Ahmet Kadri Rizeli
Yapım: Sony Müzik, 2009
Müziğimiz Şahlanmışken
Geçen sayıda, Ali Ufki Bey’den ve eserlerinden müteşekkil, aynı adla çıkmış albümden söz etmiştik hani. Bu albüm de neredeyse bütünüyle aynı özelliklerde. Yine bağrımıza bastığımız bir yabancının müziğimize dair derlemelerini ve bestelerini barındıran, yine Ahmet Kadri Rizeli imzasını taşıyan bir Sony yapımı... Ali Ufki’nin tamamlayıcısı aynı zamanda.
Dimitri Kantemir, Dimitri Kantemiroğlu, Dimitrie Cantemir... XVIII. yy’ın ilk çeyreğinde kendinden söz ettirmeyi başarmış bir Boğdan prensi. Romen yani. Tarihçi, diplomat, siyasetçi, siyaset tarihçisi, felsefeci, araştırmacı ve müzisyen. 14’ünden itibaren İstanbul’da yaşamış. Zamanının Doğu ve Batı geleneklerinin tümüne vukufiyet kesbedecek bir tarzda eğitim görür. Memleketinde başlayan temel müzik eğitimini Enderun’da pekiştirir. Tambur ve keman Kantemir’in merak sardığı çalgılar.
Enderun’daki eğitiminin zıddına, Türk Müziği’ndeki besteleri notaya döküp dondurma, bir kalıba hapsetme tavrını benimsemez ve öğrendiği parçaları notaya aktarmak ister. Türk Müziği ile Batı Müziği arasındaki kapatılamaz sesleme uçurumu yüzünden, Türk Müziği’ne özgü bir nota sistemi icat eder.
Batılının Gözünde Türk Müziği
Tıpkı Ali Ufki Bey’inki gibi Kantemiroğlu’nun notalama sistemi de, notaya döktükleri parçalar da, olağan şartlarda ancak kültür tarihimiz açısından bir önem taşıyabilirdi. Gelgelelim medeniyetimizin kesintiye uğratılması sonrasında, müziğimize dair elimizde kalan temel kaynaklar, yalnızca bu türden çalışmalar.
O yüzden kendisini, İstanbul’daki yaşantısının ardından zamanın Boğdan Prensliği’ne atanmasından itibaren işlediği siyasi ihanetleriyle ve bir ömür Rusya’da yaşamaya mecbur bırakan isyanıyla değil de, müziğimize dair yazdığı ünlü Kitab-ı İlmu’l-Musiki alâ Vechi’l-Hurufat’ı ve beste çalışmalarıyla hatırlamak en iyisi. Zaten bize de bu yakışır. Gelelim albüme...
Eşi Menendi Yok
Kemençenin bir eşlik çalgısı diye anlaşılmasının önüne geçen Ahmet Kadri Rizeli, bu albümün de mimarı. Albümde kudüm, tanbur, ney ve bendir gibi bize ait çalgıların yanında çelloya da yer verilmiş. Bütün çalgılar Rizeli’nin yönetimindeki Golden Horn Ensemble elemanları tarafından çalınmış.
Dimitrie Cantemir albümünde yedi esere yer verilmiş. Bunların yalnızca sonuncusu anonim; ötekiler bestekâra ait parçalar. Zaten Cantemir’in Türk Müziği anlayışıyla bestelediği eserler, yaygın kabule göre 36 adet. Albümdeki bütün parçalar peşrev türündeki bestelerden müteşekkil.
Dimitrie Cantemir albümünün yalnızca müzik değil kültürümüz açısından da büyük bir önem arz ettiğini bilmem söylemeye gerek var mı? Bilindiği gibi, şimdilerde bazı Batılı müzisyenlerin müziğimizin farklı değerlerdeki örneklerini kendilerine göre icra ettiklerine şahit olabilmekteyiz; hem de sıklıkla. Fakat bu albüm, müziğimizi bir Batılının gözünden değerlendiriyor ama tam da onun şahlandığı dönemden geliyor.
Tavsiye Et
Jordi Savall
Yapım: Alia Vox, 2009
Yeniden Doğan Barok
Dünyanın Tüm Sabahları adlı filmi bilir misiniz? Bilmelisiniz!
Müzikle sinemanın bu düzeyde bir dostluğuna bir daha zor tesadüf edilir. Tous Les Matins Du Monde orijinal adını taşıyan Alain Corneau imzalı bu Fransız filmi, XVII. yy’da yaşamış besteci Sainte Colombe ve öğrencisi Marin Marais arasındaki ilişki üzerinden varlık, sanat, hayat, ölüm, müzik gibi birçok felsefe meselesini bahis konusu etmekteydi. Tabii sıra dışı bir aşk hikâyesi eşliğinde.
Jordi Savall, bir barok müzisyeni. Çellist ve önemli bir icracı. Filmden önce ancak erbabının vakıf olduğu bir isimken, Dünyanın Tüm Sabahları sonrasında filmin soundtrack’i, kendisi ve dolayısıyla kitleler tarafından “Ölmüş, bitmiş...” diye addolunan barok müziği, müzik âleminin ta merkezine oturuyor. Üstelik yalnızca ülkesinde değil, bütün dünyada.
O günden beri, yani çeyrek yüzyılı aşkın bir süredir Jordi Savall adını birçok albümde gördük. Popülerleşmeye rağmen popülizmin sığlığını tercih etmemek, tavizsiz bir yorum anlayışı, titiz bir işçilik, dönemin ruhuna mütenasip bir tasarım istisnasız hepsinin ortak özelliğiydi bu albümlerin.
Sözünü ettiğim bu albüm, aslında bir konseptin parçası niteliğinde. Noktürn denilen müzik türünün (ve anlayışının) en iyi örneklerini bir araya getirmeye çalışan bu konseptin üst başlığı Musica Notturna. İki CD’den oluşan bu albümün adı ise Invocation a la Nuit.
Albüm birçok ilginçliği bir arada bulundurmakta. Eserdeki 32 parçanın neredeyse hepsi, türe uygun olarak geceleyin kaydedilmiş; hatta bazıları sabaha karşı. Parçaların bir kısmı Alia Wox şirketinin önceki albümlerinde yayımlanmışken, bir kısmı ilk kez seslendirilmiş parçalar.
Şarkılar da çok değişik tür, dönem ve anlayışlara sahip. Geleneksel Katalan Müziği örneklerine rastlayabildiğiniz gibi, Seferad Müziği’ne de, İspanyol şarkılarına da yer verilmiş albümde. Benzer durum besteciler alanında da geçerli: Haydn, Purcell, Mozart, Beethoven, Haendel, Bach, Musorsky, Marin Marais... Albümde koca bir müzik tarihiyle yüzleşiyorsunuz adeta; hem de değişik anlayışlardaki örnekler üzerinden.
Gelecek sayı Jordi Savall’in bizim için çok daha önemli bir albümüne göz atmak üzere...
Tavsiye Et
Bugünlerde biri size şu tuhaf soruyu sorabilir: “iPod’un ne marka?”
Okul arkadaşınız da olabilir bu soruyu soran, aynı bakkaldan alışveriş yaptığınız tamirci çırağı da. Çünkü hepsiyle bir ortak paydanız var: Bu köşeye isim babalığı eden nesne!
Renkleri ve nitelikleri ayrı olsa da biri kulaklarınıza taktığınız bu iki ince kabloyu gördüğünde kişiliğinizin hakiki röntgenini çekmek için yapacağı en iyi şey, bu soruyu sormak.
Bana mp3 çalarını söyle, sana kim olduğunu söyleyeyim.Dikkat buyurun lütfen; mp3 çalarınızda dinlediğiniz müzik değil, mp3 çalarınızın bizzat “kendisi” sizin şaşmaz aynanız varsayılmakta. Üzerinde şu ısırılmış elma bezeli, teknoloji harikası nesne toplumsal sınıf simgesi, zevkperestliğin alâmetifarikası, varlığın göstergesi... En başından söyleyeyim de kurtulayım: Dünyanın en çok satan, kelimenin en hakiki manasıyla bir fenomene dönüşen mp3 çaları iPod, en iyi mp3 çalar değildir. iPod’ların tek dezavantajı da sandığınız gibi pilini değiştirememeniz, sizi iTunes’a mahkûm etmesi filân değil. Peki nedir? Dünyanın en iyi mp3 çalarında bile kötü bir kulaklıkla ortalama ses kalitesine yaklaşmanız olanaksızdır. Ama iyi bir kulaklıkla, ucuz bir mp3 çalardan bile tatmin edici bir ses kalitesi elde etmeniz mümkün.
Tabii bu arada ısrarla vurgulayayım: Mp3 formatı, en eski ve en kötü ses sıkıştırma formatıdır. İyi bir mp3 player, mümkün mertebe farklı formatlara destek vermeli (Ogg Vorbis örneğin...). Bu işten az-buçuk anlayan müzikseverler iPod aldıklarında yaptıkları ilk iş kulaklığını çöpe atmak; yedek niyetine bile saklamadan. Müzik teknolojisinde elif-ba düzeyindekilerin bile tercih ettiği marka ise Sennheiser. Tabii sesi en üst incelikte algılayan (veya algıladığını sanan) audiophilia veya hi-fi tutkunlarından değil de, olağan müzik meraklılarından söz ediyorum.
Yanlış anlaşılma pahasına ifade ediyorum: Evimdeki ses sistemi ortalama bir otomobili satın alabilecek pahada. Ama mp3 çalarımı 36 liraya almıştım. Yani paranın alabileceği en ucuz mp3 çalara sahibim. Bilmem şu mp3 çalar meselesini anlatabildim mi?
Tavsiye Et