ÇOK partili demokrasiye geçişin yaşandığı 1946 seçimlerine kadar halkın gündemi çoğunlukla geçim derdiymiş. Büyüklerin anlattığına bakılırsa, hasat ettiği ürün Millî Şef’in saldığı vergileri ödemeye yetmeyen ahali mecburen akçalı yollara tevessül eder; medar-ı maişet miktarınca ayırdığı zahireyi, o hep var olan kuytu köşeye sokuştururmuş. O yüzden “açık oy, gizli sayım” usûlü bahşedilen ilk demokratik seçimde 46 Ruhu, 62 Demokrat vekille kendini hissettirmiş; ardından, esaslı cevabı 1950’de vermişti. Kısa, kesintili ve nev-i şahsına münhasır demokrasimizin tarihinde heyecanın doruğa çıktığı, sandıkların dört gözle beklendiği; esaslı bir cevaba gebe olduğunu hissi kable’l-vuku ile belli eden bunun gibi seçimler var. 1950, 1983 ve 2002 seçimleri, milletin kimi seçeceğine ve ayıklayacağına dair bilinçli bir kararlılık sergilediği seçimler olarak göze çarpar; sonuç, tek bir partinin iktidarıdır. Bir de milletin sadece kimi seçmeyeceğinden emin olduğu, karışık duygularla sandığa gittiği seçimler var ki, onlar da sorunlu koalisyon dönemlerini getirir: 1961, 73, 77, 91, 95 ve 99 seçimleri bu cümledendir. Sözün özü, çok partili demokrasi, hayatımıza geçim derdinin yanında bir de seçim derdi ekler. Yine de nankörlük etmeyelim; bu, halk için, diğerine göre devede kulak kabilinden tatlı bir dert aslında. Peki ya adaylar için?
Çift Yönlü Pazarlama Stratejisi: Arz-ı Endam ve Arz-ı Hal
Seçim sath-ı mailine girilince, önce aynı partinin aday adayları; sonra da partilerin adayları arasında acı-tatlı bir rekabet baş gösterir. İlk aşamada aday adayları kulis köşelerinde ve özellikle “sayın genel başkan”ın yakın çevresinde arz-ı hal peşindedir. Sonra aralarından biri atı alır ve Üsküdar’ı geçmek için bu kez halka arz-ı endam eder; seçim meydanında boy gösterir. “Beni seç, beni seç” diye yalvaran yüzler, havada uçuşan vaatler, sözler curcunasında, eline fırsat geçen ve beş yılda bir de olsa değeri üzerinde müttefik olunan halk jürisinin huzuruna çıkılır. Akşam adaylar kıpır kıpır bir kalple ve yorgun bir huzurla köşelerine çekilir ve o meşhur pazartesi sabahı heyecanla beklenir. Şimdiye dek seçimler üç aşağı beş yukarı böyle bir tabloyu resmediyor; ancak bugünlerde “ters giden” bir şeyler olduğu kesin. 28 Mart Mahalli Seçimleri öncesinde bir rekabet olmadığı söylenemez; fakat bu kez aday adaylarının çift yönlü bir pazarlama stratejisi uyguladığı gözden kaçmıyor. Şöyle ki; bir yandan eskiden olduğu gibi “yukarıya” arz-ı hal geleneği sürerken, öte yandan onunla eş zamanlı olarak, sanki adaymışçasına, “aşağıya” arz-ı endam da ihmal edilmiyor. Bu arada dereyi görmeden paçayı sıvayanların, atı alıp karşıya geçenleri şaşkın ve küskün bakışlarla izlediği de oluyor. Bunlardan çoğunu, arz-ı endam konusunda kantarın topunu kaçıranlar oluşturuyor. Örneğin, mütevazı bir kişi görüntüsü çizen aday adaylarından biri kendi internet sitesinde yer alan bir sayfalık tanıtım yazısında -üşenmeyip saydık- 25 adet birinci tekil şahıs zamiri kullanıyor ve daha önce görev yaptığı ilçeyle ilgili olarak, “Orayı ben yaptım desem, abartmış sayılmam.” diyordu. Bir röportajda ise, “Allah sanki beni iş yapayım diye yaratmış” dedikten sonra, “Çok sulu göz bir adamımdır, film seyrederken ağlarım. Bir çocuk, annesi tarafından tokatlansa ve ağlasa ben arkamı dönerim; çünkü o çocuğun ağlamasına dayanamam, ağlayasım tutar” sözleriyle hepimizi ağlatıyordu. “Genel Başkan’la geçmişe dayanan bir hukuku” olan pek çok aday adayından biri, ilçesinin takımı Genel Başkan’ın tuttuğu takımı yenince yediği tatlı fırçadan ve benzeri ortak anılardan gazetecilere uzun uzadıya bahsederek, çift yönlü arz stratejisini ustalıkla uyguluyordu. “Oğlak burcunun iddialı, kararlı, uzlaşmacı olmak” gibi üstün nitelikleri ile donanmış bir diğeri, ilçesinde, az zamanda başardığı çok işleri sayıp döküyordu. Elbette siyaset, doğası gereği, iddialı olmayı bir bakıma icbar ediyor; ancak yine de, gündelik yaşamlarında alçakgönüllü oldukları bilinen ve şöhreti afet addeden bir gelenekten gelen insanların bu denli kaba bir arz-ı endam çabasına girişmeleri yadırgatıcı bir durum.
Bu seçimi diğerlerinden ayıran bir başka özellik de, enflasyondaki düşüşün aday adayı sayısına yansımaması. Gerçi, adaylar kesinleştikten sonra bunlardan bir kısmı, istifade edemeyen istifa eder sözü fehvasınca terk-i diyar eyleyecekse de, “29 Mart sabahı” belediye başkanı, il genel meclisi ve belediye meclisi üyesi olmak için başvuran aday adayı sayısı tam tamına 850 bin kişi. Muhtarlıklar için de 200 bine yakın başvuru olduğu hesaba katılırsa, Türkiye’nin yetmişte biri aday adayı demektir. Muhtarlık deyince, İstanbul’un Başakşehir mahallesini hatırlamak gerekiyor. 20 adayı olan mahallede kimi siyasi danışman tutmuş, kimi “image maker”ı olmaksızın sokağa bile çıkmıyor. Elhasıl müstakbel muhtarlar mitingler, ev toplantıları düzenliyor; toplu yemekler veriyor ve en ikna edici yüz ifadesiyle gülümseyen resimleriyle bilboardları süslüyor sitede. Vaatler ise, susuz köye baraj nevinden: Siteye metro getirmek, 2 milyon liralık imza bedelini 500 bin liraya indirmek, çatıları tamir ettirmek, eve imza servisi yapmak...
Birlik Hayali Yine “Sol”da Sıfır
1990’ların siyasi tablosunda hem sağın, hem de solun kendi içinde bölünmüş bir yapı arz etmesi keskin bir muhalefeti ve yıpratıcı seçim yarışlarını körüklüyordu. ANAP, DYP ve MHP’nin başı çektiği sağ cenahta durum o kadar vahim görünmese de, toplam oyu hızla eriyen solda CHP veya DSP’den birinin baraja takılma tehlikesi bulunuyordu. Bundan başka adları, sayıları ve üyeleri baş döndürücü bir hızla değişen irili ufaklı partiler bir sürpriz ümidiyle seçimlere asılıyordu. Derken, o pek alıştığımız nidayla, “4 Kasım sabahı güneş başka türlü doğarken” sol yine bildiğimiz gibiydi; ama asıl çatırtı sağ tabandan geldi: AK Parti dışında hiçbir parti Meclis’e girememiş; seçim gecesi istifa eden ve sonra -hep olduğu gibi- “sessizce” görevini sürdüren MHP lideri Bahçeli hariç, Çiller ve Yılmaz seçmen tarafından tasfiye edilmişti. 3 Kasım’la oluşan Meclis aritmetiği, AK Parti’yi merkeze yerleştirirken; DSP’nin hezimetiyle zinde güçlerin bir kısmı, zoraki de olsa, hatta Baykal’a rağmen CHP’de toplandı. Solda birlik sloganıyla yola çıkan ancak CHP’yi aralarına katamayan ve bu yüzden de cılız kalan SHP, DEHAP, ÖDP, EMEP, ÖTP ve STP ittifakı ise birkaç yer dışında yokları oynuyor. Sol oyların pek çok yerde doğal bir refleksle AK Parti karşısında CHP’ye kayma ihtimali, birliğin ağır toplarını adaylığa itiyor. Örneğin, SHP başkanı ve Gökçek’in gediklisi Murat Karayalçın Ankara’da; partinin sekreteri Fikri Sağlar’sa Mersin’de aday. Yani solda, Yiğit Gülöksüz’ün deyimiyle, “Herkes reis; Kızılderili yok.”
Netice-i kelam, Başbakan’ın vekil yakınlarına adaylığı yasaklamasıyla, adayların piyasa koşullarına gereğinden fazla uyumuyla, “müttefik” solda ağır topların belediye başkanlığına soyunmasıyla, kıymete binen muhtarlıklarla, bir milyon civarında aday adayıyla, çoğu tasfiye edilen 90’ların negatif siyasetçi profilinin eksikliğiyle ve şimdiden %50’lerde gösterilen AK Parti oylarıyla insana, “Nerede o eski seçim heyecanı!” dedirten bambaşka bir seçim bu.
Paylaş
Tavsiye Et