İRAN tarih boyunca Orta Asya ve Kafkaslara, sahip olduğu coğrafî konumdan ötürü özel bir önem gösteregeldi. Firdevsî’nin Şehnamesi’nin ana temalarından birisini oluşturan İran-Turan kavgası İranlıların İslam öncesinde Maveraünnehir’deki kavimlerle olan ilişkisini gözler önüne sermesi bakımından ilginç izler taşımaktadır. İslam döneminde de, özellikle Abbasi yönetiminin işbaşına gelmesiyle İran-Orta Asya ilişkileri oldukça gelişti ve Samanîlerden itibaren bölgede Fars asıllı yönetimler şekillenmeye başladı. Daha geç dönemlerde İran, fırsat buldukça Orta Asya ve Kafkaslara yönelik ilgisini fiiliyata dökmekten çekinmedi. Nitekim Safevi Şah İsmail’in Kafkas; Kaçar Nadir Şah’ın Afganistan seferleri bu durumu açık bir şekilde ortaya koyuyor. İran’ın Orta Asya ve Kafkaslara olan ilgisi o denli fazladır ki, bugün sıradan bir İranlı için bile bu bölgeler aslında İran’ın bir parçası olup dış güçler tarafından zorla koparılmışlardır.
19. yüzyıldan itibaren Rusya’nın önemli bir güç haline gelmesi ve kuzeyden baskı yapmasıyla İran, yayılmacı politikalarını terk etmek ve savunma konumuna geçmek zorunda kaldı. Bu dönemde İran, tıpkı Osmanlı İmparatorluğu gibi ciddi toprak kayıplarına uğradı ve Türkmençay Anlaşması’yla Kafkasya ve Orta Asya’dan çekilmeye mecbur oldu.
İkinci Dünya Savaşı’nın ardından İngiltere ile anlaşan SSCB, İran’ın kuzeyini işgal ettiyse de, sonrasında ABD ve Sovyetler Birliği arasında yapılan anlaşmayla Sovyetler’in bu bölgeden çekilmesi İran’a rahat bir nefes aldırdı. İran, Soğuk Savaş boyunca bu tehdidi ABD’ye yaklaşarak bertaraf etmeye çalıştı; Türkiye ve Pakistan ile birlikte Sovyetler’in güneyden çevrilmesini hedefleyen Yeşil Kuşak Projesi’nin aktif bir üyesi oldu. Yine de Sovyetler’i fazla kızdırmak istemeyen Tahran yönetimi, başta enerji ve demir-çelik olmak üzere, Moskova ile önemli ekonomik anlaşmalar imzaladı.
1979’da gerçekleşen İslam Devrimi İran-Sovyet ilişkilerinde bazı değişikliklere neden oldu. Devrim’in Batı karşıtlığından yararlanmak isteyen SSCB, İran Tudeh Partisi yoluyla yeni yönetimi etkisi altına almaya çalıştı; ancak bu girişimlerin sonuç vermemesi ve Tudeh Partisi’nin saf dışı bırakılıp liderlerinin cezalandırılması üzerine, İran-Irak Savaşı’nda Irak’ı desteklemeye başladı.
1991’de Sovyetler Birliği’nin dağılması İran’da yeni bir siyasal dönemin başlangıcına denk geldi. İran-Irak Savaşı’nın sona ermesi, Humeyni’nin ölmesi, pragmatist politikalarıyla tanınan Haşimi Rafsancani’nin cumhurbaşkanı olması, Irak’ın Kuveyt’i işgali ve koalisyon güçlerinin Irak’a saldırmaları, İran’ın dış politikasında bazı değişikliklerin yaşanacağının göstergesiydi. Nitekim bu dönemde İran, Sovyetler Birliği ile taktik gereği yakınlaşmaya başladı ve bu ilişkilerin boyutu gün geçtikçe genişledi. Başlangıçta Orta Asya ve Kafkas politikalarının Orta Doğu’da uyguladığı politikalar paralelinde olacağı düşünülen İran, bir müddet sonra bu şekilde düşünenleri yanılttı. İlk olarak ciddi bir kültür ve mezhep yakınlığına sahip olduğu Azerbaycan -ki İran yaklaşık 25 milyonluk bir Azeri nüfusa sahiptir- ile Ermenistan arasında yaşanan çatışmalarda Azerbaycan’ın milliyetçi lideri Elçibey’in doğurduğu tedirginliğin de etkisiyle beklenenin aksine tarafsız ve nispeten Ermeni yanlısı bir tutum takındı. Oysa dönemin Türkiye Cumhurbaşkanı Turgut Özal dahil birçok kimse ortak mezhebî ve etnik paydalar nedeniyle İran’ın Azerbaycan üzerinde etkili olacağını düşünmekteydiler. Uzun süredir dinî meselelerden habersiz olan kitleler İran’ın İslamcı politikalarına ilgi duyabilirdi; ancak durum farklı gelişti ve İran bölgeye daha seküler ve pragmatist yaklaştı. Öyle ki gerek İslamcı Çeçenlerin Moskova karşıtı ayaklanmaları, gerekse Tacikistan İslamî Uyanış Partisi’nin Rus yanlısı Duşanbe hükümeti karşıtı mücadelesi Tahran’ı pek etkilemedi. İran, Çeçen meselesinin Rusya’nın içişleriyle ilgili olduğu temasını işleyerek, Çeçenistan’a insanî yardım göndermekle yetinirken; ikincisinde ise Seyyid Abdullah Nuri liderliğindeki muhalif Tacikleri Rus yanlısı İmam Ali Rahmanov hükümeti ile anlaşma yapmaya ikna etmeyi tercih etti.
Diğer yandan İran, ortak dil ve kültüre sahip olduğu Afganistan meselesine de İslamî açıdan değil, millî çıkarlar açısından baktı. Sovyet işgali sırasında Afgan direnişçilere destek veren İran, işgalin sona ermesiyle mezhebî ve etnik meseleleri gündeme getirdi ve ülkedeki Şii azınlığın başta meclis olmak üzere tüm resmî kurumlarda en az %20 oranında temsil edilmesi gerektiğini öne sürdü. (İran’daki Sünnî azınlık için benzer bir hak söz konusu değildir.) Daha sonra Taliban’ın yönetimi ele geçirmesiyle İran, düne kadar pek sıcak bakmadığı “Cihat Grupları” ile işbirliği yapmaya başladı; Rusya, Orta Asya ülkeleri ve Hindistan’la birlikte Pakistan destekli Taliban’a karşı ortak bir cephe oluşturdu. 11 Eylül olaylarının ardından ABD’nin Afganistan’ı işgal etmesi karşısında İran’ın fazla bir tepki göstermediği gözlemlendi. Bu dönemde İran gazetelerinde, İran’ın Afganistan’a yönelik ideolojik politikalarını terk ederek kültürel ve ekonomik faaliyetlere önem vermesini ve Tacikistan ile birlikte Farsça konuşan ülkeler kuşağı kurmasını öneren yazılar çıkmaktaydı.
İran’ın Orta Asya politikalarındaki temel belirleyici etkenin, ABD’-nin ve Türkiye’nin bölgede etkinlik kazanması endişesi olduğu söylenebilir. İran bu nedenle Rusya’ya yakınlaşıyor ve bu ülkeyle paralel politikalar geliştirmeye özen gösteriyor. Ülke basınında Rusya ile bölgeye yönelik ortak politikalar geliştirmenin gereğine dair yazılara sıkça rastlanıyor. İran’ın Rusya’yla yakınlaşmasının diğer bir nedeni de, bu ülkeyle yaptığı uzun vadeli anlaşmalardır. Son günlerde gündemden düşmeyen Buşehr’deki nükleer tesislerin Ruslar tarafından yapıldığı ve yine Tahran’ın geçtiğimiz günlerde yeni bir modelini denediği ve Skud füzelerinin 4 katı hıza sahip olduğu açıklanan Şahab füzelerinin Rus katkısı olmadan geliştirilemeyeceği göz önüne alınırsa, ne demek istediğimiz daha iyi anlaşılacaktır. Aynı şekilde İran’ın gelecek yıl Rusya’nın yardımıyla ilk uydusunu uzaya yollayacak olması, iki ülke arasındaki stratejik sanayi alanındaki işbirliğinin ne kadar geniş ölçekli olduğunu gösteriyor. İran’ın Orta Asya’da etkinlik kurmaya çalışan bir diğer ülke olan Çin ile de son zamanlarda benzer bir ilişki içine girdiği gözlemleniyor. Son aylarda bu ülkeyle imzalanan yaklaşık 40 milyar dolarlık iki petrol ve doğal gaz anlaşması ve Çin Dışişleri Bakanı’nın Tahran’da İran’ın nükleer dosyasının BM Güvenlik Konseyi’ne gitmesi halinde bunu veto edeceklerini açıklaması, İran-Çin ilişkilerinin önümüzdeki dönemde yeni bir aşamaya gireceğini gösteriyor. Sanayileşmekte olan ülkeler arasında enerji kaynakları en kısıtlı ülkelerden birisi olan Çin, hızla artan enerji tüketimiyle, son birkaç yıldır petrol fiyatlarının yükselmesinde etkili oluyor.
İran’ın Türk etkisinden en çok çekindiği ülkelerin başında kuşkusuz Azerbaycan geliyor. İran, sürekli olarak Azerbaycan’daki milliyetçi grupların İran Azerilerini tahrik ettiğini öne sürerek işin arkasında Türkiye’nin bulunduğunu ima ediyor. Azerbaycan konusunda ciddi endişelere sahip olan İran, bu ülkenin İran karşıtı projeksiyonlarda bir üs olarak kullanıldığını düşünüyor. Özellikle Hazar Denizi ve buradaki petrol yataklarının dağılımı hususunda geçtiğimiz yıllarda Bakü ile şiddetli bir polemiğe girmekten kaçınmayan Tahran yönetimi, askerî unsurları devreye sokmuş ve İran savaş uçaklarının Azerbaycan’a ait petrol arama gemilerinin üzerinde uçmasıyla Azerbaycan geri adım atmıştı. Hatemi’nin Bakü ziyaretiyle ilişkiler bir nebze yumuşasa da, özellikle Hazar konusunda önemli bir gelişme sağlanamadı. Diğer yandan, Azerbaycan’ın Tebriz’de konsolosluk açma talebine olumlu yanıt verilmesi, milliyetçi İran basınında büyük tepki topladı ve İkinci Türkmençay Anlaşması olarak yorumlandı. Hazar Denizi’nin kıyı ülkeler arasında eşit olarak paylaştırılması gerektiğini ileri süren İran, bu konuda yalnızca söz konusu kaynaklar hususunda Azerbaycan’la sorunlar yaşayan Türkmenistan’dan destek alabildi. Başlangıçta Rusya da bu öneriyi destekler görünmesine rağmen, sonradan komşu ülkelerle birebir anlaşmalar yapmak suretiyle sorunu çözmeyi tercih etti.
İran’ın Orta Asya ülkeleriyle bilinen siyasî görüşlerinden soyutlanmış bir şekilde ilişki kurma arzusu bu ülkenin özellikle ulaşım ve enerji politikalarında açıkça görülüyor. Graham Fuller tarafından “kainatın merkezine” yerleştirilen İran, bu hassas jeopolitik özelliğinden faydalanarak kendisine yönelik kuşatmayı kırmaya çalışıyor ve başta Bakü-Tiflis-Ceyhan olmak üzere bölgeye yönelik enerji projelerini etkisiz hale getirmeye gayret ediyor. Ayrıca, Kuzey-Güney Koridoru projesiyle Avrupa ülkelerinin ve Rusya’nın Körfez’e açılımını sağlamayı planlayarak, büyük bir atılım yapmayı hedefliyor. Yine İranlıların önemle üstünde durdukları İran-Pakistan-Hindistan petrol boru hattı ve Türkiye üzerinden Avrupa’ya ulaşacak petrol ve doğal gaz boru hattı projeleri İran’ın jeopolitik açılımlarına birer örnek oluşturuyor. Aynı şekilde, geçtiğimiz yıl Hazar Denizi kıyılarında açmış olduğu petrol terminali ile İran, Orta Asya ve Azerbaycan petrolünü burada iç tüketim amacıyla satın alıyor ve karşılığında aynı miktarda petrolü Körfez’den bu ülkeler adına ihraç ediyor. Şu anda düşük kapasiteyle çalışan ve petrol boru hatlarına kıyasla çok daha az nakliye ücreti alması nedeniyle bölge ülkeleri tarafından ilgiyle karşılanan bu terminal, ileride Orta Asya petrollerinin nakli hususunda önemli bir alternatif olabilecek. Başta Özbekistan olmak üzere, bölge ülkelerinin İran’ın jeoekonomik politikalarını desteklemesi ve İslamcı akımlar karşısındaki sertliğiyle tanınan İslam Kerimov’un Tahran’daki benzer konulu bir toplantıda yalnızca ekonomik amaçlı olduğu müddetçe İran’la her türlü işbirliği yapmaya hazır olduğunu açıklaması, İran’ın politikalarında belli oranda başarılı olduğunun göstergesidir.
Paylaş
Tavsiye Et