Kullanıcı Adı: Şifre    
   
  veya Üye olun | Şifremi unuttum
  Arama / Gelişmiş Arama  
   
Skip Navigation LinksArşiv (July 2006) > Çeviriyorum
Çeviriyorum
Batı ve İslam dünyası arasındaki Soğuk Savaş / Beniamin Popov (Rusya’nın İKÖ Özel Temsilcisi), Nezavisimaya Gazeta, 5 Haziran 2006
Rus Basını
Çeviri: İsmail Aras
Mart ayında Rusya Devlet Başkanı V. Putin, “Rusya-İslam Dünyası” Stratejik Öngörü Grubu üyelerine verdiği mesajda, medeniyetler arası bölünme tehdidini uluslararası terörizm ve kitle imha silahlarının yayılması tehlikesiyle bir tuttu. Zira Batı ve İslam âlemi arasında fiilen başlamış olan Soğuk Savaş, pek çok bilim adamı ve siyasetçi için başlıca endişe kaynağı. Maalesef, bu tür belirtiler zamanla daha da çoğalmakta, en büyük gerilim medeniyet hatları çerçevesinde görülmekte, çatışmanın şiddeti yoğunluk kazanmaktadır. Bu, Orta Doğu gibi en süreğen çatışma örneğinde ayan beyan ortadadır. Bugün Filistinliler ve İsraillilerin birbirine olan güveni ciddi biçimde sarsılmış, barış süreci gözle görülür bir şekilde zaafa uğramıştır. Hatta Arap analizciler artık muhtemel çözümün uzun yıllar alacağından bahsediyorlar. Bu arada, pek çok devlet doğrudan veya dolaylı yolla Arap-İsrail çatışmasına müdahil olmakta ve Filistin-İsrail ilişkilerinin gerginleşmesi dünyanın siyasî iklimini de olumsuz yönde etkilemektedir.
Bunun yanı sıra Irak’taki durum da dünyayı olumsuz yönde etkilemektedir. Kadim medeniyetlerin beşiği ve Arap âleminin bu en önemli ülkesi, Amerikan müdahalesinden dolayı geçen üç yıl zarfında iç savaşın eşiğine gelmiştir. Bazı Batılı siyasetçilerin Irak’tan yeni bir terörizm yuvası olarak bahsetmeleri şöyle dursun, buradaki istikrarsızlığın diğer ülkelere yayılma tehlikesi de artmaktadır (ABD’nin Irak müdahalesinin yararsızlığı, artık Amerikalılar tarafından da ifade edilmekte: Nisan sonunda eski Dışişleri Bakanı Madeleine Albright, bu savaşın Amerikan dış politikası için bugüne kadar görülmemiş bir yıkımla sonlanabileceğini belirtti.)
İran’ın nükleer programıyla ilgili durum da cidden çetrefilli bir hal aldı. Burada dikkat çekilecek nokta, Müslüman ülkelerin çoğunluğunun, ABD ve Batı Avrupa’nın Tahran’a karşı baskılarını, “büyük devletlerin yükselen bir rakibi defetmesi” şeklinde telakki etmesidir. Arap el-Hayat gazetesi, Batılı ülkelerin XIX. ve XX. yüzyıllarda Müslüman ülkelere dönük eylemlerle -ki bunlar Müslüman toplulukların zayıflatılmasına yönelikti- kıyaslamalar yapmaktadır.
Gün geçtikçe daha çok Müslüman, Batı’nın İslam ülkeleriyle ilgili faaliyetlerini şüpheyle karşılamakta. 50 yılı aşkın bir NATO üyesi olan Türkiye’de bir süre önce gerçekleştirilen ankete katılanların %74’ü ABD’yi “tüm dünya için başlıca tehdit” olarak görmektedir.
“Karikatür krizi” ise, dünyanın başat dinleri arasındaki güveni iyice sarstı. İslam camiasını rahatsız eden bu çatışma durumunun yanı sıra, Ebu Gureyb’de yapılan işkenceler, Washington’ın Guantanamo’daki tutsaklara yönelik davranışı, CIA’in gizli hapishaneleri gibi terörizme karşı ilan edilen bu mücadeleler, pek çok Müslüman ülkede İslam’a karşı bir savaş olarak algılanmaktadır.
Toplumdaki eşitsizliği, başta Arap-Müslüman kökenli gençlerin şiddet kullanarak protesto ettikleri Fransa’daki isyanlar da söz konusu yabancılaşma hareketini etkiledi. Batı Avrupa devletlerinde yaşayan Müslüman toplulukların, içinde yaşadıkları toplumlara yavaş entegre olmaları sebebiyle toplumsal ilişkileri zorlaştırmakta; bu da göçmen ve yabancı karşıtı hareketi körüklemektedir.
Uluslararası ilişkilere katı ideolojik pencereden bakanlar ve uluslararası sorunları tüm ülkeleri tek bir ölçüte indirgeyerek çözmeye çalışanlar, aslında terörist ve ifratçıların değirmenine su dökmektedirler.
Dinler arası çatışma, çeşitli kesimlerdeki aşırılarca kızıştırılmakta; zira onlar dünyayı siyah beyaz olarak görmektedirler. Bin Ladin ve yandaşları, Amerikalıları siviller dâhil katletmek için Müslümanlara çağrı yapmaktan geri durmazken ve bunu “meşru hedefleri” sayarken; pek çok kere Müslümanlar aleyhine sert açıklamalar yapan Amerikalı Evanjelik vaiz ve siyasetçi Pat Robertson ise İslam’ı Nazizmle eş tutmaktadır.
Zengin ve fakir arasındaki uçurumun derinleşerek devam ettiği, zengin devletlerin fakirlere daha fazla yardım yapılması gerektiğini idrak edemediği ve ortak çabalarla medeniyetler arası eşit diyaloğun temelleri atılmadığı takdirde dünya, sonuçlarının zor tahmin edileceği yeni tehdit ve çatışmalarla karşı karşıya gelecektir.
Son 7 senedir medeniyetler arası diyalogdan çokça söz edilmekte, bu konuda yüzlerce makale ve kitap yazılmaktadır.
Dünyada geniş yankı bulan ve gittikçe daha çok desteklenen İspanya-Türkiye “Medeniyetler İttifakı” girişimi, medeniyetler arası uzlaşma konusunda yeni fikirler ileri sürme potansiyeli taşımaktadır. Burada Katar’ın Hıristiyanlık, İslam ve Yahudilik arasındaki diyaloğu geliştirme teşebbüsünü de zikretmek gerekir. Katarlılar, İbrahimî dinlerin tüm insanlığın yarıdan fazlasını oluşturmaları ve pek çok ortak inanç noktalarına -tek Tanrı inancı, meşhur öğütlerde tecessüm eden ortak değerler ve dinin en önemli vazifesinin daha iyi bir hayat hakkı temininde insana yardımcı olması; barışı, uzlaşı ve sevgiyi yaygınlaştırma bilinci- sahip olmalarından hareket ediyorlar.
Bu çerçevede, son yıllarda Rusya’nın da rolü, gözle görülür seviyede artmıştır. Bu yüzyılın başından beri V. Yakunin’in liderliğindeki Rusya Milli Merkezi’nce kurulan toplumsal-siyasî bir forum faaliyettedir ki, bu Rodos Forumu olarak bilinmektedir. Her sene yapılan forum, gittikçe daha çok nüfuz kazanmaktadır.
Yine Moskova, medeniyetler arası çatışmayı önlemek için bazı önemli girişimlerde bulunmuştur. Radikaller, Hıristiyanlık ve İslam arasında bir tür “demir perde” örmeye çalışmaktalar; hâlbuki medeniyetler arasında gerçek çatışma mevcut değil. Söz konusu gerginlik ise her şeyden evvel sosyo-ekonomik ve siyasî nedenlerle açıklanmaktadır.
2005 yılında Rusya, İslam Konferansı Örgütü’ne gözlemci olarak kabul edilmiştir. Mart 2006’da “Rusya-İslam Dünyası” Stratejik Öngörü Grubu’nun ilk toplantısı, Primakov başkanlığında yapılmıştır. Grup, Rusya ile Müslüman ülkeler arasındaki işbirliği geliştirme amacıyla 20 civarında Müslüman ülkeden oluşmaktadır. Bu grup tarafından önerilen, BM Genel Sekreteri nezdinde sürekli faaliyet gösterecek “Medeniyetler Meclisi” adlı danışma organının kurulması teklifi oldukça dikkat çekicidir.
Rusya Federasyonu Dışişleri Bakanı S. Lavrov’un da vurguladığı gibi, bahsedilen düşünce ve önerilerin “sadece hükümetin değil, sivil toplumun da katılımıyla sistemli bir süreç”te buluşturulması gerekmektedir. Nitekim Nisan 2006’da Rus Halk Meclisi, manevî unsurların ağır bastığı insan hakları konseptini ileri sürmüş; burada Ortodoksluğun geleneksel yapısına -topluluğun çıkarı ferdin çıkarından üstündür- vurgu yapmıştır. Bu düşünceler, Müslüman âleminde geniş yankı bulmuş; zira bunlar genellikle İslam dininin temel prensipleri ile benzeşmektedir.
3-5 Temmuz tarihlerinde Moskova’da yapılacak Dünya Dinî Liderler Zirvesi, medeniyetler arası gerçek işbirliği uğruna ortak mücadelede ruhanî hizmetkarların seferber edilmesinde önemli bir dönüm noktasıdır. Çünkü binyıllar boyunca sadece din, toplumu yönlendirmiştir.
Rusya, tarih ve coğrafya (ülkemizde Müslümanlar nüfusun %10’unu oluşturmakta ve Rusya’da Hıristiyanlıkla İslam arasındaki iyi ilişkiler bin yılı aşkındır mevcuttur) bakımından medeniyetler arası köprü rolünü oynamaya hazırlanmıştır. Günümüz koşullarında şu anlaşılmıştır ki, terörizmle yalnız askerî metotlar kullanarak mücadele etmek imkansızdır. Bunun yanında eşit şartlara dayanan diyaloğu faal bir şekilde ilerletmek, tahammülü aşılamak, mütekabiliyet zemininde diğer kültürleri öğrenmeyi her vasıtayla genişletmek gerekir.
Bir süre önce İslam ve Hıristiyan medeniyetlerin bir arada yaşamı üzerine gerçekleştirilen Rusya-Ürdün yuvarlak masa toplantısında -ki burada Andrei Pervozvannii Vakfı’nın “Medeniyetler Diyaloğu için” ödülü Kral II. Abdullah’a takdim edilmiştir- birçok Arap katılımcı, Rusya’yı Batı ve Doğu arasında çeşitli kültürleri birleştiren bir köprü olarak gördüklerini belirttiler. Bu kanaat, pek çok Müslüman ülkede ve tedricen de Batılı devletlerde yaygınlaşmaktadır.
Tarihî tecrübe, Rusya’da din savaşlarının olmadığını söylemektedir. Rusya’nın dinler arası diyaloğu faal olarak geliştirmesinden daha doğal bir şey olamaz. Rusya’nın görevi, farklı medeniyetlere ve kültürlere mensup halkları birleştirmektir. İşte bizim avantajımız, zenginliğimiz ve şüphesiz pratik anlamı haiz tecrübemiz tam da buradadır.

Tavsiye Et
Zerkavi’den sonra / The Economist, 10-16 Haziran 2006 Başyazı
İngiliz Basını
Çeviri: Burcu Anatay
El-Kaide’nin Irak’taki lideri Ebu Musab ez-Zerkavi’nin öldürülmesi, sadece Irak’ta değil Orta Doğu’nun birçok yerinde ve hatta ötesinde Amerika’ya karşı yürütülen küresel cihat açısından şaşırtıcı bir gerileme olarak görülebilir. Bir zamanlar Ürdün’de önemsiz bir kanun kaçağı olan Zerkavi, aşırı şiddete başvurmak suretiyle dünyanın dört bir yanındaki cihatçılar (jihadist) için kendisini bir kahraman haline getirdi. Hatta Usame bin Ladin’e biat etmiş olmasına rağmen onun rakibi haline gelmeye bile başladı. Bin Ladin muhtemelen Pakistan’da bir yerlerde saklanıp, Afganistan ve 11 Eylül ile kazandığı şöhretle yetinirken; Zerkavi Irak cihadını bizzat yönetti. Daha sonra Irak dışındaki alanlara da doğrudan saldırmaya başladı. Ürdün’ün başkenti Amman’da geçtiğimiz Kasım ayında gerçekleşen ve yaklaşık 60 kişinin ölmesine yol açan eş zamanlı üç bombalı saldırının arkasındaki isim oydu. Sadece Irak’taki binlerce ölümden de o sorumluydu.
 
Bir Adamı Öldürmek Kolaydır
Bütün bunlara rağmen, Irak Başbakanı Nuri el-Maliki’nin deyişiyle, Zerkavi’nin yok edilmesi Irak’taki direnişi yok etmeyecektir. Bu tür isyanlar karizmatik liderlere sahip olmaktan çıkar sağlar. Zerkavi de takipçileri için adeta ilahî nitelikleri haiz bir liderdi. Ancak bu takipçiler Zerkavisiz de gelişmelerini sürdürebilirler. Mesela 2003 sonlarında Saddam Hüseyin Amerikalı askerler tarafından saklandığı delikten en iyi ifadeyle çekilip çıkarıldığı zaman artan boş ümitleri bir hatırlayın. Birçokları bu aşağılamanın, Iraklılara eski düzenin bittiği ve artık yenisine yol vermeleri gerektiğini göstereceğine inanmıştı. Bu gerçekleşmedi. 2003’ten bu yana direniş daha şiddetli, daha yaygın ve daha karmaşık hale geldi. Bu noktada girilecek en sağlam bahis şiddetin Zerkavi’nin yokluğunda dahi, kendisini besleyen öfke dindirilene kadar devam edeceği şeklinde olacaktır.
Peki ama bu öfkenin kaynakları neler? Bunlar ne yazık ki oldukça çeşitli. Zerkavi, nefret tayfının saf, cihatçı ucunu temsil ediyordu. Onun ve el-Kaide’nin dünya görüşüne göre, İslam ile Amerika’nın başını çektiği ve doğru yolu izlemeyi reddeden birçok Müslüman rejiminin de dâhil olduğu ‘inanmayanlar’ arasında küresel bir savaş yaşanıyor. Bu cihatçı slogan, tıpkı 1980’lerde Afganistan’daki Sovyet karşıtı cihadın yaptığı gibi Müslüman dünyanın her köşesinden gönüllüleri Irak’a çekiyor. Bu tür inançlara sahip olan zealotların (fanatikler) tek bir liderin öldürülmesiyle kutsal davalarından geri dönmeyecekleri de ortada. Eylemleri engellenebilir; ancak mücadeleleri sürecektir.
Ayrıca cihatçı söylem, Amerika’nın işgalinden beri Irak’ı yutan şiddet virüsünün sadece bir parçası, hatta nerdeyse en küçük parçası. Bu parça ABD’nin, yüzlerce intihar saldırısının gerçekleşmesinde yabancıların rol oynadıklarından söz etmesine imkân verse de asıl gerçek, direnişçilerin çoğunun Iraklı olduğu. Onların bir kısmı el-Kaide’nin bazı görüşlerini benimsemiş olsalar da, çoğunluğu başka nedenlerle silaha sarılmış durumda. Bu nedenler yabancı, kâfir bir işgale duyulan yalın milliyetçi, Arapçı infialden, özellikle Irak’ın eski hâkim unsuru olan Sünni Arap azınlığın arasında görülen “Gelecek ne getirecek?” korkusuna kadar uzanıyor.
Sünni Arapların çoğuna göre demokrasi ihsanı, George Bush’un söylediği gibi bir lütuf değil. Çoğunluk yönetimi, Sünnilere, son seçimlerde olduğu gibi, eski ayrıcalıkların kaybı ve gücün kendi gruplarından Irak’ın çoğunluğunu oluşturan Şiilere geçmesi nedeniyle dehşet verici görünmekte. Bu da Şiilerin hain olduğu ve Irak’ın Arap olmayan Şii komşusu ve geleneksel düşmanı olan İran tarafından ihanete uğrama süreci içinde bulunduğu yönündeki el-Kaide mesajının gittikçe artan sayıda Sünni tarafından kabul edilmesine neden oluyor. Kaldı ki şiddetin kendi kendini beslemek gibi bir alışkanlığı da var: Şubat ayında bir Şii türbesinin büyük olasılıkla Zerkavi’nin adamları tarafından tahrip edilmesinden itibaren Iraklı Şiiler eski kısıtlamalarını bir yana bıraktılar ve yanıt vermeye başladılar. İki tarafta da sıradan hale gelen etnik cinayetlerin yeni bir falso verdiği şiddet döngüsünü Zerkavi’nin tasfiye edilmesi de sekteye uğratmayacaktır.
Yine de bu başarının Irak’ı daha iyi bir yöne çekmesini sağlayabilecek büyük bir yol daha bulunuyor: O da bu durumu Irak’ın seçilmiş hükümetini kımıldayamaz hale getiren askerî baskı ile siyasî kudretsizliği gidermek için kullanmak. Bu süreç geçtiğimiz haftalarda Maliki’nin başbakan olarak atanmasının ardından zaten başlamıştı. Maliki meclisteki uzun süreli tıkanmayı aşmak ve Sünni partilerin de dâhil olduğu bir koalisyon kurmak suretiyle seleflerinden daha kararlı hareket etti. Irak’taki Amerikan aşırılıklarını (Hadisa’da yapıldığı iddia edilen katliam gibi) güçlü bir şekilde kınayarak ve eyaletlerin çoğunun Irak ordusunun kontrolüne bırakılması tarihinin erkene alınacağı sözünü vererek isyancıların kendisini işgalcilerin yardakçısı olarak göstermelerini zorlaştırdı. Zerkavi’nin öldürülmesinin hemen ardından içişleri ve savunma bakanlıkları üzerindeki anlaşmazlıkları giderdi. Bu noktada Iraklı güvenlik güçlerinin Zerkavi’nin yakalanmasına katıldıkları iddiası da hükümetin güvenilirliğine katkı sağladı. Zira sıradan Iraklıların en çok arzuladıkları şey hukuk ve düzen.
 
Görev Henüz Tamamlanmadı
Iraklılar ve Amerikalılar, Irak’ın acılarını dindirecek kesin bir hamlenin özlemini çekiyorlar. Ancak bu özlem sadece boş bir ümitten ibaret. Ne Zerkavi’nin öldürülmesi, ne de siyasî cephedeki herhangi bir hamle, direnişi ve kardeşin kardeşi öldürmesini durdurmayacak. Zorlu süreç; yani yeni hükümet üzerinde uzlaşma sağlanması, bu hükümetin iradesinin artması, sadık polislerin ve güvenilir askerlerin eğitilmesi zaten devam ediyor. Irak’ın tam bir demokrasi deneyimi olmadığı gibi, ülke uzun bir siyasî şiddet geçmişine de sahip. Bu durumu değiştirmek yıllar alacak ve çok daha fazla sayıda hayata mal olacak. Zerkavi’nin öldürülmesi iyi bir gelişme. Ancak ne Irak’ta, ne de terörizme karşı verilen daha büyük mücadelede henüz zafer kazanılmadı.

Tavsiye Et