SOSYAL ve ekonomik gelişmenin dengesizliği Çin Halk Cumhuriyeti için iç politikada çözüm aranan en önemli sorun. Büyüme, gelişme, yüksek yaşam standartları gibi kavramlar söz konusu olduğunda en çok dikkate alınan kriter olan kişi başına düşen gayri-safî millî hasıladaki yüzdelik değişim sosyal gelişimi tam olarak yansıtmadığı gibi, gelir düzeyleri arasındaki farklılaşmayı da göz ardı ediyor.
Üretimin artması, ithalâtın ve ihracatın büyümesi ve ticaret fazlası da refah seviyesinin belirlenmesi konusunda her zaman yeterli olmuyor. Bunun en basit örneği, Amerika’nın dünyanın en büyük ekonomik gücü olmasına rağmen, Birleşmiş Milletler’in yaşanılabilirlik kriterleri açısından en yüksek refah seviyesine ulaşmış ülkeler listesinin ilk sıralarında yer almaması.
Kırsal Kesimin Dramı
Çin’in 1,4 milyarlık nüfusunun 900 milyonunun kırsal kesimde yasayan çiftçilerden oluştuğunu gösteren veriler, ülkenin genel anlamda bir tarım ülkesi olduğunu ortaya koyuyor. Çiftçi ailelerin yıllık gelirinin 2003 yılı verilerine göre, ortalama 317 dolar olduğu; üstelik bu gelirin %40’ının beslenme giderlerine harcandığı, %20’sinin ise gelecek yılın üretimi için yatırım olarak ayrıldığı düşünülürse çiftçi ailelerin eline kalan yıllık gelirin 121 dolar olduğu anlaşılır. Diğer taraftan büyük kentlerde yaşayan halkın ortalama yıllık geliri de 1027 dolar ve üstelik, göreceli de olsa, kentte yaşamanın getirdiği sağlık ve işsizlik sigortaları gibi fırsatlardan da yararlanabiliyorlar.
Dünya Bankası’nın istatistikleri, kentli kesim ile kırsal nüfus arasındaki kabul edilebilir gelir farklılaşma oranını 3/2 olarak hesaplıyor. Bu oran ışığında yakın geleceğin süper gücü olarak gösterilen Çin’in ekonomi alanındaki başarısını, sosyal gelişmelere henüz yansıtamadığı çok açık.
Çin’in gerçek anlamda ekonomik liberalizasyon döneminin 1978’de başladığı kabul edilirse, Pekin, Şanghay, Guanzhou gibi büyük kentlerin ve çevrelerinin sanayileşmesi, yeniden yapılanma çalışmalarıyla yeni çehrelere kavuşması kırsal bölgelerde yaşayan halka da gözle görülür ölçüde fayda sağlamış. Ancak madalyonun bir de öteki yüzü var: 1997 yılından 2003’e kadar geçen 7 yıllık dönemde kırsal kesimde yaşayan nüfusun yıllık gelirindeki artış en yüksek %4,8 ile en düşük %2,1 arasında kaldı. Bu ise, aynı dönemde kent nüfusunun gelirlerindeki artışın ancak yarısına karşılık geliyor. Bir başka deyişle, ekonomik liberalizasyonun kırsal kesime faydalarının çok sınırlı olduğu anlaşılıyor.
Büyük Kentlere Göç
Çin’in kanayan yaralarından biri olan Uygur Otonom Bölgesinden (Doğu Türkistan) Şanghay’a göç etmiş olan ve Çin’in Batı’ya açılan penceresi olarak kabul edilen bu en gelişmiş şehrinde el tezgâhında sattığı yiyeceklerle hem geçimini sağlamaya, hem de ailesinin bütçesine katkıda bulunmaya çalışan Niyazi, iç göç dramının bir örneği. Ailesinin yıllık gelirinin 2 bin RMB (yaklaşık olarak 240 dolar) olduğunu, halbuki kentte okuyan ve ailesinin tek umudu olan kardeşinin eğitim giderleri için 217 dolar, kız kardeşinin eğitim masrafları için 72 dolar harcandığını; ailenin beslenme ve sağlık gibi temel ihtiyaçları için de 600-650 dolar kadar harcama yapmak zorunda olduklarını belirtiyor. Bu durumda babasının her yıl yaklaşık bin dolar kadar borç aldığını ifade eden Niyazi, babasıyla birlikte tarlada çalışmak yerine büyük kente göç ederek ailesinin bütçesine daha fazla katkıda bulunmaktan başka çaresinin kalmadığını söylüyor.
Niyazi sadece bir örnek. Kırsal kesimde yaşayan genç nüfusun (18-30 yaş grubu) yarıdan fazlası büyük kentlere göç etmek zorunda kalmış. 2000-2002 yılları arasında kırsal kesimde yaşayan ailelerin gelirindeki artışın %47,8’i büyük kentlerde ve çevrelerinde yoğunlaşmış fabrikalarda kurulan çadırlarda yatarak gece-gündüz uygunsuz ortamlarda çalışan büyük erkek çocuklarından gelen destekle sağlanmış. Bu işçiler dış dünyayla sadece yılda iki-üç defa (Çin’in ulusal bayramlarında memleketlerine dönme imkânı bulduklarında) bağlantı kurabiliyor. Yine 2002 yılının verilerine göre, tarımsal olarak ekilen alanlar bir önceki 4 yıllık döneme göre 15 milyon hektar düşüş göstererek 100 milyon hektara gerilemiş durumda. Bu da göçün tarımsal üretim üzerindeki olumsuz etkisini ortaya koyuyor. Artan gıda ürünleri ithalâtı, fakir Çin’in bir süre sonra yiyecek sıkıntısı çekme riski ile de karşı karşıya olduğunu gösteriyor.
Büyük şehirlerin parıltılı görüntüsü “gelişen Çin” imajını pekiştirse de, kırsal kesimin sefaletini gizlemeye yetmiyor. Kentliler, lüks apartman dairelerinde Batı’nın gelişmiş şehirlerindeki şartlarla aynı seviyede bir yaşam tarzına sahip. Çin’in en büyük ve gelişmiş şehri olarak kabul edilen Şanghay gerek mimarî yapısı, gerekse nüfusuna sağladığı imkânlar açısından dünyanın en gözde kentsel alanlarından biri olarak kabul edilebilir. Çin’in sahil şeridinden uzak kalan batı bölgelerinde ise, genelde tek katlı taştan evlerde dünyadan bihaber, kendi içlerine kapalı olarak yaşam mücadelesi veren kitleler var. Belki ‘züğürt tesellisi’ olarak görülebilir ama bu kopukluk sayesinde gerçek doğu kültürü buralarda hâlâ yaşıyor.
Çiftçilerin birçoğu, yaptıkları işin ancak karınlarını doyurduğundan –o da açlık düzeyinin biraz üzerinde– şikâyetçi. Çin Başbakanı Wen Jiabao da ülkenin ekonomik durumu ile ilgili yaptığı basın toplantısında, Çin hükümetinin karşı karşıya olduğu en önemli sorunun kırsal kesimdeki nüfusun geçim sıkıntısı olduğunu ve dengeyi sağlayamazlarsa sosyal istikrarı sağlamanın mümkün olmayacağına dikkat çekti. Çin hükümeti, hazırladığı tarım reformuyla bu dengenin 2015 yılına kadar sağlanabileceğini umuyor.
Çin’in tarihinde sosyal patlamaların genelde dengesiz ekonomik gelişme süreçlerinde ortaya çıktığı görülüyor. Dolayısıyla yaşanan tablo, Çin için alârm zillerinin çalmaya başladığı anlamına geliyor. Ayrıca gelişmekte olan büyük şehirlerdeki kültür tahribatı kentli nüfusun kendi gelenek ve zihniyetlerini kaybetmelerine de neden oluyor. Bu ise, yaşanan sosyal gerilimlerin artmasına ve tarihsel korunma mekanizmalarının etkisiz kalmasına yol açıyor. Her değişim sancılı olur; kabuk değiştiren ejderha Çin’in değişim süreci de sıkıntılı. Ejderhanın iki başı var: Endüstriyel kalkınma ve kırsal yoksullaşma. En büyük kâbus ise, başlar arasındaki farklılaşmanın tahammül edilemez hâle gelmesi ve aralarında kavga yaşanması. Artık dünyaya açılmış olan Çin’in ölçeğinin, iç sorunlarının bile küresel etkiler yaratacak kadar büyük olduğu göz ardı edilmemesi gereken bir gerçek.
Paylaş
Tavsiye Et