Eş-Şark’ul Avsat / Arap Basını
Çeviri: Hatice Boynukalın Şenkardeşler
15 Kasım 2006 Fehmi Huveydi
ABD ara seçim sonuçlarını yorumlarken dikkatli olunmasını ve Cumhuriyetçileri yenerek çoğunluğu elde eden Demokratların sahneye çıkışı konusunda iyimserliğe kapılma aceleciliğine düşülmemesini salık veririm. Son seçimler gerçekten de Başkan George W. Bush ve çevresindeki “Yeni-muhafazakârlar”ın politikalarını hezimete uğrattı. Ancak, Irak’taki başarısızlığın bu yenilginin ana nedeni olduğunu gözden kaçırmamalıyız. Bu ‘başarısızlık’taki başarı ise birinci derecede Irak’taki ulusal direnişe ait (‘ulusal’ kelimesinin altını özellikle çiziyorum, zira Irak’ta bu kategoriye dahil edemeyeceğimiz, masum Iraklıları öldüren silahlı gruplar da mevcut). Zira Demokratlar, bu direnişin ABD kamuoyunu Cumhuriyetçiler aleyhine harekete geçirmesinden yararlanarak seçimlerde başarı kazanabildi.
Yine bu arka plan, seçim sonuçları karşısında Araplarda, Demokratların zaferinden duyulan memnuniyetten ziyade Bush yönetiminin ve politikalarının yenilgisinden duyulan sevincin ön plana çıktığını söylememize de izin veriyor. Çünkü bizler, ABD politikalarını değerlendirirken bölgemizdeki ana sorunlar hususunda yönetimdeki kadronun ne denli insaflı davrandığını dikkate alıyoruz. Bu sorunlar içerisinde en başta gelen ise Filistin meselesi. Listenin devamında ise Irak, Lübnan, Suriye vb. başlıklar yer alıyor.
Ancak ABD seçimlerinin sonuçlarını doğru çerçeveye oturtabilmek için belli hususları gözden kaçırmamamız gerekiyor. Örneğin, Ortadoğu konusunda Cumhuriyetçiler ve Demokratların tutumları arasında gerçek anlamda bir farkın olmadığını görmeliyiz. Mevcut farklılıkların da yalnızca şu iki konuda olduğu iddiasındayım: Irak bataklığından kurtuluş yolları ve Ortadoğu’da demokrasiyi yayma konusunda takınılması gereken tutum. Bu bağlamda Demokratların Kongre’de Irak’a açılan savaşı ve bu ülkenin işgal edilmesini desteklediklerini unutmamalıyız. Ancak başarısızlık alametleri aşikâr olunca bu partinin temsilcileri, işgali destekleyici tutumlarında geri adım atmak zorunda kaldılar. Yine bu çevre, seçim kampanyaları sırasında Irak konusunda net bir plan ve proje de ortaya koyamadı. Demokratlar, terörizmle mücadele ve terörün kaynaklarını kurutma adı altında bölgeye demokrasinin getirilmesi ve bu amaçla bazı yönetimleri değiştirme planlarını ise reddederek geleneksel ‘işbirliği’ yöntemlerini tercih ettiler. Mısır Parlamentosunda Müslüman Kardeşler’in güçlenmesi ve Filistin’de Hamas’ın zaferi, Cumhuriyetçileri de bu projeden vazgeçmeye zorladı.
Öte yandan Suriye, İran, Lübnan ve Sudan konusunda da Demokratlar ile Cumhuriyetçilerin tutumları arasında herhangi bir farklılık bulunmuyor. Demokratlar bu devletlerden bazılarına yaptırım uygulanmasını desteklediler. Hatta bazıları İran’ın nükleer tesislerinin vurulması teklifine dahi karşı çıkmadı.
Yeni-muhafazakârların İsrail’i destekleyen kuruluşlarla işbirliğine giderek, ABD elitleri arasında kamuoyu oluşturma bakımından son on yılda büyük bir başarı elde ettiklerini de gözden kaçırmamak gerekiyor. Özellikle de Ortadoğu politikalarını belirleyen araştırma merkezleri, kuruluş ve örgütlere kendi yandaşlarını yerleştirdiler. Bu merkez ve örgütlerde -hatta Dışişleri Bakanlığı’nda bile- yer alan insaflı ve ılımlı görüş sahibi insanları uzaklaştırdılar. İsrail’e destek verenler -özellikle Yahudiler- Cumhuriyetçi Parti ve Demokrat Parti’ye dağılmış durumda. Bunların oyları ise seçimlerde önde giden adaya doğru kolaylıkla kayabilmekte. ABD’li Yahudilerin % 86’sının bu son seçimlerde Demokratlara oy verdiği söyleniyor ki bu ABD tarihindeki en yüksek oran.
Demokrat Parti içerisinde sağ, orta ve sol eğilimli adaylar mevcut. Solda bulunanlar -ki çoğunlu siyahîlerden oluşuyor- Arapların davaları konusunda en insaflı ve anlayışlı olanlar. Ancak yine de Demokrat Parti içerisindeki İsrail taraftarları, diğer akımlara göre daha baskın durumda.
Tüm bu saydıklarımız, asıl soruya cevap vermemizi kolaylaştırabilir: “Senato ve Temsilciler Meclisi’nde çoğunluğu elde eden Demokratlardan ne bekleyebiliriz?”
Bu tablonun değişmemesi ve Arapların içinde bulunduğu derin çaresizliğin de sürmesi durumunda, Demokratların Arap ve Müslümanlara karşı insaflı olmayacaklarını söylemek mümkün. ABD’li yazar Joshua Frank’in, Internet sitesinde 31 Mart 2005’te yayımladığı makalesinde, bu görüşlerimi destekleyecek daha güçlü deliller bulmakta zorluk çekmedim. Makalenin başlığı “Önce İsrail” idi. Makalede, önümüzdeki dönemde Temsilciler Meclisi’nin sözcülüğünü yapacak olan Demokrat Partili Nancy Pelosi’nin görüşleri sergileniyodu. Makaleye göre Pelosi, ABD’deki ikinci büyük Yahudi örgütü olan AIPAC (Amerikan-İsrail Kamu İlişkileri Komitesi) üyelerinin önünde yaptığı konuşmada, Filistin ve İsrail arasındaki anlaşmazlığın, İsrail’in Gazze ve Batı Şeria’yı işgalinden kaynaklandığını düşünmenin bir saçmalık olduğunu ve kavganın nedeninin işgal olmadığını vurgulamış. Burada temel problemin İsrail’in varlık ve yaşama hakkını inkar etmekten kaynaklandığının altını çizen Pelosi, İsrail’deki havayı Filistin tarafının uyguladığı şiddetin bozduğunu iddia etmiş. ABD ile İsrail’in ilişkilerinin kopmayacak derecede sağlam olduğunu vurgulayan Pelosi, “İsrail’in güvenliğini sağlamak ABD’nin görevidir. Biz savaşta ve barışta, zor günde ve iyi günde beraberiz” demiş. Makale yazarı Joshua Frank ise, Bayan Pelosi’nin Filistinliler konusuna hiç değinmemesinden duyduğu dehşeti ve İsrail lehine casusluk skandallarında iki üyesinin adı geçen AIPAC’ın önünde bu görüşlerini dile getirmesinden duyduğu endişeyi satırlarına yansıtıyordu.
Bu yazıdaki amacım yalnızca Demokratlara bel bağlamamamız gerektiğini anlatmak değil. Asıl varmak istediğim sonuç; Arap yönetimlerinin çöküşünün ve bölgedeki başkentlere sirayet eden perişanlık halinin, uluslararası taraflara Arapların sorunlarına karşı umursamaz bir tavır takınmaları için gerekli zemini hazırladığını hatırlatmak. Zira uluslararası siyasette zayıflara masadaki kırıntılardan başka bir pay düşmez. Araplar güçlerini tekrar elde ettikleri, davalarına ve şereflerine sahip çıktıkları gün, görüşlerini diğer taraflara kabul ettirebileceklerdir. Nihayetinde de kaybettikleri haklarını geri almayı başaracaklardır. Demokratlar ya da diğerlerinden beklentilerimizi sıralamadan önce cesaretle şu soruya cevap vermemiz gerekiyor: “Biz ne yaptık ve ne sunduk?” İddia ediyorum ki, bu son soruya aktif bir cevap verip harekete geçersek; gerek Washington’da, gerekse de BM Güvenlik Konseyi’nde yer alan taraflardan en kısa sürede beklediğimiz cevabı alabiliriz.
Tavsiye Et
İmruz/ İran Basını
Çeviri: Hakkı Uygur
12 Kasım 2006 İbrahim Yezdi*
Aylardır süren seçim kampanyalarının ardından sonunda Amerika’daki seçimler gerçekleşti ve tahmin edildiği gibi Demokrat Parti göz alıcı bir zafer kazanarak Temsilciler Meclisi ve Senato’da çoğunluğu elde etti. Peki ama Demokratların seçim zaferi ABD’nin iç ve -başta Ortadoğu olmak üzere- dış politikasını nasıl etkileyecek? Bu soruyu cevaplamak için seçim sonuçlarını ayrıntılı bir biçimde incelemek gerekiyor:
1) Cumhuriyetçiler ile Demokratlar arasındaki görüş ayrılıkları, daha çok ABD’nin kuruluş aşamasındaki yapılarının siyasi dönüşümüne dair tarihî gerçekleri yansıtıyor; dünya görüşlerindeki veyahut içeride veya dışarıdaki temel ekonomik, kültürel ve politik konular hususundaki farklılıkları değil.
2) Seçimlerde hem etnik, mezhepsel ve dinsel azınlıklar hem de silah ve petrol şirketleri önemli rol oynuyor. Azınlıklar içinde Yahudiler en fazla etkiye sahip grup olarak göze çarpmakta. Yahudilerin yanı sıra militaristler, petrol şirketleri ve büyük bankalar da seçimlerde belirleyici rol oynuyorlar. Seçimlerde başarılı olmak isteyen adaylar bu üç gruptan en az ikisinin desteğini almak zorunda.
3) Demokratların son seçimlerdeki başarıları, halkın Bush yönetiminin iç ve -başta Irak ile Afganistan olmak üzere- dış politikasına olan tepkisinden kaynaklanmakta. Amerikan halkı oldukça dindar olmasına rağmen iç ve dış politikada, neo-muhafazakârlarınki gibi, gerici ve aşırı yaklaşımları ve görüşleri desteklemiyor. Bush’un dış politikası, özellikle de Afganistan ve Irak’a yönelik askerî saldırısı Amerikan halkının ciddi tepkisiyle karşılaştı ki bu tepkiler özellikle Irak hususunda çok daha şiddetliydi. 11 Eylül’ün ardından Taliban’ın el-Kaide lideri Usame bin Ladin’i ABD’ye teslim etmediği gerekçesiyle önce Afganistan’a saldırarak Taliban yönetimini deviren George W. Bush, daha sonra Irak’a saldırarak Saddam Hüseyin’i devirmiş ve bir anda Amerikan tarihinin en popüler başkanı haline gelmişti. Ancak Saddam’ın devrilmesi ve yakalanıp yargılanmasına rağmen Irak’ta direnişin yaygınlaşması ve Amerikan askerlerinin verdiği kayıpların günden güne artması, ABD halkının hızla Bush’a karşı tavır almasına yol açtı. Güçlü ABD ordusunun Irak’taki direnişi bastıramaması, Amerikan toplumunun bilinçaltındaki acı Vietnam anılarını gün yüzüne çıkardı ve ciddi endişelere sebep oldu.
4) Demokratlar zafer kazanmış olsa da, bu zaferin ABD’nin iç ve dış meselelerinde kısa vadede belirleyici fazla bir etkisi bulunmayacaktır. Çünkü Başkanlık hâlâ Cumhuriyetçilerin ve Bush’un elinde; ancak yine de Cumhuriyetçilerin yenilgisi ve Savunma Bakanı Donald Rumsfeld’in istifası, ABD’nin ve Bush’un uluslararası konumunu ve itibarını zayıflatacaktır.
5) Peki acaba son Amerikan seçimleri Ortadoğu’daki mevcut durumu etkileyecek mi? ABD’nin Ortadoğu’ya yönelik dış politika stratejisi, Araplar ve Filistinliler karşısında kayıtsız şartsız İsrail’i desteklemektir. İster Cumhuriyetçi ister Demokrat olsun şimdiye kadarki Amerikan hükümetleri, BM’nin İsrail karşıtı kararlarını çoğunlukla veto etti, veto edilmeyen kararlar ise ABD’nin de desteğiyle İsrail tarafından uygulanmadı. Ayrıca Demokratlar arasında da Cumhuriyetçiler arasında olduğu kadar İsrail destekçisi bulunmakta; ancak tarihî süreçte yaşanan bazı olumlu gelişmeler Demokratların tavırlarında değişim ihtimalinin bulunduğuna işaret ediyor. Zira Demokratlar (Jimmy Carter’ın başkanlığı döneminde) Mısır ve İsrail arasındaki barışı ve İsrail’in Sina Yarımadası’ndan çekilmesini sağlamışlardı. İsrail ile FKÖ arasında yapılan ve Filistin yönetiminin Ürdün nehrinin batısında yer alan işgal altındaki topraklara yerleşmesini sağlayan anlaşma da Demokratlar döneminde yapılmıştı. Bu anlaşma bugün, bütün uluslararası kamuoyunun Gazze Şeridi ve Batı Şeria’da bağımsız bir Filistin devletinin kurulması gerektiğini kabul etmesini sağladı. Ayrıca son yıllarda Filistin halkının direnişi ve yönetimin işgal altındaki topraklara yerleşmesi siyasal dengelerde Filistinliler lehine değişiklere yol açtı.
6) Demokratların zaferinin Irak’ı nasıl etkileyeceği de seçim sonuçları üzerindeki en önemli tartışma konularından birini oluşturuyor. Başkan Bush, Savunma Bakanı’nın istifasını ilan ederken Irak’a yönelik planlarının değişmesi gerektiğinden bahsetti. Görünüşe göre önümüzdeki dönemde ABD’nin Irak işgalinin niteliği hususunda ciddi değişiklikler yaşanacak. Ancak kısa vadede yabancı askerlerin Irak’tan ayrılması zayıf bir ihtimal. Bu değişikliklerin niteliği, isyancı güçlerin ve onların destekçilerinin vereceği tepkiye de bağlı. Bu güçlerin Cumhuriyetçilerin yenilgisini ve Rumsfeld’in istifasını kendileri için bir zafer olarak telakki etmek ve direnişlerinin şiddetini artırmak yerine, bu durumdan işgalci güçlere Irak’tan bir an önce çıkmaları için siyasi baskıda bulunma amacıyla yararlanmaları şüphesiz Irak halkının faydasına olacaktır.
7) Demokratların zaferinin İran-ABD ilişkilerini nasıl etkileyeceği de bir başka tartışma konusu. İran ve ABD arasındaki temel sorunların kaynağı, Bush hükümetinden çok daha eskilere dayanıyor. İran’da ABD ve İngiltere desteğiyle gerçekleşen 19 Ağustos 1953 askerî darbesi, ABD’nin İran’daki 25 yıllık baskıcı saltanat yönetimini desteklemesi, diğer yandan İran’daki ABD Büyükelçiliği’nin öğrenciler tarafından işgal edilmesi ve elçilik çalışanlarının 444 gün boyunca rehin alınması iki ülke arasındaki tarihsel gerilimin sebeplerinden birkaçı. Günümüzde de Amerikan yönetimi Avrupalı devletlerle birlikte şu dört konuda İran’la anlaşmazlık içinde: Nükleer faaliyetler, insan hakları ihlalleri, Ortadoğu barışınını engellenmesi ve terörizmin desteklenmesi. Cumhuriyetçiler ve Demokratlar da İran’a karşı bu dört konuda aynı görüşe sahipler.
Yeni durum, Bush yönetiminin Rusya, Çin ve Avrupa ülkelerinin İran kriziyle ilgili sundukları çözüm yollarına daha fazla yakınlık göstermesine ve bu ülkelerin mevcut atmosferden ve fırsattan yararlanarak ABD’den bağımsız çözüm yollarını eskisinden daha ciddi bir biçimde takip etmelerine neden olacaktır. İran da ortaya çıkan fırsattan iyi bir şekilde yararlanarak gerilimleri ve olası tehlikeleri azaltmak için ciddi pratik adımlar atabilir ve ABD ile olan sorunlarını gözden geçirerek bunların çözümü için yeni stratejiler benimseyebilir. İran’daki bazı güçlü kesimler Cumhuriyetçilerin yenilgisinden ve Bush hükümetinin itibar kaybından ABD aleyhine faydalanılabileceğini ve bunun yapılması gerektiğini düşünebilirler. Ancak böyle bir yaklaşım, İran’ın ulusal güvenliği, çıkarları ve menfaatleri açısından sanılanın aksine olumlu sonuçlar doğurmayacaktır. İlk yolu seçtiği takdirde ise İran, -Demokratların İran’a ilişkin sorunlarda ve bölgedeki, özellikle de Irak’taki, şiddeti durdurmak noktasında İran ile doğrudan diyalog ve müzakereyi savundukları da göz önüne alınacak olursa- yeni durumdan diplomasisini etkinleştirerek ulusal çıkarlarını temin ve başta Irak olmak üzere komşu ülkelerin güvenliğini sağlama yönünde yararlanabilir.
* İran Eski Dışişleri Bakanı ve Özgürlük Hareketi Lideri
Tavsiye Et