Sosyolojinin Temel Kavramları
Peter Kivisto
Türkçesi: İhsan Çapcıoğlu, Sefer Yavuz
Ankara: Birleşik Yayınevi, 2008
Kavramlar düşüncenin yapıtaşlarıdır. Düşüncenin dile yansıyan yüzünde kavramlar hayat bulurlar ve bir kez ete kemiğe büründükten sonra, dil içerisinde kendi özgün yollarını izleyerek düşünceye de yön vermeye başlarlar. Bu nedenle düşünme ameliyesinin en rafine ürünlerinden biri olan ilim sahası, kavramların en fazla yer aldığı alan olarak temayüz eder. İlimler bir taraftan kendi kavramlarını üretirken, diğer taraftan da anlaşılmak ve işlev görebilmek için kavramlara ihtiyaç duyarlar. Nasıl ki, dilden kelimeleri çıkartmak mümkün değilse, ilimleri de kavramlar olmaksızın düşünmek imkansızdır.
Bu durum sosyoloji alanında çok daha belirgindir. Zira “kenarları olmayan bir ağ” olarak tabir edilen toplumu ve bireylerin toplumda birbirleri ile girdikleri karmaşık ilişkileri, pek çok parametre içerisinde anlamaya çalışan bir bilim dalı olarak sosyolojinin kavramlarla münasebeti, matematik biliminin rakamlarla münasebetinden farklı değildir.
Hal böyle olunca, gerek bu ilmi tahsil etmek, gerekse sosyolojik perspektifi gündelik yaşantısında, çevresinde olup bitenleri algılarken kullanmak isteyenler için, sosyolojinin temel kavramlarını öğrenmek bir zorunluluktan öte, bir ihtiyaç olarak belirmektedir.
Geçtiğimiz günlerde Birleşik Yayınevi tarafından yayınlanan Sosyolojinin Temel Kavramları tam da bu ihtiyaca cevap verecek nitelikte bir eser olarak karşımıza çıkıyor. Peter Kivisto’nun, sosyoloji öğrencilerini önceleyerek hazırladığı metin, kavramları yalnızca tanımlamakla kalmıyor. Bir adım daha atarak, onların sosyal değişimi anlamlandırmaya çalışan sosyal teorisyenler tarafından her defasında nasıl formüle edildiklerini de göstermeye çalışıyor. Böylece durağan bir kavramlar sözlüğünden farklı olarak, düşünmeyi, muhakemeyi ve sosyolojik muhayyileyi ön plana çıkarıyor. Bu da sosyolojinin ve onun kazandırdığı perspektifin, hiç de gündelik hayattan kopuk olmadığını, aksine pek çok başka şeyle birlikte gündelik hayata da ayna tutabileceğini gösteriyor. / Fatmanur Altun
28 Şubat Sürgünleri
Gülşen Demirkol Özer
İstanbul: Ekin Yayınları, 2008
Tarihî hadiselerin görünen ve beklenen sonuçlarının yanı sıra, kestirilemeyen ve süreç içerisinde belirginleşen sonuçları da olduğu bilinir. Kimi zaman olumsuz görünen olaylar olumlu, olumlu görünen olaylar ise olumsuz gelişmeler doğurabilir.
28 Şubat sürecine de benzer bir zaviyeden bakmak mümkün. Türkiye’deki dindar insanlar için pek çok acıyı ve üzüntüyü beraberinde getiren 28 Şubat sürecinin, beklenmeyen sonuçları da olduğu bir gerçek. Keyfiyeti tartışmalı olsa da İslami orijinli bir partinin iktidara gelmesi, bu beklenmeyen gelişmelerin belki de en az önemli olanı. Zira 28 Şubat’ın, toplumun alt katmanlarında farklı bir hareketliliğe yol açtığını görmemek mümkün değil. Bu hareketliliğin önemli motivasyonlarından birisi ise başörtüsü yasakları.
Bilindiği gibi başörtüsü yasakları sonucunda, inancının gereklerinden vazgeçmek istemeyen pek çok genç insan, dünyanın dört bir yanına dağıldı. Okumak, daha iyi bir eğitim almak için olsa bile, daha önce yurtdışına çıkmayı aklından bile geçirmeyen bu insanlar, bir anda kendilerini Londra, Paris, Viyana, Sydney sokaklarını arşınlarken buldular. Bu gidişler bir bakıma sürgün, bir bakıma hicretti. Ve her hicret yeni bir başlangıcı imliyordu.
Şöyle ki, yürüyen için sıkıntılı, zor ve çile dolu olan bu yürüyüş, toplamda Türkiyeli Müslümanların hanesine genişleyen bir dünya algısı ve çok dillilik olarak yansıdı. Ümmet duygusunu pekiştiren bu anlayış, yasak taraftarı Batıcılarımızın kucağına ise bambaşka bir sorun bıraktı. Zira Fatma Karabıyık Barbarosoğlu’ndan ödünç alarak zikredecek olursak, Batıcı aydınların rüyasını, başörtülü kızlar gerçekleştiriyordu. Çünkü Meşrutiyet döneminin Batıcı aydınları, kadınların hakikaten modernleşmesi için Paris’te eğitim görmeleri gerektiğini söylemişlerdi.
Geçtiğimiz günlerde Ekin Yayınları’ndan çıkan 28 Şubat Sürgünleri adlı çalışma, bizleri işte bu yürüyüşün sahipleri ile karşı karşıya getiriyor. Onların hikayelerini, onların ağzından dinleme imkanı sunan çalışmayı, mağduriyet hikayeleri olarak değil, tarihi dönüştüren bir sürece tanıklık olarak okumakta fayda var. / Fatmanur Altun
Fişlenen Türkiye
Bülent Özdemir
İstanbul: Yeditepe Yayınevi, 2008
“Fişleme”, Türkiye gibi ülkelerde, gündelik siyasi dilin yakından tanıdığı bir kelime. II. Abdülhamid’e verilen jurnallerden bu yana siyasi geleneğimizin neredeyse ayrılmaz bir parçası gibi görünen fişleme faaliyetlerinin yalnızca bize özgü uygulamalar olmadığı ise bir gerçek. Batı siyasi literatürünün de özellikle komünizmle mücadele yıllarıyla birlikte ciddi bir fişleme külliyatı biriktirdiği biliniyor. Ne var ki, Batı’nın fişleme faaliyetlerine ilk kez o yıllarda başladığını düşünmek, naif bir yaklaşım olur.
Geçtiğimiz günlerde yayınlanan Fişlenen Türkiye adlı çalışma, gerçeğin bu naiflikten çok uzak olduğunu göstermesi bakımından önemli. Bülent Özdemir’in yoğun emeği ve titiz çalışması ile ortaya konan eser, İngiliz istihbaratının, son yıllarını yaşayan Osmanlı İmparatorluğu’nda, ne tür fişleme faaliyetleri yaptığını açıkça ortaya koyarken, Batı’nın demokrasi ve insan hakları anlayışını bir kez daha tartışma konusu haline getiriyor. / Fatmanur Altun
Vahiy Savunması
Mehmet Yaşar Soyalan
İstanbul: Anka Kitapevi, 2005
Kur’an’ın tahrif edilmesini önlemek için Hz. Muhammed ashabına, Allah’ın vahiy olarak indirdiğinin dışında herhangi bir sözün yazılmamasına dikkat etmelerini buyurmuştur. Fakat zaman içinde Peygamber’in Kur’an dışında da Allah’tan vahiy aldığının iddia edilmesi, akla birtakım sorular getirmiştir.
Vahiy Savunması, Kur’an dışı vahyin mümkün olup olmadığını konuya taraf olanların iddialarına yer vererek, temel Kur’anî kavramlar ve ayetler çerçevesinde inceliyor. Bu sorunsala dair mevcut çalışmaların azlığı, yetersizliği ve sistemsizliği bu eseri, alanında yapılmış ilk ciddi ve sistemli çalışma olarak ön plana çıkartıyor. / Fatmanur Altun
Seke Seke Ben Geldim
Sekmeler I-II
M. Kayahan Özgül
Ankara: Hece Yayınları, 2008
“Alkibides bir gün köpeğinin kuyruğunu kesmiş ve soranlara ‘Sırf Atinalılara konuşacak mevzu çıksın diye yaptım’ demiş. Benim maksadım da aynı; hep benzer meseleler etrafında dönen noosfere konuşacak yeni konular bulmak…” (Sekmeler II)
Okul sıralarında, bilhassa matematik derslerinde sıkça tekrarlanan bir soru vardır; ezbere alınmış fakat anlaşılamamış teorilerin, denklemlerin “hayat”ta bir karşılığı var mıdır? Aradan seneler geçip de yeniyetmelik gömleğini üzerimizden attığımızda bu şikâyeti sırf matematikçilere doğrultmanın haksızlık olduğunu anlarız. Zira realize edilemeyen bilgiler, matematik kadar sosyal bilimler ve edebiyatı da içkindir. Mesela edebiyat tarihi derslerinde isimlerini şeksiz şüphesiz bir imanla andığımız “Beş Hececiler”in reel hayatta bir karşılığı var mıdır? Yani buradaki beş rakamı yerine on ya da otuz rakamı koyulamaz mı? Bu tip sorular şu şekilde çoğaltılabilir: Ağustos böcekleri masalda anlatıldığı kadar ehlikeyif ve vurdumduymaz yaratıklar ise ömür skalalarında, yaş hanelerindeki rakamlar neden karıncalarınkinden daha düşüktür? Ülkemizde köy romanlarının gerçek başlangıç tarihi kaçtır? Peyami Safa yazıp bitirdikten sonra beğenmediği eserlerinde mi müstear isim kullanırdı yoksa, Server Bedii onun için ikinci bir kişilik miydi? Son divan hangisidir? Saint Exupery’nin Küçük Prens’inin geldiği gezegeni ilk kim keşfetmiştir? Yahya Kemal korsan basımla nasıl mücadele etmiştir? Romanının sonunda kahramanını öldüren bir yazarla gerçek bir katil arasındaki yedi farkı sayabilir misiniz?
M. Kayahan Özgül’ün Hece Yayınları’nca basılan Sekmeler I-II kitapları, bu gibi soruların peşine düşerek edebiyat ve kültür tarihimizin uzayına çok yönlü bir bakış geliştirmeyi ve meselelere arka pencere açmayı hedefleyen küçük bir ansiklopedi mahiyetinde. Bu kitaplara, gayriresmî bir edebiyat tarihi ya da mevcut edebiyat kanonları dışına çıkabilme imkânı arayışındaki Özgül’ün, uzun ve titiz çalışmalarla geçmiş akademik hayatı boyunca edindiği birikimin dipnotları ya da “sekmeler”i denebilir. Hemen hemen iki sayfada bir değişen, çok sayıdaki başlığın her biri, edebiyat tarihçilerini ve meraklısını, “annenizin kekine benzemeyen” mevzuların şenlik ateşine çağırıyor. / Ayşenur Gönen
Kirpinin Zarafeti
Muriel Barbery
Türkçesi: Işık Ergüden
İstanbul: Turkuvaz Kitap, 2008
Turkuvaz Kitap, üç yıl gibi kısa bir zaman dilimi içerisinde birçoğu roman, deneme, polisiye gibi kurmaca metinlerden müteşekkil iki yüze yakın kitap yayınlayan genç bir yayınevi. Aralarında Günter Grass ve Necib Mahfuz gibi Nobel ödüllü romancıların da bulunduğu yerli-yabancı birçok yazara ev sahipliği yapan yayınevi, rekor sayıdaki bu yayınlarıyla Dünya Gazetesi Kitap Dergisi’nin TÜYAP Kitap Fuarı’nda düzenlediği törende Yılın Yayınevi Ödülü’nü de aldı.
Kirpinin Zarafeti, Paris’te sekiz dairelik bir apartmanda yaşayan üç kafadarın alışılmadık hikâyesini anlatıyor. Bu kahramanlar; on üçüncü yaş gününde intihar etmeye karar vermiş Paloma, elli dört yaşındaki sanata ve kitaba meraklı kapıcı Renee ve apartmana sonradan taşınan Bay Ozu. Renee ve Paloma’nın ortak noktası, saklanarak yaşamaları. Paloma intihar gününe kadar insanlarla konuşmamaya, Renee de bir kapıcıya yakışmayacak vasıflara sahip olduğu için kendisini olduğundan farklı göstermeye çalışmaktadır. Apartmana Bay Ozu taşınır ve üçü arasında felsefe-sanat-edebiyat temelli bir arkadaşlık başlar.
Orijinal adı L’egélégance du hérisson olan Kirpinin Zarafeti, 2007 yılında kendi dilinde bir milyondan fazla baskı yapmış yeni bir roman. Türkçeye ise Işık Ergüden’in temiz çevirisiyle kazandırılmış. / Ayşenur Gönen
Tavsiye Et