Kullanıcı Adı: Şifre    
   
  veya Üye olun | Şifremi unuttum
  Arama / Gelişmiş Arama  
   
Dosya
Paylaşılamayan ekonomik kaynaklar
Tayanç Ahmet Gündüz
FİLİSTİNLİLER ile İsraillilerin paylaşmakta zorlandıkları pek çok şey var; Kudüs şehri, toprak, su, ekonomik kaynaklar vb. Yol Haritası’nın tartışıldığı bugünlerde gerek İsrail gerekse Filistin tarafında tırmanan şiddet nedeniyle birçok insan hayatlarını kaybederken, paylaşılamayanları sorgulamak abes görünebilir. Ancak ‘kutsal topraklar’daki sıradan insanların meseleye bakışı, bir ölçüde de gündelik hayatlarının sınırlarını çizen ekonomik refah düzeyi ile ilintili. Mesele, bölge halklarının gündelik yaşamlarında her gün yüzleştikleri bir gerçeklik, zira hem tırmanan şiddet hem de çözüm için atılan adımlar bölgede yaşayan insanların hayatlarında önemli sonuçlar doğuruyor.
İsrailliler ve Filistinliler arasında diğer faktörler yanında ekonomik açıdan da büyük fark var. Batı Şeria ve Gazze’deki yıllık üretim, İsrail GSYİH’sının yaklaşık yirmide birine (%5) karşılık geliyor. Kişi başına düşen gelir yönünden bir karşılaştırma yapıldığında, bir İsrail vatandaşının ortalama bir Filistinliden yaklaşık on kat daha müreffeh olduğu gözlenmekte. Ancak bugünkü duruma büyük ölçüde, İsrail’in Filistin bölgelerini işgal ettiği 1967 sonrasında uyguladığı politikalar neticesinde gelindi.
 
1967 Sonrası Dönem
Filistin’in İsrail ile ekonomik ilişki kurması 1967 sonrasına rastlar. İstikrarsız bir süreç olan bu dönemde Batı Şeria ve Gazze bölgeleri İsrail ile asimetrik ve dengesiz ekonomik ilişkiler kurmak zorunda bırakıldı. İşgali müteakip beş yıllık dönemde her iki tarafın ekonomileri arasındaki bağlar istikrara kavuştuysa da bu bağların oluşturduğu yapı “tamamlanmamış bir ekonomik entegrasyon” şeklinde idi. İktisadi ilişkilerin temelini Filistin bölgelerinden İsrail’e olan işçi hareketleri ve iki-taraflı ticaret oluşturuyordu.
1970’li yılların ortalarına değin, Filistin ekonomisinde, hızlı bir büyüme görüldü. Fakat hızlı ekonomik büyüme, baz seviyeye bağlı olarak önem arz eder. Filistin ekonomisi gibi küçük bir ekonomide, GSYİH’daki rakamsal olarak sınırlı bir artış, oransal düzlemde yüksek bir artış olarak görünebilir. Büyümeye ilişkin bir diğer gözlem de; bu büyümenin İsrail’in çizdiği sınırlar dahilinde gerçekleşmesi dolayısı ile Filistinlilerin bağımsız ekonomik politikalar izleyememesi ve büyümenin İsrail’in çizdiği çerçeve içerisinde gerçekleştirilmesiydi. İsrail, Batı Şeria ve Gazze’yi ekonomik kaynaklarından mahrum bırakarak bölge ekonomisini kendi ihtiyaçları doğrultusunda şekillendirdi. İsrail hükümetleri Filistin bölgelerinin ekonomik yapısını, toprak istimlakı ve yerel nüfusun göçe zorlanması gibi uygulamalarla kendine eklemleyerek bu bölgelerde bağımsız ekonomik faaliyetlere girişilmesini veya bu faaliyetler için gerekli sermaye birikimi, altyapı yatırımları gibi süreçleri engelledi. İsrail kontrolü, ekonomik hayatın her yönünde etkili olmakla birlikte özellikle toprak, su ve sınai gelişim alanlarında yoğunlaşıyordu. Örneğin; ‘yerleşimler’ için Batı Şeria topraklarının büyük bölümü müsadere edilirken, benzer biçimde su kaynaklarının %70’inden fazlası yerleşim bölgeleri ve İsrail tarafına aktarılıyordu. İsrail, işgal altındaki topraklarda banka ve diğer kredi kuruluşlarının gelişimine engel oldu ve İsrailli girişimciler için sözleşmeli üretim yapanlar haricinde sınırlı sayıda yeni fabrikanın kurulmasına müsaade etti. Filistin bölgelerindeki imalat sanayi bu nedenlerle, 1967-87 arasındaki dönemde ekonominin sadece %5-6’lık bölümünü oluşturdu. İsrail, Batı Şeria ve Gazze’deki bankaları 1967’de kapattığı için bu bölgelerde finansal aracılık hizmetleri Oslo Süreci başlayana kadar yoktu. İşgal altında, bölgenin ticari ilişkileri neredeyse tamamen İsrail’e yöneltilmişti. Filistin bölgeleri, İsrail ile fiilen tek-taraflı bir gümrük birliği ortağı haline getirildi. İsrail ürünleri Batı Şeria ve Gazze’ye serbestçe girerken Filistin ürünleri sınırlamalara tabi idi. Batı Şeria ve Gazze’nin üçüncü ülkelerle geçmişte doğrudan kurduğu ticari ilişkilerin yerini, İsrail üzerinden kurulan dolaylı ilişkiler aldı.
Tüm bu şartlar altında, bu dönemde Filistin işgücünün dörtte birinden fazlası İsrail’de çalışmaya başladı. 1970’lerin ortalarında, petrol krizleri neticesinde zenginleşen Basra Körfezi’ne komşu ülkelerde de Filistinliler için yeni iş fırsatları doğdu. Filistin ekonomisi mal ve hizmet yerine büyük ölçüde işgücü ihraç eden bir ekonomi haline geldi.
1987’deki ilk İntifada’ya kadar, Filistinli işgücünün yarısından fazlası (Batı Şeria’nın %52’si, Gazze’nin %58’i), işgal altındaki toprakların dışında istihdam edilir olmuştu. Ancak İntifada’nın hemen sonrasında Filistinliler için ekonomik şartlar hızla geriledi. Irak’ın Kuveyt’i işgali gibi nedenlerle Arap ülkelerinden gelen yardımların gerilemesi ve Körfez ülkelerindeki işçi sayısında azalma gibi etkenler ekonomik problemlerin derinleşmesine yol açtı. İntifada’nın devam ettiği süre boyunca grevler ve ekonomik faaliyetlerin baskı altında tutulması nedeniyle üretim geriledi. Bu dönem kişi başına gelirin ciddi oranlarda düştüğü ve bu yönüyle şiddeti besleyen bir etken olarak önem kazandığı bir zaman dilimi oldu.
 
Oslo Barış Sürecinden Bugüne
Oslo Barış Süreci sırasında FKÖ ile İsrail Hükümeti arasında 1994 Nisan’ında imzalanan Paris Protokolü, Filistinlilerin yaşam şartlarının geliştirileceğine ilişkin beklentilere yol açtı. Yardım sağlayacak ülkelerin destekleri ile; yerel ekonomik gelişme teşvik edilecek, finans sektörü ticari işlemlerin gerçekleştirilmesinde daha etkin olacak, gelişmenin önündeki engeller ve düzenlemeler kaldırılacak, özel sektör yatırımları teşvik edilecek ve kamu sektörü hizmet ve altyapı yatırımları artırılacaktı.
Oslo Barış Süreci’ni içeren 1993 sonrası dönemde gözlenen olumlu gelişmelerden biri; büyük ölçüde dış yardımlara (özellikle Avrupa Birliği’nden) dayanılarak gerçekleştirilen büyük altyapı projeleri sayesinde yaşam kalitesinde gözlenen nispi artış oldu. Ancak Paris Protokolü’nün doğurduğu beklentiler büyük ölçüde gerçekleştirilemedi. 1999’da kişi başına düşen GSYİH, 1993’teki seviyesinin %8 gerisinde idi. Bunda nüfustaki yüksek artış hızı yanında, İsrail’in ‘sınır kapatma politikası’ nedeniyle İsrail’e geçiş yapamayan ve işsiz kalan Filistinlilerin gelir kayıplarının etkisi de büyük oldu.
Bugün ise durum daha da vahim. İşgücünün yarısından fazlası işsiz durumda. İkinci İntifada ile birlikte Filistinlilerin ulusal gelir kaybı 5,5 milyar doları aştı. Bu bir yıllık gelirin heba olması demek (1999 yılında ulusal gelir 5,4 milyar dolar idi). Filistin Yönetimi adına İsrail Hükümeti’nin topladığı dış ticaret vergileri de büyük ölçüde geriledi. 2000’de aylık 91 milyon dolara kadar ulaşan bu tür vergi gelirleri, 2002 ortalarında 19 milyon dolara kadar geriledi. Filistin’e yardım sağlayan ülkelerin destekleri 2002 yılı boyunca aylık 40 milyon dolar seviyesine çıkartıldı ise de, Filistin Yönetimi’nin bütçesi geçmiş dönemin yaklaşık yarısı düzeyine gerilemiş oldu.
Filistin’de, yakın geçmişte tamamen çökmesi yönünde tahminlerin oluştuğu ekonominin hâlâ işler durumda olması, büyük ölçüde dış yardımlar sayesindedir. 2001’de 929 milyon dolar düzeyindeki yardımlar, 2002’de 1,051 milyar dolar seviyesinde gerçekleşti. Bu yardımlar sayesinde Filistin Yönetimi, bölgedeki istihdamın yaklaşık üçte birini sağlayarak, kamu hizmetlerinin aksamamasına gayret ediyor. Çöküş önündeki bir diğer engel de, Filistin halkında artan yardımlaşma ve paylaşma duygularıdır. Sosyal güvenlik ağlarının çalışmadığı bölgede, aileler bu görevi üstlenmektedir.
Özel sektör, kriz döneminden ciddi şekilde etkilendi. Özel tarımsal ve ticari işletmeler, fiziksel yönden ciddi oranlarda zarara uğradılar. 1999-2002 arası dönemde özel sektör üretimi, faktör maliyetleri bazında %30 geriledi.
2002’nin sonunda Filistin halkının %60’ı günlük 2 doların altındaki gelir düzeyleri ile fakirlik sınırının altına düşmüş durumdaydı. Özellikle Gazze’de nüfusun dörtte üçü bu durumdadır. Yüksek nüfus artış oranı ile birlikte fakirlik de giderek artmaktadır. Gazze’de nüfusun %14’ü ciddi yetersiz beslenme sorunları yaşamaktadır.
Bu şartlar altında bölgenin genç nüfusu daha ileri düzeyde eğitim almayı gereksiz bulmakta, eğitimlerini yarıda bırakmaktadır. Geleceğe dair olumlu herhangi bir beklentisi kalmayan nüfus arttıkça şiddet eğilimi daha da güçlenmektedir.
Dış yardım miktarları artırılsa dahi, fakirliğin ciddi şekilde gerilemesi kısa dönemde mümkün gözükmemektedir. Dünya Bankası’nın tahminlerine göre 2003’deki dış yardımların 2 milyar dolara ulaşması halinde bile fakir nüfusun oranı 2004’ün sonunda sadece %54 düzeyine gerileyecektir. Sorun nihai olarak çözüme kavuşturulamadığı sürece bu tür yardımlar yaraya merhem olamayacaktır. Asıl çözüm, Filistin ekonomisinin işgücü yerine mal ihraç eder hale gelmesi, üçüncü ülkelerle ekonomik ilişkilerini geliştirmesi ve istikrara kavuşmasıdır. Bu da her şeyden önce politik çözüme bağlıdır.

Paylaş Tavsiye Et