TÜRKİYE’NİN petrol ve doğalgaz gibi enerji kaynaklarına oldukça fazla ihtiyaç duyması, medyada bu konudaki hassasiyeti artırırken, ülkeden geçirilmesi planlanan boru hatlarını da devamlı gündemde tutuyor. Hatta Rusya’nın son dönemdeki girişimleriyle enerji hatlarının güzergahı mevzusunda Türkiye’nin by-pass edildiği, ülkenin artık enerji koridoru olma vasfını kaybettiği ileri sürülmüştü. Ancak enerji nakil hatları açısından Türkiye coğrafyası önemini hâlâ muhafaza ediyor.
Bilindiği gibi, Mayıs ayında Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin’in Orta Asya ziyareti sırasında Türkmenistan ile Hazar kıyısından geçecek yeni bir doğalgaz boru hattı anlaşması imzalanmış ve diğer bölge ülkeleri de bu hatta katılabileceklerini beyan etmişlerdi. Haziran’da ise Rusya, Karadeniz’den geçerek Bulgaristan’ın Burgaz, buradan da Yunanistan’ın Dedeağaç noktasına ulaşacak bir doğalgaz boru hattı projesi için ilgili hükümetlerle mutabakata vardı. “Güney Akım” olarak adlandırılan bu hatla, Doğu Avrupa ve Balkan ülkelerine Rus gazı temin edilmesi amaçlanıyor.
Türkiye’nin dâhil olduğu mevcut projelere bakıldığında ise biri Yunanistan ve İtalya’ya, diğeri de Avusturya’ya varacak olan iki doğalgaz boru hattından bahsedilebilir. Nabucco olarak adlandırılan bu ikinci projenin, 25-31 milyar metreküp taşıma kapasitesine sahip olacağı; bunun Azerbaycan, İran, Türkmenistan ve ileride Mısır ve Irak doğalgazını Türkiye üzerinden Avrupa’ya ulaştırabilecek hale geleceği kaydediliyor. Hazar ve Ortadoğu gazını iletecek olan bu hat, AB ülkelerinin doğalgazda Rusya’ya olan bağımlılıklarını azaltacak nitelikte. Bunun yanında, Ocak 2006’daki Rusya-Ukrayna gaz krizinin hafızalarda tazeliğini koruduğu göz önüne alınacak olursa, AB’nin enerji kaynaklarını çeşitlendirmekten vazgeçmesinin çok zayıf bir ihtimal olduğu görülecektir. Dolayısıyla, Nabucco projesi her halükarda hayata geçirilecektir. Ayrıca, 13 Temmuz’da Türkiye’nin İran ile gerek bu ülkenin, gerekse Türkmen gazının Avrupa’ya ulaştırılması hususunda, yani Nabucco’ya gaz temininde mutabakata vardığı açıklandı. Diğer yandan, kapasitesi 16 milyar metreküp olan Bakü-Tiflis-Erzurum hattından bir buçuk aydır giriş yapan Azerbaycan gazının yılsonuna kadar 6,6 milyar metreküpe çıkacağı belirtiliyor ve Eylül’de bu hattan Yunanistan’a gaz verilmesi planlanıyor. Kısacası, Bakü-Tiflis-Ceyhan da hesaba katıldığında Türkiye’nin, enerji nakil hatlarının hiç de dışında kalmadığı/kalamayacağı görülüyor.
Son olarak, bölge ülkelerinin kendi kaynaklarını dünya piyasalarına ulaştırmada Rusya’nın tekelinden kurtulmaya istekli oldukları kaydediliyor. Sözgelimi, 8 Ağustos’ta Azerbaycan Cumhurbaşkanı İlham Aliyev ile Kazakistan Cumhurbaşkanı Nursultan Nazarbayev’in görüşmesinde Bakü-Tiflis-Ceyhan hattına daha fazla Kazak petrolü verilmesine yönelik anlaşma imzalandı. Türkmenbaşı’nın ölümünden sonra Aşkabat-Bakü ilişkilerinin gelişmeye başlaması, Türkmen gazının Hazar üzerinden nakledilmesinde muhtemel işbirliği perspektifini de doğurdu. Bütün bu gelişmeler ışığında, tepkilere rağmen Türkiye coğrafyasının, bölge kaynaklarının Avrupa’ya nakli konusunda hayatiliğini koruduğu söylenebilir.
Kuzey Buz Denizi İçin Mücadele
Öte yandan Ağustos başlarında Rus araştırmacıların Kuzey Buz Denizi’ne (Ruslar için okyanus) şaşaalı bir çıkarma yapmaları, bu bölgede de enerji kaynakları için tam anlamıyla bir rekabetin yaşandığını gösterdi. Buzları kırarak iki gemi ile Kuzey Kutbu’na ulaşan Rus ekibi, burada iki batiskafla 4300 metre derinliğe dalış yaparak su ve toprak numuneleri aldıktan sonra titandan hazırlanmış üç renkli ülke bayrağını deniz zeminine bıraktılar. Araştırma ekibinin başkanı Artur Çilingarov, Moskova’ya döner dönmez Kuzey Kutbu’nun Rusya’ya ait olduğunu beyan etti. Aslında bu kutup yolculuğunun amacı, zemin etütleri yaparak deniz altındaki Lomonosov sıradağlarının, Sibirya’nın doğal uzantısı olduğunu ispat etmekti. Zira BM’nin 1982 Deniz Hukuku Sözleşmesi’ne göre, her sahildar ülke 12 millik karasularına ve 200 millik de münhasır ekonomik bölgeye sahip olabilir. Bunun ötesinde bir hak iddia etmek için ise söz konusu deniz yatağının, sahildar ülkenin kıta sahanlığının doğal uzantısı olduğunun ispat edilmesi gerekir. 2002’de delil yetersizliğinden BM başvurusu olumsuz cevaplanan Rusya, şimdi yeni araştırmalarla iddialarına dayanak arıyor.
Hak iddia edilen alanın 1,2 milyon kilometrekare olmasının ötesinde petrol ve doğalgaz kaynakları cenneti olduğunu hatırlatmakta yarar var. Çünkü burada dünya hidrokarbon rezervlerinin üçte biri veya 100 milyar ton petrole eşdeğer yakıt bulunduğu belirtiliyor. Küresel ısınma ile beraber buzulların erimeye yüz tutması, Kuzey Kutbu’nu yeraltı servetlerini çıkarmaya elverişli hale getiriyor. Rusya İlimler Akademisi’nden Ordinaryüs Prof. A. Kontorovich, bu yatakların işletilmesi için ileri teknoloji gerektiğini belirtiyor. Ona göre, petro-gaz endüstrisi bu yönde yüklü miktarda siparişler verirse şayet, bu sektör, ülkenin çok yönlü gelişmesi için lokomotif rolü oynayabilir; böylece Rusya dünyada önemli atılımlar yapacak düzeye gelebilir. Öte yandan Çilingarov’un Duma Başkan Yardımcısı ve Birleşik Rusya Partisi üyesi olması, ayrıca bu partiden iki milletvekilinin daha ekipte bulunması, söz konusu çıkarmanın Kasım’da yapılacak parlamento seçimleri öncesinde iç kamuoyunu motive eden bir faktör olması ihtimalinin de konuşulmasına neden oluyor.
Rusya’da bu hesaplar yapılırken söz konusu ‘jeopolitik’ çıkarma, fincancı katırlarını ürkütmüşe benziyor. Nitekim Kuzey Kutbu’nun diğer sahildar ülkeleri, yani Kanada, ABD, Danimarka ve Norveç, Rusya’nın bu hareketine tepkilerini hemen ortaya koydular. ABD Senatosu, gerek bölgede ileri araştırmalar, gerekse yeni buzkıran gemiler için 8,2 milyar dolarlık bütçeyi hemen onayladı. Kuzey Kutbu’nun kendisine ait olduğunu 1950’li yıllardan beri dillendiren Kanada ise bölgede acil bir askerî tatbikata başladı; mevzubahis yerlerde ülke savunmasını tahkim etmek için ise 8 milyar dolar ayırmayı planlıyor. Danimarka da, söz konusu bölgenin Grönland Adası’nın devamı olduğunu kanıtlama amacıyla araştırmacılarını seferber etti.
Görünen o ki yaşlı dünyamız, problemlerini çözüme kavuşturması beklenen BM’nin güçsüz olduğu bir ortamda nevzuhur bir küresel gerilim alanı ile daha karşı karşıya. Büyük güçlerin devamlı yığınak yaparak girdikleri 21. yüzyılda söz konusu kaynakların paylaşımının nasıl yapılacağı ise meçhul. Anlaşılan, önümüzdeki dönemde klasik jeopolitiğin yeni maksimi, “heartlande değil, Kuzey Kutbu’na hâkim olan dünyaya hâkim olur” şekline dönüşecek.
Paylaş
Tavsiye Et