Türkiye, dünyanın gündeminde; dünya, Türkiye’nin gündeminde değil! Kendimizle o kadar uğraşıyoruz ki, dünyayla baş etmeye mecalimiz kalmıyor. Kamusal alan, kamuyu kafesleyen bir hapishane. “Devlet benim!” pozundaki sefil bürokrasi, milleti çevreleyen bir tel örgü adeta. Medya ve aydınlar, demokrasi düşmanı bürokrasinin suç ortağı. Mehmet Akif, bu tipleri 100 yıl öncesinden görür gibidir:
Şark’a bakmaz, Garb’ı bilmez, görgüden yok vâyesi
Bir kızarmaz yüz, yaşarmaz göz bütün sermayesi.
Dikkat ediniz, Türkiye uluslararası alanda mesafe kat edip güçlendikçe, içerideki gerilim artıyor. Ülkeyi son 15 yılda iki terörün (PKK ve yüksek reel faiz terörü!) cenderesine alanlar, iktidardan uzaklaşınca vatan kurtaran aslan kesiliyorlar. Kimse 300 milyar dolarlık iç ve dış borç nasıl oluştu; kim, kime, hangi avanta(j)ları sağladı diye sormuyor. İşimiz gücümüz başörtüsü ve İmam Hatipler. Akılsızlık çağının esafil-i şarkıyız (Doğu’nun sefilleri).
Ağustos dosyamızın konusu, dillere sakız olan “Küreselleşme”. Elde olmayan, nesnel bir trend mi, yoksa bir proje mi? Batı dünyası bizim için iki yüz yıldır boyuna ‘yol haritaları’ belirliyor: Medenileşme, Avrupalılaşma, Batılılaşma, Modernleşme ve nihayet Küreselleşme. Yolumuza takılan bu işaret levhaları, zihin karışıklığından başka sonuç vermiyor.
Antropologlar Amazon bölgesinde bir keşif gezisine çıkarlar. Önlerinde çat pat İngilizce bilen bir yerli. Yüksekçe bir ağaca levha asarak, kaybolmaları durumunda bu ağaca doğru gelmeyi kararlaştırırlar. Bir süre sonra mırıldanmalar başlar: Kaybolduk galiba. Yerli pek bir anlam veremez. Mırıldanmalar artınca sebebini sorar; galiba kaybolduk derler. Yerli kendi bedenini yoklar, beyazlara dokunur ve güler: Buradayız; buradaysak, nasıl kaybolmuş olabiliriz? Peki, işaret levhası? Yerli rahatlar: İşaret levhası kayboldu desenize!...
Türkiye kendi bedenine ve dünyaya dokunarak, buradayım diyor. Esafil-i Şark, hayır kayboldun diyor. Kaybolan kendileridir, millet ve ülke değil.
Paylaş
Tavsiye Et