2007 YILI sonuna az bir zaman kala, Türkiye’de daha önce açıklanan Enerji Stratejisi’nin öngördüğüne kıyasla hem içeride, hem de dışarıda bir hayli hareketli günler yaşanıyor. Borunun bir ucunda Orta-Asya ve İran, diğer ucunda AB var. Tabii bu denklemin içerisinde bir de gelişmelere sevinmesi mi, yoksa üzülmesi mi gerektiğine bir türlü karar veremeyen uzak komşumuz ABD yer alıyor.
Türkiye’nin takip ettiği strateji Rusya’nın elini zayıflattığı ölçüde ABD açısından sevindirici bulunurken; İran’la enerji alanında yaşanan yakınlaşma, İran’a açılım sunduğu için ABD’ye sıkıntı veriyor. Aslında sorun basit; ABD çok uzaklarda olmasına rağmen, burada olup bitenlerin bölgenin değil de ABD’nin çıkarları doğrultusunda gelişmesi yönünde bastırınca sıkıntı çıkıyor.
İçeride ise büyüme sürecindeki Türkiye’nin dev hacimlerle artacak olan enerji açığına çare üretmek ve böylece bol ve güvenli arz sorununu çözüme kavuşturma derdi var. Asıl hareket 2008 yılında bekleniyor. Başarıyla idare edilmesi durumunda enerji güzergahı olmanın bizatihi kendisi bile, enerji kaynaklarına sahip olmadan da Türkiye’ye küresel bir güç katacaktır.
Bilindiği üzere, üretim ekonomisi henüz gerekli kalitede ikame edilemediği için, bir yandan enflasyonu kontrol altına almak ve daha da düşürmek, öte yandan ucu kaçmak üzere olan cari açığı hiç olmazsa bu düzeylerde istikrara kavuşturmak adına ekonomi göreceli olarak yavaşlatılmış durumda. 2006’da %6’ya çekilen büyüme hızı, öyle gözüküyor ki, 2007 yılında da %5 civarında gerçekleşecek. Benzer ülkeler (yükselen piyasa ekonomileri denilen Çin, Güney Kore, Doğu Avrupa ülkeleri) %7-10 arasında büyümeye devam ederken; Türkiye’nin %7’nin altına düşen büyüme performansının gerekli işi ve aşı üretmeyeceği, AB ile aradaki farkı kapatmaya yetmeyeceği, rakiplerimizle aradaki farkın ise açılmasının önüne geçemeyeceği aşikâr. Dolayısıyla yüksek faiz zehriyle ekonominin durdurularak enflasyonun düşürülmesi bu anlamda trajikomik bir ‘başarı’ olacaktır.
Ancak biz bu sürecin geçici olduğunu, üretim ekonomisinin temel parametrelerinin sağlamlaştırılmasına yönelik ikinci nesil altyapı (enerji, ulaştırma, telekomünikasyon vs.) reform ve düzenlemelerin yapılmasına paralel olarak, Türkiye’nin temel makroekonomik göstergelerde makul hedefleri tuttururken [reel faizler için %5, cari açık için GSMH’nin %4’ü civarı, enflasyon için %4, kamu borç stoku için GSMH’nin %30 ve altı] aynı zamanda %7 ve üzerinde bir büyüme patikasını yakalayabileceğini düşünmekteyiz.
Bunun gereklerinden biri de hiç kuşkusuz enerji sorununun kalıcı bir çözüme kavuşturulmasıdır. Ekonominin bir hayli ‘yavaş’ geçtiği 2007 yılında bile enerji talebi %10 dolayında artış kaydetti. Bir hesaplamaya göre, sistemdeki bütün santraller arıza yapmadan tam kapasite çalışsa bile Türkiye’de 2009 yılı itibariyle enerji darboğazı baş gösterecek. Bu veriler ve yorumların resmî kurumlara ait olduğunu dikkate alırsak, enerji arz güvenliğinin büyük bir tehdit altında olduğunu söylemenin hiç de felaket tellallığı anlamına gelmediği daha aşikâr olur.
Tabloda gösterildiği üzere, Türkiye şu sıralar kişi başına elektrik tüketiminde dünya ortalamasının bile altında kalıyor. Kişi başına tüketim AB’nin ise üçte birinden bile az. Bu tüketimin artacağı, daha doğrusu artması gerektiği de kesin. Türkiye ekonomisinde ilk durak 800 milyar dolarlık bir GSMH olduğuna göre, bunun gerektirdiği %7’lik büyüme oranıyla elektrik enerjisi talebi 2010 yılında 240, 2020 yılında ise 496 milyar kwh olacaktır. Halen kullandığımız miktarın 160 milyar kwh olduğu düşünüldüğünde, talep açığının kapatılması için gerekli arz profili de kendiliğinden ortaya çıkıyor.
Tabii burada yeri gelmişken belirtilmelidir ki, enerji israfının bu boyutta olması durumunda, yeterli miktarda enerji üretilse bile verimsizlik nedeniyle Türk sanayicisi “ucuz enerji” kullanmayı bir türlü beceremeyecek. Zira kişi başı enerji tüketimi ne kadar düşükse, birim başı üretimde tüketilen enerji de bizde o kadar yüksek (Enerji Bakanı’nın ifadesine göre AB’nin iki, Japonya’nın dört katı).
Şimdi bu tespitlerden yola çıkarak Türkiye’nin enerji stratejisinin ana unsurlarına kısaca bir göz atmak yerinde olacaktır. Türkiye stratejik petrol ve doğalgaz depolama kapasitesini artırmaya; tedarikçi kaynak ve ülkeleri çeşitlendirmeye; ancak bu arada yerli kaynakların olabildiğince kullanım ve geliştirilmesini artırmaya; enerji sektörüne yönelik sanayiyi kurmaya ve teknolojilerine sahip olmaya; enerjide ticaret merkezi olma potansiyelini artırmaya; talep yönetimini etkinleştirmeye ve verimliliği artırmaya; alternatif enerji kaynaklarını geliştirerek yakıt esnekliğini artırmaya; Ortadoğu ve Hazar petrol ve doğalgazının piyasalara ulaştırılması sürecine her aşamada katılımı sağlamaya; enerji sektörünün, işleyen bir piyasa olarak şeffaflığı ve rekabeti esas alacak şekilde yapılandırılmasına; bölgesel işbirliği projelerine katılım ve entegrasyonu sağlamaya; son olarak da her aşamada çevresel etkileri göz önünde bulundurmaya öncelik vermektedir.
Türkiye’nin stratejik vizyonundaki hareketlilik, enerji arzını ve çeşitliliğini artırma (rüzgar, jeotermal ve nükleer enerji alanları başta olmak üzere) ve enerji geçiş güzergahı olma konusundaki çabalarda kendini gösteriyor.
Bu noktada üretim ve dağıtım sektörüne yönelik gerekli düzenlemelerin ve piyasanın oluşturulmasına paralel olarak gerekli özelleştirmelerin yapılması 2008 yılının temel önceliği olmalıdır. Zira devletin enerji üretimindeki payı %84, dağıtımdaki payı ise %98 gibi çok yüksek bir oranda seyrediyor. Bu şartlar altında sektör için gerekli olan 130 milyar dolara varacak bir sermaye girişinin beklenmesi gerçekçi olmayacaktır.
Elektrik enerjisi sektöründe serbestleşen bir piyasa ortamında devletin sadece düzenleyici ve denetleyici bir konuma gelmesi ve ihtiyaç duyulan yatırımların yerli ve yabancı özel sektör tarafından süreklilik içinde devam ettirilmesi için enerji piyasasının ikame edilmesi zaruridir.
Paylaş
Tavsiye Et