TÜRKİYE’NİN 18 Şubat 1952 tarihinde Yunanistan’la beraber NATO’ya katılmasını sadece Soğuk Savaş döneminin şartlarıyla açıklamak yetersiz bir yaklaşım olur. NATO’ya katılım, temelde iki tarihî dinamiği barındıran bir olaylar silsilesinin Soğuk Savaş döneminde meydana çıkan yüzüdür. Bunlardan ilki, Türk aydınının her alanda güttüğü “Batılılaşma” fikri; diğeri ise 1774 Küçük Kaynarca Antlaşması’ndan sonra somutlaşan “Rus tehdidi” düşüncesidir. Her iki düşünce bazen ayrı ayrı, bazen de kol kola, Türk dış politikasının önemli kararlarında etkin rol oynamıştır.
Türkiye ilk üyelik başvurusunu 1949 yılında NATO kurulurken yaptı. Türkiye’nin NATO’ya katılımı, bugün AB sürecinde yaşandığı gibi hem içeride, hem de dışarıda oldukça tartışma yarattı. NATO’ya katılım, yurt içinde Batılılaşmanın bir parçası olarak görülürken, ülke dışında karşı çıkış ise Avrupalı devletlerden geldi. Başlangıçta Türkiye’nin, İngiltere komutasında yeni kurulacak Akdeniz Paktı’nda yer alması istendi. Türkiye böyle bir öneriyi reddedince 1949 yılında, kuruluş aşamasında NATO’ya giremedi. Ancak 1951 tarihinde Türkiye’nin BM şemsiyesi altında Kore’ye 5 bin asker göndererek büyük bir bedel ödemesinden ve ABD’nin güvenlik bakımından Türkiye topraklarına daha çok ihtiyaç duymasından sonra ABD, Türkiye’nin NATO üyesi olması konusunda ağırlığını koydu ve katılım gerçekleşti.
Soğuk Savaş’ta Sıcak İlişkiler
Bu tarihten 1990’a kadar geçen sürede NATO-Türkiye ilişkilerini anlayabilmek için iki temel soruyu cevaplandırmamız gerekiyor: “Türkiye NATO’ya ne kattı” ve “NATO Türkiye’ye ne yarar sağladı?”. Türkiye’nin NATO’ya katkısı, coğrafî konumundan yararlanılmasına izin vermesi ve askerî gücünü NATO hizmetine sunmasıdır. Soğuk Savaş döneminde SSCB’ye yakın coğrafî konumu ile etkin olan Türkiye’nin Soğuk Savaş sonrası dönemde NATO içinde bu konumunu kaybettiğini iddia etmek yanlış olur. Çünkü yeni dönemde, ortaya çıkan birçok kriz bölgesi Türkiye’nin yakın çevresindedir. Bu alanlara müdahalede bir üs olarak kullanılabilmesi sebebiyle Türkiye halen NATO için oldukça önemlidir. Ancak gerek Soğuk Savaş döneminde, gerekse de günümüzde bu coğrafî konumun getirdiği riskler de oldukça fazladır.
Türkiye’nin NATO’ya ikinci katkısı ise büyük askerî gücüdür. Türk ordusu Avrupa’da sayıca üstün ordulardan biri durumundadır. Nitekim BM şemsiyesi altında Kore’ye savaşmaya giden Türk askerleri, NATO’ya girmemizin en önemli etkenlerinden birisidir. Daha önceleri sırasıyla Fransız ve Alman tarzı bir yapılanma arz eden silahlı kuvvetler, Türkiye’nin NATO’ya katılımından sonra teknik, teçhizat ve askeri eğitim yönünden ABD tarzı bir yapılanmaya girmiştir. Daha geniş açıdan bakıldığında, Soğuk Savaş dönemi boyunca uluslararası örgütleri hegemonyası için etkin bir şekilde kullanan ABD’nin, askerî alanda kendisine bağımlı ordular geliştirmesinde NATO’nun önemli katkıları olmuştur. Diğer taraftan Türkiye, NATO’nun hem siyasî karar alma mekanizmalarında büyük bir etki gösterememiş, hem de askerî planlama mekanizmalarında ABD çizgisi dışına pek çıkamamıştır.
NATO’nun üyelik perspektifi Türkiye’nin hem Soğuk Savaş boyunca SSCB “tehdidi”nden korunmasını sağlamış, hem de Batılı ittifak içinde kendisini ifade edebileceği bir zemin oluşturmuştur.
Türkiye’nin 1953’ten bu yana NATO Altyapı Programı’na katkısı 340 milyon dolar iken, aynı süreçte Türkiye’de NATO altyapı yatırımlarının miktarı 5,2 milyar dolardır. Diğer yandan ABD bu fonun %25’ini; Almanya ise %20’sini karşılamaktadır. Almanya’dan sonra fondan en büyük payı alan ülkenin, fona %1 katkısı bulunan Türkiye olduğu hesaba katılırsa, ortaya çıkan tablo anlamlıdır. İttifakın finans ve komuta işlerinin yükünü ABD ve birkaç Avrupa devleti çekmekte; buna karşılık en çok askerî ve coğrafî risk yüklenen ülke konumundaki Türkiye’nin altyapısının kuvvetlendirilmesine çalışılmaktadır.
NATO, Türkiye-ABD ve Türkiye-AB ilişkilerinde de dikkate alınması gereken bir alandır. Soğuk Savaş dönemi boyunca NATO, ortak bir tehdide karşı bir arada bulunan devletler topluluğu olarak sorunları en alt seviyede tutmaya çalıştı. Avrupa devletleri de ABD politikasını büyük ölçüde destekledi. Ancak SSCB’nin yıkılmasından sonra ABD ve AB politikalarının zaman zaman farklılaşmasıyla Türkiye’nin hangi “Batı”nın yanında yer alacağı sorunu ortaya çıktı. Çoğu zaman Türkiye, ABD-İngiltere ikilisinin politikalarına daha sıcak baktı. Buna karşılık özellikle AB konusunda bu ikili Türkiye’ye destek vermektedir.
“Stratejik Konsept” Sonrası Dönem
Soğuk Savaş sonrası dönemde ortak düşman algısı ortadan kalkınca hem NATO’nun varlık sebebi sorgulanmaya, hem de ABD ve AB arasındaki farklılıklar ve çıkar uyuşmazlıkları su yüzüne çıkmaya başladı. NATO “Stratejik Konsept” ile görev alanını ve fonksiyonlarını genişletti. Orta Doğu, Balkanlar ve Kafkaslar’da Türkiye’yi de birinci dereceden ilgilendiren pek çok konuda NATO politikaları yeniden şekillendi.
Yeni dönem Türkiye için hem yeni fırsatların, hem büyük risklerin konuşulduğu bir dönemdir. NATO’nun müdahalede bulunduğu kriz bölgeleri Türkiye’nin yakın çevresinde olup, pek çok açıdan ilgi alanına girmektedir. Bu bölgelerde NATO’nun yürüteceği politikalarda Türkiye’nin yönlendirici bir rol üstlenmesi, yeniden yapılanma sürecine olumlu bir katkı sağlayabilir. Ancak Türkiye, NATO çerçevesinde kendisi için yazılmış rolü oynamayı tercih eder ve bölgede ABD çıkarlarını koruyan bir ülke imajına bürünürse, bölge ülkeleriyle var olan ilişkilerinin gerilmesine neden olabilir. Bu bakımdan Türkiye, NATO ile ilişkilerini olay ve bölge bazında, her seferinde tekrar kontrol etmeli ve değişen durumlarda kendi aleyhine olacak adımları atmaktan kaçınmalıdır. Bu esnada, pek çok bedel ödeyerek NATO’da elde ettiği konumunu korumayı da başarması gerekir.
Türkiye’nin yeni dönemde dikkat etmesi gereken bir diğer önemli husus ise, NATO içi dengeleri gözetmektir. NATO ve AB’nin genişlemesinden sonra Doğu Avrupa’da doğan rekabet ve Irak konusunda Avrupalı müttefiklerinden bazılarının ABD’ye muhalefeti dengelerin gözetilmesi gereken anlaşmazlıkların en yakın örnekleridir. Türkiye benzer konularda, ABD ve AB arasında oluşabilecek ayrılıklarda nasıl bir tavır takınacağını genel hatlarıyla belirleyebilmelidir.
Paylaş
Tavsiye Et