G-20, G-8’lerin önüne geçiyor Kriz sonrası dünyanın alacağı yeni şekilde en önemli kurumsal yapılardan biri olmaya namzet G-20’ler, 2009 yılının ikinci zirvesini 24-25 Eylül tarihlerinde Amerika’nın Pittsburg kentinde yaptı. Zirveden ekonomik ve politik arenanın geleceğine ilişkin önemli kararlar çıktı. Öncelikle Londra’daki zirvede uygulanması öngörülen politikalarda gelinen son noktaların değerlendirildiği zirvede güçlü, sürdürülebilir ve dengeli bir büyüme için ülkelerin uygulayacakları makro politikaların birbirleriyle uyumlu hale getirilmesi meselesi konuşuldu. İşsizlik, uluslararası finansal sistemin güçlendirilmesi için bankalara sermaye yapılandırmalarını güçlendirecek risk yönetimi ve hesap verilebilirlik noktalarında yeni düzenlemelerin geliştirilmesi, IMF’nin yeni rolü, enerji ve gıda güvenliği, iklim değişikliği ve yenilenebilir enerji kaynaklarının kullanımının teşvik edilmesi gibi konular ana gündemi oluşturdu. Alınan kararların ötesinde Pittsburg zirvesinin en önemli yönü, G-20’yi uluslararası arenada G-8’lerin de önüne geçirme yönünde sergilenen niyetti.
Amerika piyasa kavramını yeniden keşfediyor Kriz Amerikan ekonomi camiasında taşları yerlerinden oynatmaya devam ediyor. Nobel Ödüllü Ekonomist Paul Krugman, geçtiğimiz ay kaleme aldığı “Ekonomistler neden bu kadar yanıldı?” mealindeki yazısıyla, krize giden süreçte piyasaların her hal ve şartta kaynakları en verimli şekilde tahsis edeceğine dair derin ilmî(!) varsayımın neden her zaman geçerli olmadığını ele alarak bir süredir devam eden tartışmalara yeni bir boyut getirdi. Bu yazının ardından akademisyenler ve uygulamacılar arasında, Amerika’da piyasa olarak addedilen olgunun ekonomi biliminin öngördüğü serbest piyasa olmadığına ve krize giden süreçte başta batamayacak kadar büyük olan finans kuruluşları olmak üzere birçok şirketin piyasa disiplininin dışında kalacak şekilde piyasaya tabi olan değil piyasayı yapan ve belirleyen büyük bürokratik yapılardan oluştuğuna ilişkin bir kanaat hasıl olmaya başladı. Anlaşılan o ki Amerikan ekonomi camiası yıllardır kibirli bir tavır sergileyen neo-klasik söylemi sorgulamanın gerekliliğini giderek daha fazla hissediyor.
Çin’in kaçınılmaz iç talep ihtiyacı Çin, küresel krizi çabuk atlatma yolunda önemli mesafe kat etmiş gözüküyor. Zira yılın ilk yarısında GSYH’si %7,1’lik bir büyüme gösterdi. Yapılan tahminler, Çin’in 2010’da %9 civarında bir büyüme göstereceğini ve dünyanın ikinci büyük ekonomisi haline geleceğini öngörüyor. Ancak krize ve azalan ihracata rağmen Çin’in büyümesini mümkün kılan araçlar ekonominin geleceğine ilişkin kimi riskleri de beraberinde getiriyor. Çin’in krize direnebilmesinin temelinde hükümet olanaklarıyla yapılan yatırım harcamaları ve artan para ve kredi arzı yatıyor. Sürekli yatırım odaklı bir büyüme yoluyla kriz sonrası sürdürülebilir bir performans sergilemek ise olanaklı gözükmüyor. Çin’in artık, uzun yıllar boyunca başta Amerika olmak üzere ihracat yaptıkları ülkelerdeki tüketimi finanse ederek ülkelerine 2 trilyon doların üzerinde rezerv kazandıran toplum kesimlerinin hayat standartlarını geliştirerek iç tüketimi artırmayı düşünmesi gerekiyor.
Küresel krizin bir yıllık maliyeti 10 trilyon dolar
Küresel krizin sembol olaylarından biri kabul edilen Lehman Brothers yatırım kuruluşunun Eylül 2008’de batmasından bu yana geçen bir yıl zarfında krizin etkilerini gidermek amacıyla sadece zengin ülkelerin yaptığı harcamaların 10 trilyon dolara ulaştığı açıklandı. En çok harcamayı İngiltere ve ABD yaptı. İngiltere’nin harcamaları kişi başına 30.000 sterlin (50.000 dolar) ile GSYH’sinin %95’ine ulaşırken, ABD aynı dönemde GSYH’sinin %25’i düzeyinde bir kaynağı (kişi başına 25.000 dolar) krizle mücadeleye ayırdı. Kaynakların önemli kısmı büyümeyi teşvik etmek için kullanılırken, mali sektördeki sorunlu varlıkların tasfiyesi için yaklaşık 4 trilyon dolar bankalara aktarıldı.
Asya’daki büyüme beklentileri yükseldi
Asya Kalkınma Bankası, gelişmekte olan Asya ekonomilerine ilişkin yaptığı 2010 yılı büyüme tahminlerini Eylül ayı içerisinde olumlu yönde revize etti. Mart ayında yapılan tahminde Asya ülkelerinin 2010 yılında %6 büyüyeceği öngörülmüştü. Bu oran %6,4 olarak yenilendi. Buna göre önümüzdeki yıl Çin’in %9, Hindistan’ın %7, Malezya’nın %4,2, Güney Kore’nin ise %4 civarında büyümesi bekleniyor. Yenilemeler esas itibarıyla Asya ülkeleri hükümetlerinin iç taleplerini canlandırma yolunda yaptıkları harcamalarda görülen artıştan kaynaklanıyor. Kriz tüm dünya ülkeleri için olduğu gibi Asya ülkeleri için de yeni bir ekonomik gelişim sürecine girmeyi zorunlu kılıyor.
Şirketler zarar etse de CEO’ları kazanıyor
The Corporate Library danışmanlık şirketi 2009 yılı CEO maaşları raporunu yayınladı. Rapora göre 2008 yılında en çok kazanan CEO, yıllık 702,4 milyon dolar ile finans firması Blackstone’da çalışan Stephen Schwarzman oldu. CEO’larına en çok ücreti veren ilk 10 şirket arasında 7 tane enerji ve petrol şirketi bulunuyor. Raporda ayrıca en başarısız ancak en yüksek maaşları alan CEO’lar da sıralandı. Buna göre Abercrombie&Fitch, Bj Services, Comcast, International Paper ve Nabors Industries gibi şirketlerin CEO’ları, şirketleri 2008 yılında %20’nin üzerinde değer kaybı yaşamasına rağmen 30 milyon doların üzerinde kazanç elde etmeye devam ettiler. İlk sırada ise değeri %60 civarında azalsa da Nabor Industries petrol arama ve çıkarma şirketinin 79,5 milyon dolar kazanan CEO’su Eugene M. Isenberg yer alıyor.
Tavsiye Et
Hükümetten ekonomiye yeni vizyon
Devlet Bakanı Ali Babacan 2010-2012 döneminde ekonomiye temel teşkil edecek Orta Vadeli Program’ı açıkladı. Krizin etkilerinin ortadan kaldırılmasına dönük araçlar kullanılarak ülkenin özel sektör öncülüğünde yeniden sürdürülebilir büyüme rotasına girmesini sağlama amacını taşıyan program, ekonomideki belirsizlikleri azaltacak yenilenmiş makro hedeflerle birlikte uygulanması düşünülen mali politikaları da içeriyor. Yeni yol haritası, krizin büyüme ve istihdam üzerindeki etkilerini azaltma ve bu doğrultuda oluşturulacak politikaların mali dengesizliklere sebebiyet vermemesi üzerine yoğunlaşıyor. Ekonomi çevrelerinde genel olarak olumlu karşılanan program, kamuda sosyal güvenlik, yargı, KİT’lerin etkinleştirilmesi, istihdamın arttırılması alanlarında yapılacak bir dizi reformu kapsıyor. Programın getirdiği en önemli yenilik ise krizle bozulan bütçe dengelerinin tedricen kontrol altına alınmasını öngören mali kural uygulaması.
IMF’ye göre Türkiye’nin yardıma ihtiyacı yok IMF ile Türkiye arasında sürdürülmekte olan görüşmelerin nasıl sonuçlanacağı ekonomi gündeminin en sıcak konularından biri olma özelliğini hâlâ koruyor. Hükümet içerisinde egemen olan yaklaşım, yeni açıklanan Orta Vadeli Program’ın amaç ve stratejileriyle çelişen taleplerin ileri sürülmemesi halinde IMF ile yeni bir stand-by imzalanabileceği, aksi takdirde IMF’siz yola devam edilmesinde bir sakınca olmayacağı şeklinde. Görüşme sürecine IMF’nin nasıl baktığına ilişkin açıklama ise Başkan Dominique Strauss-Kahn’dan geldi. Türk gazetecilerle bir araya gelen IMF Başkanı, kurumun hükümetin açıkladığı Orta Vadeli Program’ı cesaret verici bulduğunu, Türkiye ekonomisi için 2010 itibarıyla iyileşme beklediklerini söyledi. Şu an itibarıyla Türkiye’nin yardıma ihtiyacı olmadığını vurgulayan Strauss-Kahn, hükümetin bu yönde bir ihtiyaç olduğuna karar vermesi halinde gereken desteği sağlamaya hazır olduklarını ifade etti.
Kriz doğrudan yabancı yatırımcıları da vurdu Birleşmiş Milletler Ticaret ve Kalkınma Örgütü (UNCTAD) 2009 yılı yatırım raporunu Eylül ayında açıkladı. Rapora göre küresel kriz ortamında uluslararası doğrudan yatırımlar 2008 yılında %14’lük bir düşüş yaşadı. Buna göre 2007 yılında 1 trilyon 979 milyar dolarla tarihin en yüksek düzeyine ulaşan uluslararası doğrudan yabancı yatırımlar, 2009’da 1 trilyon 700 dolara geriledi. Raporda, doğrudan yatırımların 2010 yılında gerçekleşecek yavaş toparlanmanın ardından 2011 yılından itibaren yeniden hızlanacağı öngörülüyor. Türkiye’ye yapılan yatırımlar ise 2007 yılındaki 22 milyar dolarlık seviyeden %18’e geriledi. Bu düşüşe rağmen Türkiye yabancı yatırım çeken ülkeler sıralamasında 5 basamak tırmanarak 20. sıraya yükseldi. Doğrudan yabancı yatırımların 2009 yılında daha da azalarak 10 milyar doların altında kalması bekleniyor. Yılın ilk 7 ayında yapılan yatırımlar ancak 4,9 milyar dolara ulaşabildi. Bu rakam geçtiğimiz yılın aynı dönemi ile mukayese edildiğinde %58’lik bir düşüşe tekabül ediyor.
İşsizlik can yakıyor
Uzun bir dönem %9-%11 aralığında seyreden işsizlik oranı krizin etkilerinin iyiden iyiye hissedilmeye başlandığı 2008’in son çeyreğinden itibaren tırmanışa geçti. Her ne kadar Şubat 2009’da ulaştığı %16’lık tarihî düzeye göre Haziran ayında %13’lere kadar inmiş olsa da özellikle işgücüne yeni katılımlar göz önüne alındığında istihdam mevzusunun önümüzdeki dönemde Türkiye ekonomisinin yüzleşmesi gereken en önemli sorunlardan biri olacağı açık. Özellikle genç nüfusta işsizlik oranı %23 düzeyinde. Bu oran kentlerde %28’lere yükseliyor. Hükümetin hazırlamış olduğu Orta Vadeli Ekonomik Program’da yaptığı istihdam vurgusu da işsizliğin Türkiye ekonomisinin geleceği için ne kadar önemli bir konu olduğunu teyit ediyor.
Ekonomik daralma hız kesti
2008’in son çeyreğindeki %6,2’lik küçülme ile başlayan ekonomik daralma süreci hız kesmekle beraber 2009 yılının ikinci çeyreğinde de devam etti. İlk çeyrekte görülen %13,8’lik reel küçülmenin ardından Türkiye ekonomisi ikinci çeyrekte 2008’in aynı dönemine göre %7 daraldı. Yılın ilk altı ayında küçülmenin en çok yaşandığı sektörler sırasıyla toptan ve perakende ticaret, inşaat, imalat sanayi, madencilik ve ulaştırma oldu. İkinci çeyrekte daralmada yaşanan nispi yavaşlama ise imalat sanayi, toptan ve perakende ticaret ve ulaştırma sektörlerindeki göreceli toparlanmadan kaynaklandı. İnşaat ve madencilik sektörlerindeki daralma ise ikinci çeyrekte daha da hız kazandı. Hükümet bu yıl için öngördüğü küçülmeyi yeni açıklanan programda üçüncü kez revize etti ve %6 olarak belirledi.
Kuzey Irak’tan Türk yatırımcılara çağrı
Türkiye geçtiğimiz ay içerisinde Kuzey Iraklı önemli bir konuğu ağırladı. Kuzey Irak Bölgesel Yönetimi Başbakanlık Başdanışmanı Dr. Khaled Salih, İstanbul’da “Kuzey Irak’ın Yatırım Potansiyeli ve Türk İş Dünyasına Sunduğu Fırsatlar” konulu bir konferans verdi. Salih, Kuzey Irak’ın Irak’a açılan kapı olma niteliği taşıdığını ve hâlihazırda özellikle altyapı, inşaat, dış ticaret, finans ve diğer hizmet sektörleri alanında önemli bir potansiyele sahip olduğunu belirtti. Kuzey Irak’ta enerji ve tabii kaynaklar alanındaki projelere 2006 yılından bu yana danışmanlık yapan Khaled Salih, halen bölgede 500 Türk şirketinin yatırımcı olarak yer aldığını söyledi. Bu yıl Kuzey Irak yönetimince kabul edilen 16 milyar dolar değerinde 145 proje bulunduğunu belirten Salih, yatırım yapmak isteyen Türk firmalarına kapılarının açık olduğunu vurguladı.
Tavsiye Et