-Hristofyas görüşmesinin Denktaş-Makarios, Denktaş-Kyprianou ve Denktaş-Klerides görüşmelerinin akıbetine uğramaması, her iki tarafın da özverili çalışmasına ve varılan anlaşmalara sadık kalmasına bağlı.
Teknik komitelerin ve çalışma gruplarının gayretleri ve her iki liderin iyi niyetli çözümü kolaylaştıran yaklaşımlarının yanı sıra, taraflar arasında özellikle siyasi eşitlik ve garantörlük konusunda derin görüş ayrılıkları olduğu dile getiriliyor. Talat’ın 1960 tarihli garanti ve ittifak anlaşmalarının devam etmesi gerektiğini vurgulayan açıklamalarına karşılık Hristofyas AB’nin garantör olarak yeterli olduğunu ileri sürüyor. Talat, iki kesimli, iki toplumlu ve sonuç getirici etkin katılıma dayalı siyasal eşitlik temelinde bir ortak devlet önerirken; Hristofyas tek devlet temelinde çözümden yana olduğunu vurguluyor.
İki toplumlu, iki bölgeli federal çözüm önerisini, geçmişte Makarios’un verdiği çok büyük bir taviz olarak nitelendiren Hristofyas’a göre, “Ne konfederasyon ne de iki devletin yeni bir ortaklığı kabul edilebilir. Federal çözüm, iki toplumun ortaklığı şeklinde olacaktır.” Her ne kadar kamuoyuna görüşmeler hakkında açıklama yapılmayacağı söylense de bilgi sızıntılarını önlemek zor gözüküyor. Görüşmeler sonucu bazı konular üzerinde ilerleme sağlanması ve hatta mutabakata ulaşılmasından rahatsız olan çevreler, çözümün önündeki en büyük engellerden.
Hristofyas’ın müzakerelerde izlediği taktik de barışın önündeki bir diğer engeli teşkil ediyor. Zira Hristofyas, bir taraftan Rum yönetimindeki vatansever güçleri memnun etmeye, diğer taraftan da müzakerelerin başarısızlığından sorumlu olmamak için Papadopulos’un taktiğini izlemeye çalışıyor. Ancak Hristofyas’ın, gerçekten barışı sağlamak istiyorsa, Ada’daki fiilî durumu göz ardı eden her çözüm perspektifinin gerçekçi olmaktan uzak düşeceğini idrak etmesi gerekiyor.
Müzakere, olayın mantığı gereği bir al gülüm-ver gülüm işidir. Müzakerelerde bir şey istediğin zaman, bunun karşılığını ödemek zorundasınızdır. Aksi halde diğer taraf karşılık almadan, sizin bu talebinizi neden karşılasın? Özellikle de bu talep kendisi için de aynı oranda değere sahipken...
Paylaş
Tavsiye Et