21. YÜZYILIN ilk çeyreği, tarih kitaplarına küresel dengelerin değiştiği ve enerji başta olmak üzere doğal kaynakların yeni dünya düzeninde merkezî kuvvet haline dönüştüğü bir dönem olarak geçecek. Fakat medeniyetimizin temel yapı taşlarından biri olan enerjinin bu dönemdeki seyri maalesef birçok problemi ve acıyı da beraberinde getirecek. Dünya nüfusu ve ülkelerin ekonomik gelişme düzeyi arttıkça enerji kullanımı da artageldi. Sanayi Devrimi’nden bu yana enerji kullanımını 1400 kat arttıran insanoğlu, bugünkü tüketim çılgınlığına devam ederse önümüzdeki 30 yıl içinde tarih boyunca kullanılandan daha fazla enerji tüketmiş olacak. Saygın kurumların tahminlerine göre petrol, doğalgaz ve kömürden oluşan fosil yakıtlar bir 30 yıl daha küresel enerji üretim ve tüketiminde %80’in üzerindeki paylarını koruyacak. Kısacası, enerji tarihinin analizi bize her ne kadar zamanla hidrojen içeriği yüksek yakıta doğru geçildiğini gösterse de, yenilenemeyen enerji kaynakları olan fosil yakıtlara bağımlılıktan vazgeçmemiz pek mümkün gözükmüyor.
Acı olan gerçek ise yeryüzünün neresinde ne kadar olduğu halen net olarak bilinmemesine rağmen ticari ve politik amaçlar da dâhil birçok nedenle petrol, kömür ve gaz kaynaklarının sanki çok bolmuş gibi gösterilmesidir. Dünya kömür rezervleri bilgilerinin bile doğruluğu bu yıl yapılan iki çalışmayla şüpheliler listesine dâhil edildi. Petrol ve gazda durum çok daha vahim olmasına karşın nedense politikacılar gerçekleri göz ardı etmede birbirleriyle yarışıyor.
Mesela bazı OPEC üyesi ülkelerin yıllardır milyarlarca varil petrol üretmiş olmasına rağmen nasıl olup da rezerv rakamlarının sabit kaldığı pek umursanmıyor. Diğer yandan 1984’ten bu yana her yıl tükettiğimizden daha az yeni petrol bulunuyor. Daha da önemlisi önümüzdeki 10 yıl içinde dünya petrol üretim artış hızı sıfıra doğru inecek. Dünya petrol kaynaklarının yaklaşık yarısının tükenmiş olduğu anlamına da gelen üretim zirvesine erişildikten sonra arz talebi karşılayamayacak. Zirveyi takiben dünya petrol üretimi bir süre yatay bir seyir izledikten sonra azalmaya başlayacak. Petrol için verdiğimiz bu örnek 2030 sonrası doğalgazda da yaşanacak.
Her geçen gün biraz daha tükettiğimiz kıt enerji kaynakları yeni jeopolitik ve stratejik dengelerin oluşumunda önemli rol oynayacak. Artık gelişmekte olan ülkeler topluluğu enerji tüketimi ve ekonomik güçte OECD üyesi gelişmiş ülkeleri yakaladı ve hatta ileriki yıllarda onları geride bırakacak. Bu durum dünya petrol, gaz ve kömür kaynakları ve üretimi için de geçerli. Kısacası bugünün gelişmiş ülkeleri yarınki enerji ihtiyaçlarını ya büyük paralar ödeyerek -ki ödenecek para birimi Amerikan doları olmayacaktır- ya da kaba kuvvet kullanarak karşılayacaklar. İşte son yıllarda giderek daha fazla ülkenin iç, dış ve askerî politikalarına dâhil edegeldiği enerji güvenliğinin temel nedeni budur.
İthalatçı ülkeler gelecekteki enerji ihtiyaçlarını karşılayabilmek için birbirleriyle rekabet halinde şimdiden ihracatçı ülkelere gözlerini dikerek birbiri ardına anlaşmalar imzalarken, ihracatçılar bir yandan uzun vadeli kontratlarla talep garantisi alma diğer yandan da kaynaklarını çabuk tüketmeme ve ucuza kaptırmama endişesi içindeler. Ne yazık ki enerji güvenliği kavramı kültürlü cahiller tarafından enerji bağımsızlığı olarak dile getiriliyor. Oysaki yeryüzünde enerji bağımlısı olmayan ülke yok ve en azından bir 50 yıl daha olmayacak.
Kıt enerji kaynakları uğruna verilen mücadeleler ise artık ana gündem başlıkları içinde yer alıyor. Bugünkü ve gelecekteki başlık konularından bazıları şunlardır: Kuzey kutup bölgesine artan ilginin Soğuk Savaş yıllarındaki mücadeleyi anımsatması, ABD’nin Venezüella, Irak ve İran gibi zengin kaynaklara sahip ülkelerle olan çatışması, Rusya’nın zengin kaynaklara sahip Hazar Denizi ülkeleri üzerinde yoğunlaşan baskısı, enerji kaynaklarını git-ara-bul-bağla politikası ile öne çıkan Çin, uluslararası şirketlerin sahip oldukları petrol ve gaz rezevlerinin azalması tehlikesi karşısında birbirleriyle birleşerek ve küçük şirketleri satın alarak büyüme politikasına yönelmeleri, zengin kaynaklara sahip ülkelerde millileştirme politikalarının ve çabalarının yaygınlaşması, gaz OPEC’i kurulması yönündeki girişimler, boru hatları projeleri ve anlaşmalarının satranç ve poker oyunlarıyla özdeşleşir hale gelmesi, AB ülkelerinde devlet kontrolündeki enerji şirketlerine desteğin artması ve küresel pazarda söz sahibi olabilmeleri için her türlü yardımın sağlanması, aşırı pahalı enerji fiyatları ve hatta enerji kaynakları uğruna planlanan ve yapılan savaşlar...
Bu arada, fosil yakıt kullanımının gittikçe artması, küresel ısınma ve iklim değişikliğinin enerji güvenliğiyle aynı kefeye konulmasına neden oldu. BM Güvenlik Konseyi tarafından bile küresel bir tehlike olarak algılanan veya adlandırılan bu kefenin koruyuculuğuna ise ABD ve NATO şimdiden soyundu. Peki can simidi olarak gösterilen alternatif enerji gerçekten bir çare mi?
Maalesef alternatif enerji kaynaklarının geliştirilmesinde ve yaygınlaştırılmasında teknolojinin ne kadar hızlı bir şekilde imdada yetişeceği henüz bilinmiyor. Rüzgar ve güneş enerjisi gibi alternatifler, ısı ve elektrik üretiminde fosil yakıtların yerini kısmen doldurmaya imkan sağlasa da, ulaşım sektörü ve petrokimya sanayinde petrolün küresel çapta tam ikamesi mümkün olmayacak. Dünya nüfusu arttıkça ve ekonomik büyüme devam ettikçe kömür ve gazın sıvılaştırılması, bio yakıtlar, katran kumlarından elde edilen petrol ürünleri ve hidrojen enerjisinin devlet desteği veya zorlaması halinde dahi bir yığın teknik, ekonomik ve çevresel problemleri aşıp küresel bir alternatif haline gelmesi mümkün değil. Şunu da belirtmekte fayda var ki eğer nükleer enerji ve kömüre dönüş acizlik ise milyonlarca insan açlıktan ölürken tarım alanlarının etanol üretim sahaları haline dönüştürülmesi cinayettir.
Kanamaya başlayan enerji yarasına asıl merhem olacak enerjiyi verimli kullanma ve tasarruf ise nedense pek telaffuz edilmiyor. Gelecek nesilleri biraz olsun düşünüyorsak şimdiden yaşam tarzımızı ve enerji kültürümüzü değiştirmeliyiz. Aksi halde enerjinin zaten bulanık olan geleceği karanlığa doğru yönelecek ve gelecek nesilleri de karanlığa sürükleyecek. Dünyaya tek gözle bakan, bakıp da göremeyen insanlar bu tabloya komplo teorisi diyecekler. Varsın desinler.
Ya Türkiye? Ülkemizin enerji geleceği de pek parlak gözükmüyor. Gittikçe ithalat bağımlısı olan ve ekonomideki yükü ciddi oranda artan enerji vagonuna zaten Batı’nın 100 yıl gerisinden atlayan ülkemizin geçmişteki hataları tekrar etmemesi ve gelecekteki olumsuz gelişmelerden en az etkilenmesi için enerji politikasını revize etmesi ve radikal stratejiler geliştirmesinin zamanı çoktan geldi, hatta geçiyor.
Paylaş
Tavsiye Et