Emre Aracı Prag Senfoni Oda Orkestrası
Yapım: Kalan Müzik, 2004
“Ne Batı’da ne Türkiye’de kimse, padişahların 19. yüzyılda Batı ile aynı müziği kullanarak Batı formunda eserler bestelediğini duyunca inanmak istemiyor. Bunlara ait vesikaları, notaları gösterdiğimde hem çok şaşırıyorlar hem de bir Osmanlı padişahının Batı tarzında müzik yapmasına çok seviniyorlar.” Emre Aracı
Edinburgh Üniversitesi Müzik Fakültesi mezun olduktan sonra yine aynı bölümde Lady Lucinda Mackay’ın desteğiyle Ahmed Adnan Saygun’un hayatı ve eserlerini bir doktora çalışması olarak inceleyen müzisyen, orkestra şefi ve müzikolog Emre Aracı, Osmanlı döneminin çoksesli repertuvarını ele aldığı CD’lerle, velud bir müzisyen olmanın yanı sıra iyi bir arşivci olduğunu gösteriyor. Yabancı kütüphanelerde bulduğu Osmanlı dönemi klasik müzik notalarını titiz bir çalışma ile gün yüzüne çıkaran sanatçı, bu eserleri önce aranje ediyor, daha sonra 1998’de kurduğu Londra Osmanlı Saray Müziği Akademisi başta olmak üzere şeflik yaptığı orkestralarda çaldırıyor, kaydediyor. Prag’da dünyanın önde gelen konser salonlarından Çek Filarmoni’nin evi olan Rudolfinum’da Prag Senfoni Orkestrası ile birlikte seslendirdikleri ve Batı müziği formunda Osmanlı padişahları ve sultanları için bestelenen eserlerden oluşan ve kendi keman konçertosunu da içeren Boğaziçi Mehtaplarında Sultan Portreleri başlıklı bu albümünde Sultan III. Selim ve Sultan II. Mahmud’a ait özgün bestelerin aranjmanlarından başka Sultan Abdülmecid, Valide Sultan, Adile Sultan, Münire Sultan, Fatma Sultan, Hanım Sultan, Refia Sultan ve Ahmet Fethi Paşa için yazılmış eserlere de yer veriyor. Guatelli Paşa’nın eserlerinin yanı sıra bir dönem Müzika-yı Hümayun’un başında bulunan İtalyan asıllı Bartolomeo Pisani’nin senfonik ve dramatik bir tarzda Sultan Abdülmecid için bestelediği “Cenaze Marşı” ve Mehmet Burhaneddin Efendi’nin “Marş-ı Âlî” besteleri gibi piyano için bestelen eserler ilk kez yaylı çalgılar için Aracı tarafından aranje edilmiş. Albümün temelini, Aracı’nın Abdülhak Şinasi Hisar’ın aynı isimli eserinden yola çıkarak bestelediği Boğaziçi Mehtapları adını taşıyan keman konçertosu ile Guatelli Paşa’nın Osmanlı Hanedan üyelerinin adlarına bestelediği kısa müzik porteleri oluşturuyor. Aracı’nın deyişiyle, “21. yüzyılda çoktan kaybolup gitmiş olan, geçmiş yüzyıllara ait, cömert bir sanatsal patronajın hâlâ mevcut olduğunu gösteren” Çarmıklı Ailesi’nin değerli desteği sonucunda ortaya çıkmış bulunan bu albüme Cihat Aşkın da kemanıyla katkıda bulunmuş. Sultan Portreleri, Aracı’nın diğer albümlerindeki gibi geniş kapsamlı Türkçe ve İngilizce kitapçık ilavesiyle hazırlanmış. /Cihat Arınç
Tavsiye Et
Birol Topaloğlu
Yapım: Kalan Müzik, 2007 Derlediği ve geleneksel yapıya sadık kalarak düzenleyip yorumladığı müzik eserleriyle katıldığı uluslararası festivallerde Karadeniz ve Laz müziğini dünyaya tanıtan Birol Topaloğlu, Heyamo (1997), Aravani (2000) ve Lazeburi (2001) derleme-arşiv albümlerinden sonra bu kez Ezmoce/Rüya adlı albümünü dinleyicilerin beğenisine sundu. Topaloğlu, çıkardığı bu albümlerin dışında ayrıca hem tulumuyla hem de sesiyle birçok albümde misafir sanatçı olarak yer aldı. Uzun bir aradan sonra çıkan bu albüm, geleneksel ve modern sazların birlikte kullanılarak yapıldığı düzenlemeler ve Birol Topaloğlu’nun otantik yorumu ile icra edilmiş Lazca, Megrelce ve Türkçe halk şarkıları, geleneksel yayla-yol ezgileri, tulum eşliğinde horon havaları, yöre kültüründe önemli bir yere sahip olan destan ve çeşitli bestelerden oluşuyor. Diğer albümlerden farklı olarak tabla ve dijiridu gibi dünya müziğinde önemli yer tutan müzik aletlerinin de kullanıldığı bu albümdeki Megrelce aşk şarkısı olan “Margaluri Oropa” ile “Karkalaki” şarkısı Gürcistan-Tiflis’te kaydedilmiş. /Cihat Arınç
Tavsiye Et
İlhan Başgöz
İstanbul, Pan Yayıncılık, 2008
Türkü formu üzerine hem malzemeye vukufiyeti bakımından yeterli seviyede hem de bu formun içinde filizlenip geliştiği sosyo-kültürel bağlamla olan ilişkisini dikkate alan titiz bir çalışma Türkü. İlhan Başgöz’ün evvela Ahmet İnam ve Cengiz Güleç tarafından ortak kaleme alınmış bir gazete yazısından hareketle bir deneme olarak yazmaya başladığı metin daha sonra uzayıp bir kitaba dönüşmüş. Türkülerin sosyo-kültürel değişmelerle beraber zaman içerisinde geçirdikleri dönüşümler ve içeriklerindeki süreklilik unsurları bu çalışmada özellikle ele alınmış. Başgöz’e göre, türkü söylemek daha önceleri icracıyla dinleyicinin fiziki bir mekanda bir araya geldiği ve birbirini etkilediği bir süreç iken, medyanın yaygınlık kazanmasıyla beraber icracı ile dinleyici arasındaki ilişki kesintiye uğramıştır: “Televizyonda türkü söyleyen, dinleyicisinin yüzünü görmüyor, heyecanını duymuyor. Kendisini sözlü kültürün duygu ve heyecan esintisine bırakamıyor, türküsüne dinleyiciden aldığı iyi kötü etkilere göre bezek vuramıyor. Dinleyici de eser karşısındaki tepkisini türkücüye gösteremiyor, onu etkileyemiyor. Hem okuyucu, hem dinleyici toplumdan soyutlanmış, bir stüdyoya, bir ekran önüne kapatılmış, tümden edilgen bir duruma düşmüştür” (s. 25).
Kitap, her ne kadar Ziya Gökalp’in “milli musikimiz memleketimizdeki halk musikisi ile Garp musikisinin birleşmesinden doğacaktır” şeklindeki bilgisizce yaklaşımını desteklemek için geliştirilen “Gökalp, bu iki kültür (Batı-Türk) arasında bir çelişki olmadığına inanıyordu. Türkü-barlar bu görüşü doğruluyor” gibi üstünkörü/sığ yorumlarla malul olsa da diğer bakımlardan son derece olgun bir tablo çizmektedir. Türkülerin maddi kültürle ve doğayla olan yakın ilişkisinin, türkülerin anlatı dilini divan edebiyatındaki şiirlerin muhayyilesinden ayıran en önemli özellik olduğunu belirten Başgöz’e göre, içinde yaşadığımız “gerçek dünyaya hayal sevgililer yakışmadığı” için, türküler “sevgiyi, gurbeti, hatta tanrısalı soyutluktan kurtarır, insanın ve doğanın dünyasına indirir. … (T)ürküdeki sevgili divan şiirlerinin çoğunluğunda, âşık şiirinin de bir bölümünde görülen cansız güzellere benzemez. O güzeller, adını sanını bilmediğimiz, kokusuz, renksiz bir soyutlamadır. … Türküde sevgilinin soyutla arası hiç iyi değildir. … Bunun için türkünün sevgilisi, kadın olsun, erkek olsun, ete kemiğe bürünür.” (s. 19, 21-22).
Kitapta sırasıyla gurbet türküleri, hapishane türküleri, asker türküleri, ninniler, ağıtlar, iş türküleri, mâniler son derece çarpıcı örnekler eşliğinde inceleniyor; ayrıca türkü formunun biçim özellikleri ve işlevleri de ele alınıyor. Bu kıymetli eser, Ahmet İnam’ın “Türküleme: Hayata Türkü Olup Duran” başlıklı denemesiyle son buluyor. /Cihat Arınç
Tavsiye Et