Kullanıcı Adı: Şifre    
   
  veya Üye olun | Şifremi unuttum
  Arama / Gelişmiş Arama  
   
Skip Navigation LinksArşiv (September 2008) > Yüzleşiyorum > Modernliği bırak, millet ol!
Yüzleşiyorum
Modernliği bırak, millet ol!
Mustafa Özel
TEM­MUZ ayın­da Ja­pon mo­dern­leş­me­si­ne da­ir Yüz­le­şi­YO­RUM’u bir va­at­le nok­ta­la­mış­tık. Özet­le, din­dar (Müs­lü­man, Hı­ris­ti­yan, Bu­dist…) ka­la­rak mo­dern­leş­me­nin müm­kün olup ol­ma­dı­ğı­nı tar­tı­şa­cak­tık. Fa­kat ara­ya AK Par­ti’nin ka­pa­tıl­ma da­va­sı gi­rin­ce ma­kas de­ğiş­tir­mek zo­run­da kal­dık. Bu mec­bu­ri­yet, üze­rin­de dur­du­ğu­muz fi­kir ze­mi­ni­nin ne den­li kay­gan ol­du­ğu­nu gös­ter­mek ba­kı­mın­dan an­lam­lı­dır.
Dün­ya­nın ne­re­sin­de ve han­gi za­man di­li­min­de olur­sa ol­sun, ade­ta ta­ri­hin dı­şın­da ya­şa­yan ve­ya en azın­dan ya­şa­mak is­te­yen in­san­lar var­dır. Bun­lar için bir ül­ke­de ik­ti­dar par­ti­si­nin ka­pa­tı­lıp ka­pa­tıl­ma­dı­ğı, ki­şi ba­şı­na ge­li­rin 5 mi yok­sa 55 bin do­lar mı ol­du­ğu, nük­le­er ener­ji­nin ge­liş­ti­ri­lip ge­liş­ti­ril­me­di­ği me­se­le de­ğil­dir. Hat­ta bu bağ­lam­da hat­tın al­tın­da yer al­ma­nın da­ha ha­yır­lı ol­du­ğu­na ina­nır­lar. Sos­yo­lo­jik dil­le ifa­de eder­sek, mo­dern de­ğil ge­le­nek­sel bir top­lum­da ya­şa­ma­yı ter­cih eder­ler. Hat­ta top­lum­bi­lim­ci­le­rin ge­le­nek­sel de­di­ği top­lum­la­rı bi­le (yer yer, za­man za­man) faz­la­sıy­la mad­di­ya­ta bo­ğul­muş ad­de­der­ler. Sa­hih bir di­nî ge­le­ne­ğe bağ­lı ya­şa­ma­nın “mad­de­yi ara­dan çı­kar­mak­la” müm­kün ola­bi­le­ce­ği­ni dü­şü­nür­ler.
El­bet­te bu yak­la­şı­mı “ro­man­tik” sa­yıp kar­şı çı­kan­lar da, “in­sa­ni” sa­yıp yü­cel­ten­ler de ola­cak­tır. “Kal­bim on­lar­dan ya­na, ama ak­lım baş­ka tür­lü söy­lü­yor” di­yen çok sa­yı­da in­san gö­rür­sü­nüz. Ye­ni Şa­fak’ta ik­ti­sa­di ras­yo­na­li­te­ye da­ir ya­zı­la­rı­ma en sık ge­len tep­ki şu­dur: “Ak­lım be­ni de öy­le dav­ran­ma­ya zor­lu­yor ama vic­da­nım bir tür­lü ka­bul et­mi­yor!” Di­ğer bir ba­sit göz­lem de şu: Dün­ya­nın her ye­rin­de, yüz mil­yon­lar­ca in­san (mil­yar­lar­ca mı de­sey­dim?) mo­dern­li­ğe ya­hut mo­dern­li­ğin mey­ve­le­ri­ne can atı­yor. On­la­rı bı­ra­kın, ro­man­tik di­ye eti­ket­le­nen­ler bi­le, iş en azın­dan si­ya­se­te, mil­li ege­men­li­ğe fi­lan ge­lin­ce; onur­lu, ba­şı dik, kim­se­ye muh­taç ol­ma­yan bir ül­ke/top­lum is­te­dik­le­ri­ni be­lirt­mek­ten ge­ri dur­mu­yor.
Me­se­le bu ko­num­lar­dan her­han­gi bi­ri­ni eleş­tir­mek de­ğil, bu azap ve­ri­ci du­rum­dan ma­kul bir çı­kış olup ol­ma­dı­ğı­nı araş­tır­mak. Ro­bert Bel­lah’ın ta­rih­te ikin­ci de­fa mil­let ol­ma ma­ce­ra­sı­na ay­na tu­tan Ja­pon­ya’yı Ta­hay­yül Et­mek baş­lık­lı ki­ta­bı ile Ahmet Hamdi Tan­pı­nar’ın im­pa­ra­tor­luk­ta­ki bir­lik­ten mil­li dev­let­te­ki iki­li­ğe ge­çi­şin ya­rat­tı­ğı hu­zur­suz­lu­ğa ay­na tu­tan ro­ma­nı Hu­zur kı­sık işa­ret fe­ner­le­ri­miz ola­cak.
 
Mo­dern­li­ğin Kö­kü Din­dir
Bel­lah’a gö­re, mo­dern-ge­le­nek­sel kar­şıt­lı­ğı ar­tık işe ya­ra­maz ha­le gel­miş­tir. Sü­rat­le de­ğiş­mek­te olan bir mo­dern top­lu­ma kar­şı du­ra­ğan ve de­ğiş­mez bir ge­le­nek­sel top­lum, ger­çek­ten çok kur­gu­dur. Fa­kat mo­dern­li­ğe da­ir bir şey onu da­ha ön­ce­ki sos­yal şart­lar­dan fark­lı kı­lı­yor­du ki, bu şe­yin ne ol­du­ğu­nu açık­la­ma­ya ça­lış­mak ba­şın­dan be­ri sos­yo­lo­ji­nin gö­re­vi ol­du. Sos­yo­lo­ji, mo­dern­li­ği ken­di­ne izah et­me ça­ba­sı ola­rak baş­la­dı.
We­ber’in kan ba­ğı ve kom­şu­lu­ğa da­ya­lı top­lum­lar­dan baş­la­yıp, bü­rok­ra­si ve­ya fe­oda­lizm ta­ra­fın­dan ör­güt­le­nen top­lum­la­ra, ora­dan da mo­dern ka­pi­ta­liz­me uza­nan ge­liş­me fik­ri Marx ve Durk­he­im ta­ra­fın­dan da baş­ka bi­çim­ler­de söy­le­ne­gel­miş hi­kâ­ye­nin bir ver­si­yo­nuy­du. Bel­lah’ın doğ­ru­dan We­ber’den kay­nak­la­nan gö­rü­şü­ne gö­re, din mo­dern­li­ğin or­ta­ya çık­ma­sın­da önem­li bir rol oy­nu­yor­du. We­ber, as­ke­tik Pro­tes­tan­lı­ğın onun “mo­dern ka­pi­ta­lizm” adı­nı ver­di­ği ye­ni bir top­lum bi­çi­mi­nin doğ­ma­sın­da vaz­ge­çil­mez bir hız­lan­dı­rı­cı ol­du­ğu­na ina­nı­yor­du. Fa­kat bu top­lu­mu sa­de­ce ye­ni bir eko­no­mi ola­rak de­ğil, ye­ni bir me­de­ni­yet ola­rak gö­rü­yor­du.
Mo­dern­li­ğin kök se­bep­le­ri­ni ve ni­çin ilk de­fa Ba­tı’da or­ta­ya çık­tı­ğı­nı araş­tı­rır­ken, We­ber M.Ö. ilk bin­yıl­da­ki di­nî olay­la­rın kri­tik önem ta­şı­dı­ğı­nı keş­fet­ti. O dö­nem­de or­ta­ya çı­kan her bir dün­ya di­ni için­de, We­ber’in “bü­yü di­ni” de­me­ye mey­let­ti­ği ön­ce­ki form­la­rı ra­di­kal tarz­da ak­li­leş­ti­ren pey­gam­ber­ler ve­ya kur­ta­rı­cı­lar zu­hur et­ti. Her bir du­rum­da, ön­der şah­si­yet (Kon­füç­yüs, Bu­da, İb­ra­ni Re­sul­ler, Sok­rat, İsa) sis­te­ma­tik bir ah­la­kî dav­ra­nış bi­çi­mi va­ze­di­yor­du. Bu ye­ni sem­bo­lik form­la­ra “ak­li­leş­ti­ril­miş” de­mek­le We­ber, on­la­rın da­ha tu­tar­lı, dü­şün­ce ve ah­lak ba­kı­mın­dan da­ha ev­ren­sel­leş­ti­ri­ci, po­tan­si­yel ola­rak da­ha öz-eleş­ti­rel (ref­lek­si­ve) ve mev­cut top­lum­dan da­ha çok ay­rıl­mış (yan­sız) ol­duk­la­rı ger­çe­ği­ne işa­ret edi­yor­du. Jas­pers bu ev­re­ye Ek­sen Çağ; Ei­sens­tadt ise bu ev­re­nin din­le­ri­ne Ek­sen Din­ler, uy­gar­lık­la­rı­na ise Ek­sen Me­de­ni­yet­ler de­di.
Şa­yet din, mo­dern­li­ğin or­ta­ya çık­ma­sın­da önem­li idiy­se; ek­sen din­ler, mo­dern­lik­ten bin­ler­ce yıl ön­ce or­ta­ya çık­mış ol­sa­lar da, onun vaz­ge­çil­mez ön şar­tıy­dı­lar. Bel­lah’ın ar­gü­ma­nı şuy­du: Ka­bi­le din­le­ri ve ar­ka­ik din­ler dün­ya-yön­lü iken, ek­sen din­ler dün­ya­yı-red­de­di­ci (do­la­yı­sıy­la We­ber için bü­yü­yü-red­de­di­ci) idi­ler. Fa­kat ek­sen din­ler, bu red­de­di­şin dün­ya için­de mi (etik), yok­sa müm­kün ol­du­ğun­ca dün­ya dı­şın­da mı (mis­tik) iş­len­me­si ge­rek­ti­ği hu­su­sun­da bir­bir­le­rin­den ay­rı­lı­yor­lar­dı.
Va­ro­lan top­lum­la­rın te­mel sos­yal ve si­ya­sal il­ke­le­ri­ni eleş­tir­me­yi ve ye­ni­den ifa­de et­me­yi müm­kün kı­lan şey, ek­sen di­nin aş­kın (ya­ni dün­ya dı­şın­da­ki) bir re­fe­rans nok­ta­sı­nı kal­dı­raç ola­rak kul­lan­ma­sıy­dı. Ka­bi­le­vî ve ar­ka­ik top­lum­lar­da bi­rey ve top­lum do­ğal koz­mo­sa gö­mü­lü sa­yı­lır­ken, ek­sen din ve fel­se­fe­ler “bi­re­yin top­lum­dan, top­lu­mun ise ve­ri­li do­ğal dün­ya­dan ken­di­le­ri­ni ko­par­ma­yı” müm­kün kı­lı­yor­du. An­cak, unu­tul­ma­sın ki ra­di­kal tu­tar­lı­lı­ğı için­de ek­sen din hiç­bir za­man bir azın­lık di­nin­den faz­la­sı de­ğil­di. Ço­ğun­luk ar­ka­ik ve hat­ta ka­bi­le din­le­ri­nin de­va­mı olan inanç ve uy­gu­la­ma­la­rı sa­hip­len­me­yi sür­dü­rü­yor; We­ber bu­na “bü­yü bah­çe­si­ne ge­ri dö­nüş” di­yor­du.
Pro­tes­tan Re­for­mas­yo­nu ile be­ra­ber ra­di­kal bi­çim­de aş­kın bir tan­rı­ya iman et­me­nin şu dra­ma­tik dün­ye­vî so­nu­cu ol­du: Ek­sen­sel bir ah­la­kın tu­tar­lı ta­lep­le­ri sa­de­ce bir azın­lık­tan de­ğil, “her­kes­ten ve ha­ya­tın bü­tün alan­la­rın­da” bek­le­nir ol­du. Bi­re­yin top­lum­dan ve top­lu­mun do­ğa­dan ko­pu­şu hız­lan­dı. We­ber bu ge­çi­şi va­zıh ola­rak göz­le­di fa­kat ne­re­dey­se ta­ma­men men­fi tarz­da yo­rum­la­dı. Mo­dern ak­li­leş­me dün­ya­sı za­man­la her­han­gi bir aş­kın mü­ey­yi­de ol­mak­sı­zın ken­di bü­rok­ra­tik ve eko­no­mik ener­ji­siy­le iş­le­ye­cek, “de­mir bir ka­fes”e dö­nü­şe­cek­ti. Böy­le­ce We­ber ön­cü mo­dern­leş­me ku­ram­cı­sı ol­sa da, mo­dern­li­ğin bi­zi ne­re­ye gö­tü­re­ce­ği­ne da­ir gö­rü­şü ka­ram­sar­dı. Mo­dern­lik, “kö­tü ka­de­ri­miz”di.
 
Ro­ma­nı­mız Şar­kı­la­rı­mız­dır
İs­la­mi­yet ta­rih­sel ba­kım­dan ek­sen din­le­rin de­va­mı ve­ya bir ver­si­yo­nuy­du. O da aş­kın bir re­fe­rans nok­ta­sı­nı kal­dı­raç ola­rak kul­la­nı­yor; bu­nu ba­zen dün­ya için­de ka­la­rak (etik), ba­zen de dün­ya dı­şı­na ka­nat aça­rak (mis­tik) ger­çek­leş­ti­ri­yor­du. İs­lam me­de­ni­ye­ti­nin son bü­yük çi­çek­len­me­si sa­ya­bi­le­ce­ği­miz Os­man­lı’nın çö­küş ev­re­sin­de bel­ki bu mis­tik yan ağır ba­sı­yor­du. Tan­pı­nar, Bel­lah he­nüz bir üni­ver­si­te ta­le­be­siy­ken ya­yın­la­dı­ğı Hu­zur ro­ma­nın­da bu iki yö­ne­li­şin akıl­lı­ca sen­te­ziy­le aya­ğa kal­ka­bi­le­ce­ği­mi­zi söy­lü­yor­du:
İh­san: Biz bu­yuz; Ne­va­kâr’ız, Ma­hûr Bes­te’yiz. On­la­rın içi­miz­de­ki yüz­le­ri, bi­ze il­ham ede­cek­le­ri ha­yat şe­kil­le­ri­yiz. Yah­ya Ke­mal hak­lı: Bi­zim ro­ma­nı­nız şar­kı­la­rı­mız­dır. Bu se­fer Bur­sa’da bu­nu da­ha ya­kın­dan gör­düm. Ora­da mu­sı­kî, şi­ir, ta­sav­vuf hep iç içe ko­nu­şu­yor! Taş du­a edi­yor, ağaç zik­re­di­yor… Be­ni iyi an­la! Mis­tik ol­mu­yo­rum. Bel­ki bir ay­dın­lı­ğa, re­ali­te­nin ken­di­si olan bir dü­şün­ce­ye bağ­la­nı­yo­rum. Ken­di­mi­zi ta­nı­ma­mı­zı ve sev­me­mi­zi is­ti­yo­rum… An­cak bu su­ret­le in­sa­nı bu­la­bi­li­riz. Ken­di­miz ola­bi­li­riz.
Or­han: Be­nim şa­şır­dı­ğım şey, bir ta­raf­tan in­sa­nın ve ma­ne­vî kıy­met­le­rin et­ra­fın­da ıs­rar eder­ken, öbür ta­raf­tan ce­mi­yet için­de bir kal­kın­ma işi ile uğ­raş­ma­nız, her şe­yin ba­şın­da iş ha­ya­tı­nın tan­zi­mi­ni is­te­me­niz­dir… Bu çok mad­de­de kal­mak ol­mu­yor mu?
İh­san: Ha­yır. Biz bir ta­raf­tan bir me­de­ni­yet ve kül­tür buh­ra­nı için­de­yiz; di­ğer ta­raf­tan bir ik­ti­sa­dî re­for­ma ih­ti­ya­cı­mız var. İş ha­ya­tı­na açıl­ma­mız lâ­zım. Bun­lar­dan bi­ri­ni öbü­rü­ne ter­cih ede­cek va­zi­yet­te de­ği­liz. Bu­na hak­kı­mız da yok. İn­san bir­dir. Ça­lış­tık­ça ve bir şey ya­rat­tık­ça ken­di­si­ni bu­lur. İş me­su­li­ye­ti, me­su­li­yet dü­şün­ce­si in­sa­nı do­ğu­rur.
Müm­taz: O hal­de iş, ken­di me­de­ni­ye­ti­ni ve kül­tü­rü­nü de ya­par; in­sa­nı­nı ye­tiş­ti­rir de­mek­tir. Bi­ze sa­de­ce mad­di ha­ya­tı­mı­zı tan­zim et­mek ka­lı­yor.
İh­san: Zan­ne­der mi­sin? Ev­ve­lâ bu­nu ya­pa­bil­me­miz için işin açıl­ma­sı, ge­niş­le­me­si, ce­mi­ye­tin ve ha­ya­tın ya­ra­tı­cı va­sıf­la­rı­nı tek­rar ka­zan­ma­sı la­zım. Es­ki her za­man ya­nı ba­şı­mız­da du­ru­yor. Di­ğer ta­raf­tan ye­ni ile, Garp ile mü­na­se­be­ti­miz sa­de­ce akan bir neh­re son­ra­dan ek­len­mek­le ka­lı­yor. Hal­bu­ki su de­ği­liz; in­san ce­ma­ati­yiz. Ve bir neh­re ka­tıl­mı­yo­ruz; bir me­de­ni­ye­ti kül­tü­rüy­le be­nim­si­yo­ruz. Onun için de bir hu­su­sî hü­vi­yet ol­ma­mız la­zım. Hal­bu­ki bu­gün on­dan dı­şa ait icap­la­rı ka­bul­den ile­ri­ye gi­de­mi­yor, in­sa­nı ih­mal edi­yo­ruz. Ye­ni­ye ba­şın­dan iti­ba­ren bi­zim ol­ma­dı­ğı için şüp­he ile, es­ki­ye es­ki ol­du­ğu için işe ya­ra­maz gö­züy­le ba­kı­yo­ruz. Ha­yat ken­di ih­ti­yaç­la­rı­mı­zın se­vi­ye­si­ne bi­le gel­me­miş; o bol­luk, ya­ra­tı­cı­lık için­de de­ğil ki bi­ze ken­di­li­ğin­den şe­kil­ler ve kıy­met­ler tek­lif et­sin!
- O hal­de bir kriz za­ru­ri ve mu­hak­kak…
- Sa­de mu­hak­kak gör­mü­yo­rum. Onu ya­şa­dı­ğı­mı­za ina­nı­yo­rum. Es­ki bir çift­çi im­pa­ra­tor­lu­ğu­nun tas­fi­ye­sin­den doğ­duk. Hâ­lâ onun ik­ti­sa­di şart­la­rı için­de bo­ca­lı­yo­ruz. Nü­fu­su­mu­zun ya­rı­sın­dan faz­la­sı is­tih­sa­le (üre­ti­me) açıl­ma­mış. Müs­tah­sil olan da fay­da­lı şe­kil­de ya­pa­mı­yor. Sa­de­ce ça­lı­şı­yor, emek sarf edi­yor. Fa­kat in­san bey­hu­de ça­lı­şır­sa ça­buk yo­ru­lur. Ba­kın, he­pi­miz yor­gu­nuz! Sı­kı bir nü­fus si­ya­se­ti­ne, sı­kı bir üre­tim si­ya­se­ti­ne baş­la­ma­mız la­zım.
- Pe­ki ama, bu­nun­la de­min bah­set­ti­ği­niz in­san mef­hu­mu, ma­ne­vi in­san ara­sın­da­ki mü­na­se­bet ne? Bu, ha­ya­tın mad­di şart­la­rı­nı de­ğiş­tir­mek­ten iba­ret.
- İn­san da ha­ya­tın mad­di bir ta­ra­fı­dır. Pe­guy’u oku­ma­dın mı? O ne cüm­le­dir? Ateş gi­bi; fa­kir­lik in­sa­nı gü­zel­leş­ti­rir ve asil­leş­ti­rir. Fa­kat se­fa­let hoy­rat­laş­tı­rır; ru­hen se­fil eder. İn­san­da in­sa­nı öl­dü­rür. İn­san­lık şe­re­fi an­cak mu­ay­yen bir re­fah için­de müm­kün­dür. Ça­lış­ma­ya im­kân ve­re­cek bir re­fah!
An­la­yış’ın sı­nır­lı say­fa­la­rı için­de ne Bel­lah’ı lâ­yı­kıy­la özet­le­ye­bi­li­yo­rum, ne Tan­pı­nar’ı. Fa­kat iki­si­nin de üze­rin­de bir­leş­ti­ği hu­sus, me­se­le­nin ‘mo­dern­lik’ çer­çe­ve­sin­de ele alı­na­ma­ya­cak ka­dar ge­niş ve çet­re­fil ol­du­ğu­dur. Ne akan Garp neh­ri­ne ken­di­mi­zi ek­le­mek­le ger­çek kim­li­ği­mi­zi bu­la­bi­li­riz; ne de her üret­ken fa­ali­ye­ti Garp­lı sa­yıp uzak dur­mak­la. Ye­ni bir tarz­da, ye­ni bir an­lam çer­çe­ve­si için­de ya­ra­tı­cı ol­mak zo­run­da­yız. Bu­nu ger­çek­leş­ti­re­me­ye­cek bir Tür­ki­ye’nin ta­rih için­de var ola­ma­ya­ca­ğı­nı bil­gin­ce his­set­ti­ren Tan­pı­nar, san­ki bu­gün­kü la­ik-din­dar ça­tış­ma­sı­nı 60 yıl ön­ce­den ha­ber ve­ri­yor. Hem de her iki kamp men­sup­la­rı­nın he­nüz eri­şe­me­di­ği bir kav­ra­yış se­vi­ye­siy­le:
“Ye­ni Türk in­sa­nı­nın öl­çü­le­ri­ni kim bi­li­yor? Yal­nız bir şe­yi bi­li­yo­ruz. O da bir ta­kım kök­le­re da­yan­mak za­ru­re­ti. Ta­ri­hi­mi­ze bü­tün­lü­ğü­nü ia­de et­mek za­ru­re­ti. Bu­nu yap­maz­sak iki­li­ğin önü­ne ge­çe­me­yiz. Ev­ve­la in­sa­nı bir­leş­tir­mek. Var­sın ara­la­rın­da ha­yat stan­dar­dı yi­ne ay­rı ol­sun; fa­kat ay­nı ha­ya­tın ih­ti­yaç­la­rı­nı duy­sun­lar… Bi­ri es­ki bir me­de­ni­ye­tin en­ka­zı, öbü­rü ye­ni bir me­de­ni­ye­tin he­nüz ta­şın­mış ki­ra­cı­sı ol­ma­sın­lar. İki­si­nin ara­sın­da bir kay­naş­ma la­zım.”
Me­se­le mo­dern ola­bil­mek de­ğil, mil­let ola­bil­mek­tir.

Paylaş Tavsiye Et