Kullanıcı Adı: Şifre    
   
  veya Üye olun | Şifremi unuttum
  Arama / Gelişmiş Arama  
   
Skip Navigation LinksArşiv (August 2007) > Toplum > Ne yâr, ne diyar: Modern anneler
Toplum
Ne yâr, ne diyar: Modern anneler
Nazife Şişman
I. İKİ ço­cuk an­ne­si ka­dın, bey­nin­de ha­bis bir ur ol­du­ğu­nu öğ­re­nir. Dok­tor ol­du­ğu için te­da­vi sü­re­ci­nin olum­suz­luk­la­rı­nı ve ken­di­si­ni bek­le­yen so­nu bil­mek­te­dir. Öl­mek­ten de­ğil, ço­cuk­la­rı­nı hiç bil­me­di­ği bi­ri­ne bı­rak­mak­tan kor­kar. Bu yüz­den iyi bir üvey an­ne ara­yı­şı­na gi­rer. Bul­du­ğu müs­tak­bel an­ne­yi, ko­ca­sı ile ta­nış­tı­rır. Kork­tu­ğu bir baş­ka şey ise ço­cuk­la­rı­nın gö­zü önün­de ya­vaş ya­vaş öl­mek­tir. Bu ne­den­le ko­ca­sıy­la bir şe­kil­de ara­la­rı­nın bo­zul­ma­sı­nı sağ­lar ve evi ter­ke­der. Ölüm ön­ce­si sü­re­ci, ço­cuk­la­rı­nın ken­di­si öl­dük­ten son­ra­ki ha­ya­tı­nı plan­la­ya­rak ge­çir­mek ni­ye­tin­de­dir.
II. Ço­cuk sa­hi­bi ol­ma­sı im­kan­sız ol­du­ğu için çok üzü­len bir ka­dı­na en ya­kın ar­ka­da­şı “Ben se­nin ço­cu­ğu­nu do­ğu­ru­rum” der. Ka­rı-ko­ca’nın döl­len­miş yu­mur­ta­sı, bu ya­kın ar­ka­da­şın rah­mi­ne yer­leş­ti­ri­lir. Bi­ri ge­ne­tik, bi­ri “ki­ra­lık ra­him” ol­mak üze­re iki an­ne­si ola­cak­tır ço­cu­ğun. İlk baş­lar­da her şey gül­lük gü­lis­tan­lık­tır. Ama do­ğum­dan son­ra iş­ler ka­rı­şır. İki ka­dın da ço­cuk­tan vaz­geç­mek is­te­mez ve kı­ya­sı­ya bir mü­ca­de­le baş­lar.
...
Yu­ka­rı­da bah­si ge­çen hi­ka­ye­ler, kış se­zo­nun­da ya­yım­la­nan iki TV di­zi­si­ne ait. Her iki­sin­de de “aşı­rı mer­ha­met­li” ve “fe­da­kar” an­ne tip­le­ri çi­zi­li­yor. Ama bu an­ne­ler ço­cuk sev­gi­sin­de, hem ken­di­le­ri­nin hem de ço­cuk­la­rı­nın ka­de­ri­ni ya­za­cak ka­dar ile­ri git­miş du­rum­da­lar. An­ne­li­ğin bu ‘fe­da­kar­lık’ ile pa­to­lo­jik ta­kın­tı ara­sın­da sa­lı­nan su­nu­mu, geç mo­dern dö­nem­de ka­dın ve an­ne­lik­le il­gi­li yay­gın an­la­yış­la­rı dik­ka­te alan bir ana­liz ge­rek­ti­ri­yor.
He­men her din­de ve kül­tür­de kut­sal ka­bul edi­len an­ne­li­ğin, mo­dern dö­nem­de ka­zan­dı­ğı ko­num, sa­na­yi­leş­me, mil­li­yet­çi­lik, mo­dern tıp ve ye­ni eği­tim an­la­yı­şın­dan ba­ğım­sız de­ğer­len­di­ri­le­mez. Sa­na­yi­leş­me, ev ile iş (fab­ri­ka) ara­sın­da ke­sin bir ay­rım yap­tı­ğın­da, ai­le­nin, do­la­yı­sıy­la ka­dı­nın üre­ti­ci ro­lü or­ta­dan kalk­tı. Özel­lik­le bur­ju­va dev­ri­mi­nin ilk dö­nem­le­rin­de ka­dın için bi­çi­len ko­num, mut­fak tez­ga­hı­nın ar­ka­sı idi. Ça­lış­ma­yan aris­tok­ra­tik ka­dın eleş­ti­ri­lir­ken, evin­de ço­cuk­la­rı­na ba­kan, ev­ci­men ka­dın idea­li yük­sel­til­di.
Mo­dern ulus-dev­le­tin or­ta­ya çı­kı­şı ise “ye­ni an­ne”yi; ge­le­nek­sel me­tot­lar­la de­ğil, ye­ni tıp tek­no­lo­ji­le­ri­nin ışı­ğın­da, ye­ni eği­tim me­tot­la­rı­nı kul­la­na­rak, ye­ni va­tan­da­şı ye­tiş­ti­ren “an­ne ka­dın”ı ön pla­na çı­kar­dı. Mo­dern­lik­le bir­lik­te an­ne, ade­ta la­ik bir kült nes­ne­si ha­li­ne gel­di. Ba­tı dı­şı top­lum­la­rın mo­dern­leş­me sü­re­cin­de, “eği­til­miş an­ne”nin, ye­ni ulu­sun in­şa­sın­da na­sıl vaz­ge­çil­mez bir ko­num ka­zan­dı­ğı­nı Türk mo­dern­leş­me­sin­den de bi­li­yo­ruz.
Psi­ko­lo­ji ve pe­da­go­ji­nin, ço­cuk­lu­ğu, in­san ha­ya­tın­da de­net­len­me­ye muh­taç ay­rı bir dö­nem ola­rak be­lir­le­me­si de an­ne­nin bu vaz­ge­çil­mez ko­nu­mu­nu pe­kiş­tir­di. Ço­cuk­lu­ğun ilk yıl­la­rın­da an­ne ile ku­ru­lan iliş­ki­nin ruh sağ­lı­ğı açı­sın­dan öne­mi vur­gu­lan­dı. Bu vur­gu, ka­dı­na bir ta­raf­tan önem­li bir ko­num bah­şe­der­ken, di­ğer ta­raf­tan da­ha ön­ce­le­ri ma­hal­le, bü­yük ai­le, lon­ca ve ge­nel ah­la­kı va­ze­den din adam­la­rı gi­bi fark­lı mer­ci­ler ta­ra­fın­dan pay­la­şı­lan bir gö­re­vi, sa­de­ce an­ne­nin üze­ri­ne yık­tı.
Bir­kaç yüzyıl ön­ce­si­ne ba­kıl­dı­ğın­da, ka­dın­la­rın böy­le vur­gu­lu bir an­ne­lik ta­nı­mı içi­ne sı­kış­tı­rıl­ma­mış ol­du­ğu gö­rü­lür. Bu­gün de hâ­kim olan ço­cuk mer­kez­li ai­le an­la­yı­şı ve ço­cu­ğun bü­tün eği­ti­min­den ve ki­şi­li­ğin­den so­rum­lu an­ne ima­jı ne­de­niy­le, böy­le bir an­ne-ço­cuk iliş­ki­si­ni ta­rih­sel de­ğil, do­ğal bir du­rum ola­rak al­gı­lı­yo­ruz. Oy­sa kim­lik­le­rin et­ni­si­te ve cin­si­yet üze­rin­den ya­pıl­ma­dı­ğı bir dö­nem­de, ka­dın­lar ço­cuk dün­ya­ya ge­ti­ri­yor ve ba­kı­yor, ama bu­nun üze­rin­den bir kim­lik ta­nım­la­ma­sı­na ma­ruz kal­mı­yor­lar­dı. Me­se­la 18. yüz­yı­la ka­dar Ba­tı’da yu­mu­şak, tam me­sai­li an­ne ima­jı icat edil­me­miş­ti. (N. Arms­trong, In­ven­ting Ma­ter­nity) Ka­sa­ba ve şe­hir­ler­de ka­dın­lar ai­le içi üre­tim­le meş­gul ol­duk­la­rın­dan, köy­lü ka­dın­lar tar­la­da ça­lış­tık­la­rın­dan, tek me­sa­ile­ri ço­cuk ba­kı­mı de­ğil­di. Aris­tok­rat ka­dın­lar­sa za­ten hiz­met­çi ve da­dı­la­ra ema­net et­miş­ti ço­cuk­la­rı­nı. Zan­net­ti­ği­mi­zin ak­si­ne an­ne­ler, ço­cuk­la­rıy­la çok za­man ge­çir­mi­yor­lar­dı. Ama bu­gün özel­lik­le Fre­ud son­ra­sı psi­ko­lo­ji ve sos­yo­lo­ji, ço­cu­ğun ge­li­şi­min­de an­ne-ço­cuk iliş­ki­si­nin öne­mi­ni vur­gu­la­mak­ta ve böy­le­ce ka­dı­nın an­ne­lik ro­lü ile il­gi­li ye­ni ge­rek­çe­ler or­ta­ya ko­nul­mak­ta­dır.
As­lın­da ka­dın­lar ön­ce­ki dö­nem­le­re gö­re da­ha az ço­cuk dün­ya­ya ge­ti­ri­yor­lar. Ha­zır gı­da­lar, bi­be­ron­lar, ka­ğıt bez­ler gi­bi ko­lay­lık­lar ne­de­niy­le ba­kım­la­rı­na da­ha az za­man ayı­rı­yor­lar. Ama an­ne­lik, iki yüz­yıl ön­ce­sin­de var ol­ma­dı­ğı şe­kil­de mer­ke­zî bir rol ola­rak ta­nım­la­nı­yor. Bi­yo­lo­jik ro­lü azal­dık­ça, duy­gu­sal ve psi­ko­lo­jik açı­dan vur­gu­la­nan an­ne­lik, di­ğer in­san ak­ti­vi­te­le­ri ve iliş­ki­le­ri içi­ne ye­di­ril­miş bir şe­kil­de çık­mı­yor kar­şı­mı­za. Müs­ta­kil bir rol ola­rak ta­nım­la­nı­yor. (N. Cho­do­row, The Rep­ro­duc­ti­on of Mot­he­ring)
Tü­ke­ti­ci ev ka­dın­lı­ğı ise ka­pi­ta­list eko­no­mi­nin bu ye­ni an­ne­ye yük­le­di­ği bir baş­ka önem­li bo­yut. Özel­lik­le 1950’le­rin Ame­ri­kan ha­yat tar­zın­da ken­di­si­ni gös­te­ren, ye­ni tek­no­lo­ji­le­rin ve pi­ya­sa­nın en sa­dık müş­te­ri­si olan ne­şe­li, ko­ket, gü­lüm­se­yen, kon­for mu­ci­ze­le­riy­le mut­lu olan ka­dın im­ge­si, bu fe­da­kar an­ne im­ge­si ile bir­le­şir. Ve bu fe­da­kar­lık, ço­cu­ğu­nun ha­ya­tı­nı bir pro­je­ye dö­nüş­tür­me, bir ürün gi­bi bu ha­ya­tı yö­net­me­ye ka­dar va­rır. Sa­de­ce ken­di ço­cu­ğu­nun an­ne­si olan, bü­tün duy­gu­sal ya­tı­rı­mı­nı ço­cu­ğu üze­ri­ne ya­pan, ata­la­rı­mı­zın de­di­ği­nin hi­la­fı­na, ço­cu­ğu­na hem taht hem de baht ha­zır­la­ma­ya ça­lı­şan pa­to­lo­jik bir an­ne ti­pi çı­kar or­ta­ya.
Ha­ya­tı prog­ram­la­ma öy­le bir rad­de­ye va­rır ki, ade­ta ölüm­den son­ra­sı­nı da plan­la­ma­ya gi­ri­şir, ilk hi­ka­ye­de­ki gi­bi an­ne­ler. Mo­dern­lik ölü­mü ha­yat­tan kov­ma üze­ri­ne ku­ru­lu­dur; in­san­lar ya­tak­la­rın­da de­ğil, has­ta­ne­ler­de; yaş­lı­lar­sa ba­kı­mev­le­rin­de ölür­ler. Mut­lu ve hu­zur­lu ha­ya­tın or­ta­sı­na bir ka­ra­ba­san gi­bi çök­me­si­ne izin ve­ril­mez ölü­mün. Bu an­la­yış en ba­riz ifa­de­si­ni, ço­cuk­la­rın ölü­le­ri gör­me­si­ne izin ve­ril­me­me­sin­de bu­lur. On­lar ölüm göl­ge­si düş­me­den ya­şa­ma­lı­dır­lar ha­ya­tı. Bu an­la­yı­şa uy­gun bir şe­kil­de kah­ra­ma­nı­mız da her da­im genç ve sağ­lık­lı bir an­ne ola­rak ya­şa­mak is­ter, ço­cuk­la­rı­nın ha­ya­lin­de. Sağ­lık ve genç­lik -bu­na gü­zel­lik de ila­ve edi­le­bi­lir-, mo­dern in­sa­nın ha­yat gö­rü­şü­nün öze­ti gi­bi­dir.
İkin­ci hi­ka­ye­de­ki ka­dın ise ken­di gen­le­rin­den bir ço­cuk sa­hi­bi ol­mak­ta, ka­de­re is­yan ede­cek ka­dar ıs­rar­lı­dır. Ye­ni bi­yo-tek­no­lo­ji­le­rin sağ­la­dı­ğı im­kan­lar­la ikin­ci dal­ga fe­mi­nist ha­re­ke­tin idea­li olan “bi­yo­lo­ji ka­der de­ğil­dir” an­la­yı­şı­nı tam ter­si yön­de uy­gu­la­ma­ya kal­kı­şır. Fe­mi­nist­ler bu­nu ço­cuk do­ğur­ma zo­run­lu­lu­ğun­dan kur­tul­mak adı­na bay­rak­laş­tır­mış­lar­dı, kah­ra­ma­nı­mız ise an­ne ol­mak üze­re son tek­no­lo­ji­yi kul­la­na­rak bi­yo­lo­ji­si­ne tes­lim ol­ma­mak­ta­dır. Oy­sa ki­ra­lık ra­him uy­gu­la­ma­sı, ne­se­bin ka­rış­ma­sı bir ya­na, ka­dın­lar ara­sın­da, ço­cuk sa­hi­bi olan­lar ve on­lar için pa­ra­sıy­la ço­cuk dün­ya­ya ge­ti­ren­ler, ço­cuk do­ğu­ran kö­le­ler şek­lin­de bir sı­nıf­sal ay­rı­ma da yol aça­bi­le­cek bir uy­gu­la­ma­dır.
Al­lah’ın rah­met ve ya­ra­tı­cı­lık sı­fat­la­rı­nın te­cel­li et­ti­ği ma­hal olan an­ne­li­ğin, bir ta­raf­tan Fi­ra­vun’un Hz. Mu­sa kar­şı­sın­da­ki “Ben de ya­şa­tır ve öl­dü­rü­rüm” id­di­ası­na ben­zer bir id­di­a ile ço­cuk sa­hi­bi ol­ma­ya ev­ril­me­si -ki bu ka­pi­ta­list mül­ki­yet an­la­yı­şın­dan da bes­le­nen bir sa­ik-, di­ğer ta­raf­tan ço­cuk­la­rın ha­ya­tı­nı bir pro­je imiş­çe­si­ne yö­ne­ten, on­la­rın bü­tün ha­yat­la­rı­nı ko­ru­nak­lı bir du­var ile ören bir uy­gu­la­ma­ya dö­nüş­me­si, hem bu­gü­nü­müz hem ge­le­ce­ği­miz açı­sın­dan üze­rin­de dü­şü­nül­me­si ge­re­ken bir sü­reç.

Paylaş Tavsiye Et
Toplum
DİĞER YAZILAR