TURUNCU ve mavi renkte bayraklar, üzerinde “Yes”, “No”, “Hayır’da Hayır Vardır!” yazılı tişörtler ve bu konuların merkezî yer işgal ettiği TV-radyo konuşmaları, meydan konuşmaları… 30 yaş üstünde olanlarımızın hafızalarında yer etmiş ve kolaylıkla hatırlayacakları bu manzaralar, 12 Eylül sonrasında siyasi yasaklı olan siyasetçilerimizin yasaklarının kalkıp kalkmamasının halkoyuna sunulduğu referanduma aitti. Ülkemizin ilerleyeceği doğrultuyu etkileme potansiyeline sahip bir konudaki referandum öncesinde bu tür gelişmelerin ve tartışmaların yaşanmasından ve sonrasında da seçim sonuçlarının coşkuyla karşılanmasından daha doğal ne olabilir ki?
21 Ekim 2007 Pazar günü, Türkiye’nin herhangi bir bölgesini dolaşan bir yabancı, okullar gibi belli mekanların civarında bir kalabalığın olduğunu görüp, bu durumu ülke genelinde yapılan bir imtihana (mesela üniversite imtihanı gibi) ya da okulların düzenlediği veli toplantılarına yorabilirdi. Türkiye’nin geleceğini belirleme potansiyeli olan bir konuda, referandum yapıldığı kendisine söylenmiş olsa çok şaşırırdı herhalde.
Referandumun üzerinden henüz bir hafta gibi bir süre geçti, ancak bu ülkede referandum yapıldığına ilişkin hiçbir iz yok; tıpkı halkoylamasından yalnızca birkaç gün evvelinde de referandum yapılacağına ilişkin bir iz olmadığı gibi. Sessiz sedasız gerçekleşen, öncesinde tarafların hiçbirinin doğru dürüst bir propaganda yapmadığı referandum halkın %67’lik bir kısmının katılımıyla gerçekleştirildi ve oyların %69’luk kısmıyla referanduma götürülen maddeler kabul edildi. ‘Hayır’ oyları ise %31’de kaldı.
Katılımın %67 oranında gerçekleşmesi, muhtemel meşruiyet tartışmalarını da engelliyor. Şimdi referandumla birlikte cumhurbaşkanının halk tarafından seçilmesi, görev süresinin 5 yılla sınırlandırılması ve iki defa üst üste görev yapabilme hakkı vs. karara bağlandı. Ancak halk tarafından seçilen bir cumhurbaşkanı ile mevcut sistemin ve kurumlarının birlikte nasıl yürütüleceğine ilişkin düzenlemelerin yapılıp yapılmayacağı, ortaya çıkabilecek boşlukların giderilip giderilmeyeceği de tartışma konusu.
Önümüzde 7 yıllık (bir rivayete göre 5) bir dönem olduğu söylenebilir; ancak Cumhuriyet’in kuruluşundan itibaren var olan sistemin işleyişindeki boşlukların hâlâ düzenlenememiş olmasından kaynaklanan (boşluklara dayandırılan) sıkıntılarla uğraşıyor olmamız, bu konuda da hayli sıkıntılarla karşılaşılacağının bir garantisi olarak alınmalı ve bu süre boşlukların giderilmesi konusunda verimli bir biçimde kullanılmalıdır.
Cumhurbaşkanının yetkilerinin neler olacağı, mevcut yetkilerinin aynen devam edip etmeyeceği, hükümetle ilişkilerinin hangi düzlemde kurulup sürdürüleceği, hükümet uygulamaları karşısındaki konumunun vs. nasıl olacağı önümüzdeki dönemin tartışma başlıkları olacak gibi görünüyor.
Referandumla birlikte, anayasa değişikliği ve yeni bir anayasa hazırlama çabaları da önem kazandı. Şu anda “mahalle baskısı” ve “Malezya olur muyuz?” tartışmalarına paralel olarak gündemden uzaklaşan anayasa hazırlık çalışmalarının devam etmesi elzem. Özellikle de terör olayları nedeniyle geri planda kalan bu hazırlıkların ve demokratikleşme çabalarının devam etmesinin bir zorunluluk olduğu hatırlanmalı. Belki de, bu düzenlemelere en fazla ihtiyacın duyulduğu zaman bugünler.
Operasyon Tezahüratı
Uzun zamandır gündemdeydi Kuzey Irak’a askerî bir operasyon yapmak. Hatta genel seçimler öncesinde, bugünlerde yaşadığımız atmosfere benzer ortamlar oluşmuştu da. Fakat o günlerde, operasyon bir şekilde ertelenmişti. Tam da referanduma denk gelecek şekilde tasarlanmış PKK eylemlerinde askerlerimizin şehit düşmesi ve vatandaşlarımızın katledilmesiyle birlikte, Kuzey Irak’a bir operasyon yapılması isteği gündemimizin başköşesine oturdu. Tesadüf bu ya, eylemlerin milli takımımızın grup eleme, takımlarımızın Avrupa kupa ve lig maçları öncesine ya da aynı güne denk gelmesi de eylemlerin yarattıkları etkiyi güçlendirdi. Yoğun desteklerin verildiği yardım kampanyaları, takımlarımızın bu kampanyalara verdikleri destek, maçların öncesinde ve sonrasında oyuncuların ve yöneticilerin kullandıkları söylemler, maçlar esnasındaki tribün şovları da toplumdaki hassasiyeti artırdı. Özellikle spor radyolarının birkaç gün boyunca tüm yayın programlarını teröre ayırmalarının da genç nüfus üzerinde etkili olduğu muhakkak. Tepkiler sokaklara ve hatta kimi zaman ‘öteki’ne henüz yönelmemiş olsa da, aşırılıklar şeklinde yansımaya başladı. Tepkilerin abartılmasından korkulduğu için olsa gerek, hükümet, bölgeye ve teröre ilişkin haberlere sansür uygulamak zorunda kaldı.
Onlarca askerimizin ve vatandaşımızın katledildiği olayların özellikle kamuoyuna yansıtılma biçimi, sürecin çok da kontrolsüz bir biçimde devam ettirilemeyeceğinin işareti. En hafifinden bu sürecin, milliyetçi perspektiflere daha da bir yaygınlık kazandıracağı açık. Bu milliyetçiliğin nerelere evirileceğini şimdiden kestirmek zor. Ama sağduyu hâkim olmazsa, yakın bir gelecekte, 12 Eylül öncesinde yaşanan Alevi-Sünni çatışmasına ya da 6-7 Eylül olaylarına benzer hadiseler pekâlâ yaşanabilir.
Terör Neyi Amaçlıyor?
PKK eylemlerinin neyi amaçladığına ilişkin yorumlar muhtelif. Bu yorumlardan her biri, meydana gelen gelişmeler ve söylemler dikkate alındığında, gayet de makul aynı zamanda. Bu noktada iç ve dış politikayla ilgili iki ana yaklaşımın varlığından söz edebiliriz.
Birinci yorumda, PKK eylemleri, AKP’nin demokratikleşme taleplerini baltalamaya yönelik bir çabayla alakalandırılıyor. Bu yaklaşım, kazandığı seçim başarıları ve Abdullah Gül’ün cumhurbaşkanı olarak seçilmesinden rahatsız olan -iş çevreleri, sivil ve askerî bürokrasi, medyanın bir kısmı vb.- kesimler ile Doğu ve Güneydoğu illerinde AKP’nin aldığı ezici seçim zaferlerinden ve tabanının AKP’ye doğru kaymasından rahatsızlık duyan PKK arasında bir tür çıkar birlikteliği olduğunu ima ediyor.
İkinci yaklaşım ise PKK eylemlerini daha çok Irak meselesiyle alakalandırıyor. Mesele Irak’la alakalandırıldığında ise Kuzey Irak’taki Kürt devleti oluşumunu engellemekten, kabul edip ‘haddini’ bildirmeye; Kuzey Irak’la sınırlı kalmaktan, bütün bir Irak meselesine bulaşmaya; ABD ile birlikte hareket etmekten, ABD’nin isteği hilafına Irak’a girmeye varıncaya kadar bir dizi senaryo ortaya atılıyor ve kağıt üzerinde her bir senaryonun da mümkün olduğunu gösterir nitelikleri bulunuyor.
AKP hükümetinin uygulamalarına bakılacak olursa, meselenin iç politika malzemesi yapılmasına yönelik gayretlerin farkında olduğu görülüyor. Operasyon yapılabilmesine ilişkin tezkerenin Meclis’ten geçirilmesi, olaylara ilişkin verilen haberlere yasaklama getirilmesi ve askerî operasyon çığırtkanlığı yapanlara yönelik verilen cevaplar dikkate alındığında, hükümetin hem toplumun tepkilerini dikkate aldığı hem de bu tepkilerin geri dönülemez noktalara gitmesini engellemeye çalıştığı görülebilir. Askerî operasyon için Meclis’ten izin alınmasına karşın uluslararası alanda diplomatik girişimlere tanıdığı öncelikle de, hem girişilecek askerî operasyonun uluslararası meşruiyetini sağlamaya çalışıyor, hem de gerek ülke içinde bu ortamdan nemalanacak çevreler ve gerekse de Kuzey Irak’taki Kürt liderler karşısında elini güçlendiriyor. Şu an itibariyle, zaten bu girişimler neticesinde ABD’nin ve AB’nin Kürt liderler ve temsilciler üzerinde uyguladığı baskının belli sonuçları alınıyor. Açık olan bir durum da, medyaya da yansıdığı şekliyle, eğer askerî bir operasyon olacaksa bunun ancak 5 Kasım’da, Başbakan Erdoğan’ın ABD Başkanı George W. Bush’la yapacağı görüşme sonrasında ve muhtemelen de, ABD ile birlikte -en azından onlardan alınacak istihbarat bilgileri eşliğinde- yapılacağıdır. Yine Başbakan’ın açıklamaları, eğer böyle bir harekat yapılacaksa da, hükümetin bunun son derece sınırlı bir harekat olmasına özen göstereceğine işaret ediyor. (Elbette, bir kere bölgeye girildikten sonra, ne tür olaylarla karşılaşılacağını şimdiden kestirebilmek zor. Türkiye içerisinde olduğu gibi, tahrik edici eylemlerle karşılaşıldığında dile getirilen bu düşüncelere ve politikalara ne derece bağlı kalınacağı şu an için meçhul. Fakat içeriye girildikten sonra, eğer yapılıp edilecekler kesin olarak belirlenmemiş ve belirtilmemiş olursa, nerede durulacağının, nasıl ve ne zaman çıkılacağının inisiyatifinin karşı tarafta olacağı açık.)
Anlaşılan odur ki, ABD başkanlık seçimleri sonrasında bölgede hızlı gelişmeler olacak. Bu bağlamda ABD’nin Irak’tan çekilmesine yönelik beklentiler artıyor. Gerek bölge devletleri ve gerekse de yerel aktörler, bu yeni döneme ilişkin pozisyon almaya, mevcut pozisyonlarını tahkim etmeye çalışıyorlar. İran’ın geçtiğimiz aylarda PJAK’a yönelik olarak yapmış olduğu eylemleri de bu bağlamda değerlendirebiliriz. Türkiye’nin PKK terör eylemlerinden hareketle Kuzey Irak’a yönelik girişimlerinde de böylesi bir hazırlığın izlerini görebiliriz.
Hükümetin meseleyi diplomatik ve hedefi sınırlı bir operasyonla çözme çabası ve isteğinin, kalıcı bir çözüm getirip getirmeyeceğini zaman gösterecek. AKP’nin demokratikleşme ve sivil anayasa vb. girişimlerinde takınacağı ısrarlı tavır, Kürt meselesinin çözümünde de belli bir mesafenin alınmasını sağlayacaktır. Kürt meselesinin çözümü ise doğal olarak, PKK ve statükocu Türk elitleri meselelerinin halledilmesinde belirleyici olacaktır.
Paylaş
Tavsiye Et