KARS’TA medfun olduğu söylenen büyük bilge Ebu’l-Hasan Harakani (Yusuf Hemedanî ve Ahmed Yesevî, onun geleneğine bağlıdırlar. Şeyhü’l-Meşayih [bilgelerin bilgesi] diye anılır ve bugün Anadolu’yu besleyen irfanî yolların pek çoğu ona çıkar), bir duasında şöyle der: “Allahım! Beni dünyaya temiz gönderdin. Huzuruna, beni dünyaya gönderdiğin gibi temiz dönmek istiyorum.”
İbadetler, kulluğun birer şekli olarak, bizatihi yapanın arınmasını sağlar. Kur’ân’da sürekli ‘namaz’la birlikte anılan zekat kelimesi, ‘tezkiye’ kelimesiyle kökteştir ve temizlenme anlamına gelir. Zekat, sahiplik duygusunun; namaz ise ‘olma’nın arınmasıdır. Allah’ın emrine uyarak imsaktan akşam namazı vaktine değin nefsin ihtiyaç duyduğu ve lezzet aldığı şeylerin yasaklandığı oruç ise, bizatihi insanın ‘kendi’sinin yani nefsinin arınmasıdır. Osman Hulusi Efendi, görkemli eseri Divan’da şöyle der: “Sana matlûb sensin ey dil gayrı bir söz arama / Sendedir ol görecek yüz taşradan yüz arama.”
İnsanın asıl dileği, aradığı, muhtaç olduğu ve istediği ‘kendi’sindedir, ruhundadır. Kendi (self), bir bakıma ‘soul’, yani ruh demektir. Klasik Arapçada ‘nefs’ kelimesi, ‘ruh’ için kullanılır. Ruh ise “Rahman’ın soluğu”dur. İbn Arabi hazretleri, ‘ruh’un insandaki ‘Rabb’, Rabb’ın tecellisi ve nefesi olduğunu söyler.
İnsanın iki kutbu vardır: Nefs ve ruh. Nefs, ruhun emrine girerse, insan baştan ayağa ruh kesilir ve erdemin, olgunluğun, iyilik ve güzelliğin mekanı olur. Hulusi Efendi, “O yüz sendedir, dışarıda arama” derken, insanın ruhuna yönelmesi gerektiğini beyan eder. İnsan, nefsinin istek ve tutkularından arındıkça, ruhun dairesine girmeye başlar. Ruh, esasında emanettir ve Allah’ın nefesi olarak, bedende konuktur. Beden için bizim inisiyatik sözlüğümüzde ‘iklim’ yani yurt, vatan tabiri de kullanılır. Ruh, arınmış olan bedende, şairane oturur. Bu, beden mülkünün, ibadet ve kullukla arınması manasındadır. Bedenin arınması ancak kullukla mümkündür.
Su, maddi arınmayı; semavi su (salih ameller) ise ruhun, arınmış bir yerde ikametini sağlar. Kulluk için üç tabir kullanır İbn Arabi hazretleri: İbadet, ubudiyet, ubudet. İbadet, dinî ibadet formlarıdır. Namaz, hacc, oruç, zekat vb… Ubudiyet, insanın sürekli ibadetle meşguliyet halidir. Ubudet ise insanda ubudiyet halinin sürekli galebesine denir. Namaz dışında da namazda olma, sürekli Allah’ı zikretme, her şeyi O’ndan bilme, O’nu tanıma ve itaat şuuru içerisinde olma, hayır ve şerrin O’ndan geldiğini idrak halinin kesintisizliği, ubudet makamının niteliklerindendir.
Oruç, tıpkı namaz gibi, insanın nefsani olandan arınarak, ruhun daire-i hayatına girmesinin vazgeçilmez bir şölenidir. Oruçla birlikte insanın ruhu, nefsin köleleştirici zincirlerini kırar ve hakiki manada özgürleşme yolunda ilerler. Bir Hadis-i Şerif’te Peygamber Efendimiz, “Ramazan’da şeytanların zincirlendiğini” belirtir ki, bu, Ramazan-ı Şerif’in kutsi niteliğini ifade eder. Şeytanın ve nefsin zincirlenmesi, insanın ruhen özgürleşmesi anlamına gelir. Ubudiyetin yani sürekli ibadet etme halinin, Ramazan-ı Şerif’te, her müminde doruğa çıktığı görülür.
Ramazan-ı Şerif, ilahi bir sofra, semavi bir meşher, bir ticaretgah ve pazardır. Pir Sultan’ın dediği gibi, “Aktarlar dükkanlarını açar”lar bu ayda. İrfan ehlinin açtığı bu pazarda ne ararsan bulunur. Bu sofra kozmiktir, evrenseldir, umumidir. Herkes çağrılıdır buraya. Asi, muti, günahkar, abid, efendisinden kaçmış köle, isyana düşmüş biçare, seyyid’ine tabi mürid, mürşidini bulmamış salik, kadın, erkek, çocuk, yaşlı, herkes bu sofranın çağrılısıdır. Hatta oruç mükellefiyeti olmayan çocuklar, hastalar da…
Çocukluğumuzdan şenlikli anlarımız iftar ve sahurlar idi. Ertesi gün orucumuzu gizlice bir bardak suya feda ettiğimiz günlerde bile, sahurun, o genel sofranın neşvesinden biz de nasiplenirdik. Bu, Ramazan’da Allah’ın Rahman ism-i şerifiyle, Rezzak sıfatıyla azami mertebede tecelli ettiğinin de bir belirtisidir. Rahman, her şeyi kuşatmıştır. Arşı istiva etmiş, varlığın tavanı olan arşı kuşatmıştır. Kalp, beytullahtır. Buradaki gönül, öncelikle bize oruç’u getiren Peygamber Efendimiz’in gönlüdür. O’nun gönlüne girmek, Allah’ın rızasına ulaşmaktır. Yunus Emre şöyle buyurur:
“Yunus Emre der hoca / Gerekse var bin hacca / Hepsinden iyice / Bir gönüle girmektir”
Buradaki gönül’den kasıt, Efendimiz’in gönlüdür. Efendimiz’in gönlü ise iman ve İslam diyarıdır. Onun rızası, Allah’ın rızasına vesiledir. İşte Ramazan-ı Şerif, “bir gönüle girmenin” en elverişli anıdır. Bu anın bereketi hem maddi hem manevidir. Yoksulluğun son sınırına vardığı ülkemizde, en fakir iftar sofrasında bile birkaç çeşit yemek bulmak mümkündür. Himmet sahibi şefkatli ve cömert Müslümanlar, bu ayda, Allah’ın bahşettiği rızıktan sofralar açar, yoksulların gönlünü şenlendirirler.
Ramazan-ı Şerif’le birlikte şehirlerin üzerine Rahmanî bir rüzgar esmeye başlar. Bu, hem gönüllere hem şehirlere hem de ülkelere doğru esen rahmanî bir nesimdir ki, onda Allah’ın rahmet ve merhameti tüter.
Ramazan, bir tezkiye, bir temizlenme, bir arınma, dünya bağlarından kopma, nefsin zincirlerinden boşanmadır. Kalbin cilalanması, parlaması ve temizlenmesidir. Kalp madem Allah’ın evidir, oraya Sahibi’nin teşrifi için arınması şarttır. Bunun en bereketli zamanı Ramazan-ı Şerif’tir. Allah’ın cömertliğine nihayet yoktur. Bu, Ramazan’da iyice taçlanır. Kadir Gecesi gibi kutsi bir an Ramazan-ı Şerif’tedir ve o gece Allah, insanlığa evrensel bir hidayet çağrısı olarak indirdiği Kur’an-ı Kerim’ini bağışlamıştır. Bu gecede bir sevaba on binlerce mükafat verilir. Çağımızın büyük bilgesi Esseyyid Osman Hulusi Efendi, “Bu yolun merdinden olup nefsini basdın ise / Merd-i meydân-ı cihânsın gel yokuş düz arama” derken bu hakikati, bu sırrı ifade etmektedir. Bu yolun merdi olmanın, yiğidi olmanın en elverişli zamanı Ramazan-ı Şerif’tir.
Nefsi ‘basma’nın, nefsin bağlarından azad olmanın imkanı en çok bu ayda açılır. Ruhun, kaynağına doğru ilerlemesi, o semaya uruc etmesi, o göğe yükselmesi, Ramazan-ı Şerif’te adeta ilahi bir lütuf olarak insanların üzerine inmektedir. Şeytanların bağlandığı, meleklerin aramızda dolaştığı, insanın meleki yanlarının güçlendiği bu bereketli ve feyizli ayda bol bol Kur’an okumak, namaz kılmak, istiğfar etmek, salavat-ı şerif getirmek, evrad ve ezkarla meşgul olmak, yoksulları gözetmek, fakirleri doyurmak, giydirmek, hastalara bakmak, kimsesizlerin kimsesi olmak gerekir.
İnsan, hemcinsinin sıkıntılarını paylaşmadan insan olmaz. Diğerkamlık ve nefsinden önce ötekini düşünmek, nebevi bir haslettir. Bunun için bir fırsat sofrası önümüze açılmıştır. Ramazan-ı Şerif’te bilhassa kimsesiz ve yoksulların, çaresiz ve hastaların yanında olmak, onların derdine derman bulmak en değerli ibadettir. Bu, fütüvvet ahlakıdır.
Osman Hulusi Efendi’nin dediği gibi: “Sînene yazdınsa eğer nakş-ı hayâl-i dil-beri / Gayrıya bakma Hulûsî var şeb ü rûz arama.”
Demek ki, aslolan O’nun rızasıdır. O ise kulluk edenlerin ve gönlü kırıkların kalbindedir.
Paylaş
Tavsiye Et