AK PARTİ’NİN 22 Temmuz zaferi, Dolmabahçe Protokolü’ne uygun büyük tasfiyeye rağmen, Türk Milleti’nin yeniden dirilişidir. Askerî baskıya, bu baskının gölgesindeki ulusçu-İslamcı cıvıklığa ve ırkçı milliyetçiliklere büyük bir milletin indirdiği tokattır. 22 Temmuz’un mesajının doğru okunması, Bu Ülke’yi 21. yüzyılın “Merkez Ülke”si yapmaya ciddi bir basamak olacaktır. 22 Temmuz İhtilali’nin birinci ve en önemli mesajı, modern Türk devletinin “kuruluş felsefesi” olduğu iddia edilen ideolojinin reddine yöneliktir. Bu ideolojinin özü ULUSÇULUK diye tanımlanan “kökü dışarıda” bir ana ilkedir. LAİKLİK bu ilkenin zırhıdır. Dolayısıyla, modern devlet felsefemizi cumhuriyet veya demokrasi kavramları değil, ulusçu laiklik veya laik ulusçuluk kavramları doğru şekilde yansıtmaktadır.
Ulus, Avrupa tarihine özgü bir sosyal kategoridir. Ulusluk Avrupa’yı birleştirdi ve başta Asya olmak üzere dünya toplumları karşısında etkili, itibarlı bir varlık haline getirdi. Uluslaşma, Avrupa toplumlarının modern zamanlardaki en büyük başarısıdır. Felsefe devrimini, bilim devrimini, sanayi devrimini tamamlayan ve hepsine kaynaklık eden bir siyasi devrimdir. Avrupalılar, uluslaşmak suretiyle, başka sosyopolitik sistemlere kolay lokma olmaktan kurtuldular. Kurtulmakla kalmadılar; 19. yüzyıldan itibaren başkalarını birer ikişer yutup, sonunda KAPİTALİZM dediğimiz, tarihin ilk (tam) küresel sistemini kurdular.
Uluslar gelişigüzel oluşmadı, pek tabii. Her ulusun bir temel kurucu unsuru olageldi. Bu unsur Almanya’da ırk, Fransa’da kültür, İsviçre’de vatan oldu.
Ulusluk Avrupa’yı bütünleştirdi, fakat Asya’yı parçaladı. Kapitalizm küreselleşirken, başlıca iki tür sosyopolitik sistemle karşılaştı: Ya Osmanlı Devleti gibi büyük, devasa sistemler; yahut Afrika kabileleri gibi küçük, dağınık politik varlıklar. Birini parçalamak, diğerini (tıpkı Avrupa gibi) bütünleştirmek gerekiyordu. Osmanlı kırk parçaya bölündü, 12 bin Afrika kabilesi ise kırk devlette bütünleştirildi. Her ikisinde de kurucu (veya yıkıcı) irade dışarıdan geldi.
Milliyetçi Hareket Nerede Yanıldı?
Bu belirlemelerden sonra, 22 Temmuz öncesine dönelim. Türkiye’de yeni bir askerî müdahalenin ayak seslerinin işitildiği, hükümetin mecburen seçimleri öne aldığı kritik bir uğrak. Beş yıllık bir iktidarın az çok yıprattığı bir hükümet ve onun yerini kapmaya iştahlı bir muhalefet. AK Parti, beş yılda ekonomide ve sosyal hayatın birçok alanında ciddi gelişmelere önayak olduğu halde, kendisini iktidara getiren kitlelere pek az faydalı oldu. Muhalefet bu büyük açıktan yararlanmak yerine, askerî vesayet altında, ırkçı bir söylemden medet umdu. 22 Temmuz’da milletin muhalefete attığı tokat, aslında bu sakat anlayış ve duruşa atıldı.
AK Parti beş yılda kendi tabanı için ne yaptı? Ekonomi beş yılda birikimli olarak neredeyse ikiye katlandı. Fakat büyük şirketlerin ciroları dört-beş katına çıkarken, küçük işletmeler ya yerlerinde saydı, ya da küçüldüler. Başörtüsü başta üniversiteler olmak üzere sözüm ona “kamusal alan”da sorun olmaya devam etti. Katsayı adaletsizliği sürüp gitti; İmam-Hatipliler ve Meslek liseliler tarihin benzerini az gördüğü bir zulüm makinesine takılı kaldılar. AK Parti kendisine oy vermemiş ve asla vermeyecek olanları sevindirdi; kendisine umut bağlayanları üzmeye devam etti.
CHP’den bu fırsatı değerlendirmesi beklenemezdi; çünkü Atatürk’ün kurduğu parti, kafası ve kalbi kabuk bağlamış bir darülacezeye dönmüştü. (Aşağıda değineceğimiz ikinci darülaceze ise Türk milletine Necmettin Erbakan’ın armağanıdır!) CHP lider ve yöneticileri 70 yıl önce aramızdan ayrılan Atatürk’ün mirasını (hem parasal, hem zihinsel miras!) başkasına kaptırmamanın hesabını düşünmekten başka şeye kafa yoramıyorlar. Emin Çölaşan, kendisi dahil Atatürkçü aydınların “başka bir gezegende” yaşadıklarını itiraf ediyor. CHP yöneticileri başka bir gezegende değil, Türkiye İş Bankası’nın emanet kutularında yaşıyorlar!
Ya milliyetçi hareket? Onlar bu tür avanta(j)lara sahip olmadıkları halde, neden farklı bir dilleri yok? CHP için ulusçu bataklıkta debelenmek bir çıkar meselesi ise Milliyetçi Hareket için aynı bataklığa sapmak bir çap meselesidir. Türkiye’de milliyetçiler bir türlü varlık sebeplerini açıklayamadılar. Hem dine hem devlete karşı hep iki arada bir derede kaldılar. %15’lik oy onlara Türk milletinin büyük bir lütfudur. Buna liyakat kesbetmez, hırçın ve anlaşılmaz tutumlarını sürdürürlerse, güneş görmüş kartopu gibi erirler.
İslamcı Darülacezenin Muhterisleri
Necmettin Erbakan yakın Türk tarihinde önemli bir gerçeği ispat etti veya ispatının önünü açtı: Ülkeyi dindarlar da yönetir; hem de daha iyi yönetirler! Necip Fazıl bize düşünce planında başımızı dik tutmayı öğretmişti; Erbakan aynı şeyi idare planında yaptı. Fakat anlaşılmaz ihtirası ve kurduğu politbüro tarzı parti teşkilatı, partinin serpilip gelişmesine engel oldu. Kendisi 45, arkadaşları 35 yaşlarında bakan veya başbakan yardımcısı oldukları halde; aradan 25-30 yıl geçtikten sonra, koltuklarına dört elle sarılıp, 45-50 yaşlarına ulaşmış insanlara “Henüz genç, parti bunlara teslim edilemez!” dediler. Böylece yakın tarihin en dinamik siyasal örgütlerinden birini, içe kapanık bir düşkünler evine çevirdiler.
Propaganda döneminde, hayatları boyunca bu hareketi ve hareketin önderini alaya almış (eleştirmiş değil, alaya almış; inanç ve değerlerine hakaret etmiş) insanların karşısına çıkıp; onların küstah bakışları altında, kendi yetiştirdiği insanlara “cehennem bileti” kesen ve onlara oy verenleri “Bizans çocuğu” diye nitelendiren Erbakan ve kumpanyasına artık Türk milletinin itimadı kalmamıştır. Genç Parti kadar bile oy alamamış olmaları, milletin ne kadar uzağına düştüklerini gün gibi ortaya koymuyor mu?
Paylaş
Tavsiye Et