Kullanıcı Adı: Şifre    
   
  veya Üye olun | Şifremi unuttum
  Arama / Gelişmiş Arama  
   
Kapak
Cabirî’den Papa’ya: Hangi ‘akıl’?
Cihat Arınç
PAPA 16. Be­ne­dikt, Re­gens­burg Üni­ver­si­te­si’nde yap­tı­ğı ko­nuş­ma­da, Hı­ris­ti­yan­lı­ğı ve onun mü­es­se­se­si Ki­li­se’yi ‘akl’ın (lo­gos) tem­sil­ci­si ola­rak sun­du; bu­na mu­ka­bil, yap­tı­ğı atıf­lar­la da İs­lam’ı ‘sa­vaş’ (ci­had kav­ra­mı­nın sap­tı­rıl­mış bir ter­cü­me­si) ile öz­deş­leş­tir­di. Pa­pa’nın ta­nı­mı içe­ri­sin­de ‘akıl’ ile ‘sa­vaş’ bir­bi­ri­ne zıt kav­ram­lar­dı. Bu­na gö­re, Hı­ris­ti­yan­lık ‘ras­yo­na­li­te’yi sim­ge­ler­ken, di­ya­lek­tik ola­rak onun zıd­dı olan sa­vaş­çı İs­lam ‘ir­ras­yo­na­li­te’yi tem­sil edi­yor­du.
İn­san, Pa­pa’nın bu şe­ma­tik ta­nım­la­ma­sıy­la kar­şı­la­şın­ca, onun –Or­ta­çağ ta­ri­hin­den ha­ber­siz ol­ma­dı­ğı­na gö­re– baş­ka he­sap­lar güt­tü­ğü his­si­ne ka­pı­lı­yor. Pa­pa, ko­nuş­ma­sın­da akıl ile sa­va­şın bir­bi­riy­le çe­liş­ti­ği­ni söy­lü­yor. ama böy­le ya­par­ken iki şe­yi gör­mez­den ge­li­yor: (i) Gü­ya ak­lın tem­sil­ci­si olan Ro­ma Ka­to­lik Ki­li­se­si, haç­lı se­fer­le­ri­ni ‘kut­sal sa­vaş’ (bel­lum sanc­tum) öğ­re­ti­si da­hi­lin­de ger­çek­leş­tir­di; (ii) Ay­dın­lan­ma son­ra­sın­da be­li­ren Av­ru­pa­lı araç­sal akıl, sa­va­şı ras­yo­na­li­ze et­ti ve iki dün­ya sa­va­şı­na se­bep ol­du.
 
Ki­li­se: Akıl Kar­şıt­lı­ğı­nın Va­ta­nı
İs­tan­bul Bü­yük­şe­hir Be­le­di­ye­si 17 Ey­lül’de CRR Kon­ser Sa­lo­nu’nda “Ar­zın Mer­ke­zin­de Bu­luş­ma­lar: İs­tan­bul-En­dü­lüs Köp­rü­sü” baş­lık­lı bir kon­fe­rans dü­zen­le­di. İs­lam dün­ya­sı­nın ya­şa­yan en bü­yük dü­şü­nür­le­rin­den bi­ri ola­rak ka­bul edi­len Mu­ham­med Âbid el-Ca­bi­rî kon­fe­ran­sa ko­nuş­ma­cı ola­rak ka­tıl­dı. Arap-İs­lam ak­lı­nın çe­şit­li veç­he­le­ri üze­ri­ne ka­le­me al­dı­ğı de­ğer­li eser­ler­le ta­nı­nan Ca­bi­rî, ko­nuş­ma­sın­da Pa­pa’nın açık­la­ma­la­rı­nı de­ğer­len­dir­di.
Ca­bi­rî’ye gö­re, hem İs­lam me­de­ni­ye­ti­nin hem de Ba­tı me­de­ni­ye­ti­nin bu­gün­kü en bü­yük me­se­le­si, ‘ak­lı’ ye­ni­den in­şa et­mek­tir. Ye­ni bir akıl in­şa­sı­nın yo­lu­nun İs­lam ak­lı­nın ta­ri­hi­ni yaz­mak­tan geç­ti­ği­ni be­lir­ten Ca­bi­rî, bu ko­nu­da Müs­lü­man­la­ra iki bü­yük gö­rev düş­tü­ğü­nü söy­lü­yor: “Biz sa­de­ce İs­lam ak­lı­nın de­ğil, Av­ru­pa ak­lı­nın da ta­ri­hi­ni yaz­ma­lı­yız.” Bu­nun, Ba­tı ak­lı­nın kri­zi­ni çöz­mek için ge­rek­li ol­du­ğu­nu be­lirt­tik­ten son­ra Ca­bi­rî, söz ko­nu­su kri­zin kö­ke­nin­de Aziz Pav­lus ta­ra­fın­dan Hı­ris­ti­yan­lı­ğa so­ku­lan pa­gan et­ki­le­rin yat­tı­ğı­na işa­ret ede­rek 16. Be­ne­dikt’in sö­zü­nü et­ti­ği “Akıl’la uyum­lu Ki­li­se dok­tri­ni” söy­le­mi­nin içi boş bir id­di­a ol­mak­tan öte­ye geç­me­di­ği­ni be­lir­ti­yor.
Ar­yus gi­bi ki­mi tev­hid eh­li Hı­ris­ti­yan­la­rın “Üçün Bir­li­ği” şek­lin­de­ki çe­liş­ki­li aki­de­yi dü­zelt­mek için sarf et­ti­ği ça­ba­la­rın da ne­ti­ce­yi de­ğiş­tir­me­ye yet­me­di­ği­ni vur­gu­la­yan Ca­bi­rî, Hı­ris­ti­yan­lı­ğın için­de­ki bo­zul­may­la ge­len akıl kar­şıt­lı­ğı­nın Ki­li­se ta­ra­fın­dan ça­tış­ma­cı bir şe­kil­de dok­trin hâ­li­ne ge­ti­ril­di­ği­nin al­tı­nı çi­zi­yor.
Ca­bi­rî di­yor ki: “Ki­li­se­nin kı­sıt­la­yı­cı ve bas­kı­cı po­li­ti­ka­la­rı­na kar­şı Av­ru­pa’da­ki hü­ma­nist dü­şü­nür­le­rin ver­di­ği mü­ca­de­le­ler, âde­ta akıl kar­şıt­lı­ğı­nı or­ta­dan kal­dır­mak için atı­lan gür bir çığ­lık­tı!” Fa­kat hü­ma­nist­ler de “pa­pa­za kı­zıp oruç boz­muş” ve Ki­li­se’nin yan­lış inanç­la­rı­nı red­det­mek­le kal­ma­yıp ate­iz­me doğ­ru kay­mış­tır.
Des­car­tes’ın co­gi­to fel­se­fe­si de ye­ni bir akıl in­şa­sı ça­ba­sı idi; ama Ca­bi­rî’nin de­yi­şiy­le bu, “Ben’i mer­ke­ze alıp Öte­ki’yi dış­la­yan Av­ru­pa-mer­kez­ci bir akıl­dır ve dün­ya­da şu an­da olup bi­ten sa­vaş­lar hep bu Av­ru­pa ak­lı­nın ne­ti­ce­le­ri­dir. Kı­sa­ca­sı in­san­lı­ğın gel­di­ği son nok­ta, Av­ru­pa mo­dern­li­ği­nin ba­şa­rı­sız­lı­ğı­dır.”
 
He­rak­li­tus’tan He­gel’e: Sa­vaş Her Şe­yin Ata­sı­dır!
Ca­bi­rî’nin şu an­ki sa­vaş­la­rın hep Av­ru­pa ak­lı­nın ne­ti­ce­le­ri ol­du­ğu şek­lin­de­ki de­ğer­len­dir­me­si­nin hak­sız bir ge­nel­le­me­ye da­yan­dı­ğı söy­le­ne­mez. Ger­çek­ten de Hob­bes’tan Kant’a, He­gel’den Marx’a va­rın­ca­ya ka­dar bir­çok Ba­tı­lı fi­lo­zo­fun gö­rüş­le­ri, ‘ça­tış­ma’nın te­ori­si­ni ken­di­ne öz­gü bir tarz­da ye­ni­den ku­rar. “Ta­bi­at hâ­li”ni bir sa­vaş hâ­li ola­rak açık­la­yan Hob­bes, Le­vi­at­han (1651) ad­lı te­mel ese­rin­de ba­rı­şın pa­muk ip­li­ği­ne bağ­lı ol­du­ğu­nu, do­la­yı­sıy­la sü­rek­li ola­ma­ya­ca­ğı­nı vur­gu­lar. As­lo­lan, sa­vaş hâ­li­dir. Ta­bi­at hâ­li’nde­ki sa­vaş, “her­ke­sin her­ke­se kar­şı sa­va­şı­dır.”
Kant da Ebe­dî Ba­rış (1795) ri­sa­le­sin­de, Hob­bes’un ‘ta­bi­at hâ­li’ gö­rü­şü­ne pa­ra­lel bir şe­kil­de, “Ta­bi­at hâ­li’nde iken baş­vu­ru­lan tek ça­re sa­vaş­tır” di­yor­du. Ona gö­re, ta­bi­at sa­va­şın se­be­bi­dir, çün­kü an­cak bu sa­ye­de in­sa­noğ­lu ras­yo­nel bir dün­ya dü­ze­ni kur­ma­ya yö­ne­lir. Do­la­yı­sıy­la me­de­ni­ye­tin ge­liş­me­si­nin ön­de ge­len ara­cı ola­rak sa­vaş, in­sa­noğ­lu­nun ak­lı­nı mü­kem­mel­leş­ti­rir ve ebe­dî ba­rış for­mun­da saf bir ras­yo­na­li­te­nin ku­rul­ma­sı­nı sağ­lar.
Hu­kuk Fel­se­fe­si­nin İl­ke­le­ri’nde (1821) He­gel, dev­le­tin bir fert ol­du­ğu­nu ve fer­di­ye­tin as­len ‘ne­gas­yon’ (de­ğil­le­me) an­la­mı­na gel­di­ği­ni, do­la­yı­sıy­la her dev­le­tin ken­di düş­ma­nı­nı ya­rat­tı­ğı­nı be­lir­tir. He­gel’e gö­re sa­vaş zo­run­lu­dur ve dev­le­ti ta­ze­le­ye­rek ata­let­ten uzak tu­tar. Böy­le­lik­le o, Kant’ın “sa­va­şın, in­san­lı­ğın ge­liş­me­si­ni ko­lay­laş­tır­dı­ğı” şek­lin­de­ki gö­rü­şü­nü be­nim­se­mek­le be­ra­ber, onun “ebe­dî ba­rış” hak­kın­da­ki yak­la­şı­mı­nı eleş­ti­rir. Çün­kü eğer “ebe­dî ba­rış” di­ye bir şey var ol­say­dı, bu tek ke­li­mey­le dev­le­tin ölü­mü olur­du.
 
Kar­şıt­lı­ğın ve Araç­sal­lı­ğın Öte­si: Ak­lın Ye­ni­den İn­şa­sı
Ca­bi­rî, Öte­ki’si­ni ön­ce üre­ten, son­ra dış­la­yan ve ni­ha­yet yok et­me­ye yö­ne­len bu Av­ru­pa ak­lı­nın Hork­hei­mer, De­leu­ze, Fo­uca­ult gi­bi dü­şü­nür­ler ta­ra­fın­dan içe­ri­den eleş­ti­ril­di­ği­ni, an­cak bu­nun ye­ter­li ol­ma­dı­ğı­nı be­lir­ti­yor. Ona gö­re, Müs­lü­man en­te­li­jan­si­ya­nın da, meş­ru­iye­ti müp­hem he­def­le­ri ras­yo­na­li­ze et­mek­ten baş­ka bir işe ya­ra­ma­yan bu ‘araç­sal akl’a dı­şa­rı­dan bir eleş­ti­ri yap­ma­sı ge­re­kir.
Me­de­ni­yet­le­ra­ra­sı di­ya­log me­se­le­si­ne de de­ği­nen Ca­bi­rî, Arap-İs­lam ak­lı­nın ve Av­ru­pa ak­lı­nın ye­ni­den in­şa­sı­na yö­nel­me­yen bir me­de­ni­yet di­ya­lo­ğu­nun hiç­bir işe ya­ra­ma­ya­ca­ğı ka­na­atin­de. Çün­kü bu­gün kar­şı­mız­da bu­lu­nan so­run, pal­ya­tif çö­züm­ler­le or­ta­dan kal­dı­rı­la­bi­le­cek ka­dar ba­sit de­ğil; fa­kat o, ‘kö­ken’i sor­gu­la­ma­mı­zı ge­rek­ti­ren me­ta­fi­zik bir so­run. Ca­bi­rî, prob­le­min çö­zü­le­bil­me­si­nin an­cak Ba­tı’nın ki­bir­li ve dı­şa ka­pa­lı tav­rın­dan vaz­geç­me­siy­le müm­kün ola­ca­ğı­nın al­tı­nı çi­zi­yor ve ek­li­yor: “İçi­ne ka­pa­nık olan akıl, Av­ru­pa ak­lı­dır. İs­lam ak­lı, hep dı­şa açık ol­muş­tur.”
AB’ye gir­me ça­ba­sı içe­ri­sin­de olan Türk­le­rin de bu me­ta­fi­zik so­ru­na cid­di bir şe­kil­de ka­fa yor­ma­la­rı­nın ge­rek­ti­ği­ni söy­le­yen Ca­bi­rî, ta­raf­lar ara­sın­da­ki den­ge­siz­li­ğe işa­ret edi­yor: “İki me­de­ni­yet ara­sın­da bir di­ya­lo­ğun ger­çek­le­şe­bil­me­si için ön­ce­lik­le ta­raf­lar ara­sın­da bir ‘çı­kar den­ge­si’ ku­ru­la­bil­me­li. Hal­bu­ki şu an­da hem ken­di çı­kar­la­rı­nı, hem de bi­zim çı­kar­la­rı­mı­zı on­lar kon­trol edi­yor­lar.” Ca­bi­rî’ye gö­re, bu “çı­kar den­ge­si” sağ­la­na­ma­dı­ğı müd­det­çe, Bush’un ve ‘ru­ha­nî’ li­der Pa­pa’nın di­lin­de­ki aşı­rı­lık de­vam ede­cek.
 
Han­gi Akıl?
Ben-mer­kez­ci he­def­le­re yö­ne­len araç­sal akıl, vic­dan ile bir­lik­te ha­re­ket et­mez. Böy­le bir akıl, akl-ı se­lim’den pek uzak­tır, do­la­yı­sıy­la as­la se­lâ­met’i (ba­rı­şı) te­sis ede­mez. Akl-ı se­lim sa­hi­bi ol­ma­ya­nın ru­ha­ni­yet’in­den de kuş­ku du­yu­lur ve ru­ha­ni­yet ki kalb-i se­lim is­ter. Kalb-i se­lim sa­hip­le­rin­den ise as­la ka­tı ve ruh­suz söz­ler sa­dır ol­maz. Pa­pa’nın ko­nuş­ma­sı ise Yu­nus Em­re’nin mıs­ra­la­rı­nı ha­tır­la­tı­yor: Taş gö­nül­de ne bi­ter / Di­lin­de ağu tü­ter / Ni­ce yum­şak söy­le­se / Sö­zü sa­va­şa ben­zer.

Paylaş Tavsiye Et