SOĞUK Savaş’ın bitişi, ABD şemsiyesinde küresel angajmanlara girişen İsrail dış politikasında bir dönüm noktası oldu. 1990’lı yıllar boyunca Amerikan Yahudi lobileri aracılığıyla bölgesel düzlemde Türkiye ile küresel düzlemde ise Rusya, Çin ve Hindistan ile sıkı diplomatik ve ticarî ilişkiler geliştiren İsrail kısa zamanda Kafkaslar ve Orta Asya’da etkisini hissettirdi. Atlantik merkezli uluslararası sistemden çok kutuplu yeni sisteme geçerken bölgesel güvenliğini sağlayan İsrail, Asya’ya kaymakta olan ekonomi-politik güç merkezini çok erken fark etti. Bu amaçla başta nüfus ve sanayi açısından Asya’nın en büyükleri olan Çin, Hindistan, Endonezya ve Rusya gibi Asya ülkelerinde diplomatik ağlar kurdu.
İsrail, dış politikasında Soğuk Savaş parametrelerinin devlet kurmaya ve Orta Doğu’da mevzilenmeye yönelik dar çerçeveli ve ABD merkezli diplomatik ilişkiler ağından, yeni dönemde küresel stratejilere dayalı Afro-Avrasya’ya açılan çok taraflı ilişkiler ağına geçti. Arap dünyasının, en büyük silah satıcılarından Rusya ile Boris Yeltsin döneminde geliştirdiği diplomatik girişimler, Rusya’da ve bağımsız devletler topluluğunda yaşayan çok sayıda Yahudi nüfusun İsrail’e göç etmesiyle zirveye ulaştı. Ekonomik problemlerle yüzleşen Rusya ve diğer bağımsız devletler, İsrail ile ekonomik alanlarda işbirliği yapmak isteyince, Türkî Cumhuriyetler’de bile 1990’ların başında Türk işadamlarının yatırımlarının yerini 1997’den itibaren İsrailli iş adamları aldı. Orta Asya’nın iki süper gücüyle kurulan diplomatik ve stratejik temasta durum farklı gerçekleşmedi. Uluslararası Yahudi sermayesini küresel güç olmaya aday iki çok nüfuslu ülkeye, Çin ve Hindistan’a yatırım yapmaya teşvik eden İsrail, bu iki ülkeyle çok önceden tesis ettiği diplomatik ilişkilerini istihbarat alanlarında işbirliği yaparak pekiştirdi. Asya’daki etkisini sağlamlaştırmaya çalışan ABD buna paralel olarak, İsrail’in Hindistan’la yakın bağlar kurmasını teşvik etti ve destekledi. İsrail Hindistan’la yaptığı stratejik işbirliğinde Pakistan’ın nükleer ve balistik füze programlarını sınırlama konusunda yardımcı olmaya çalıştı. Bu amaçla geliştirilen ilişkiler neticesinde kısa zaman sonra Hindistan, İsrail silahlarının ve istihbarat uzmanlığının önemli bir müşterisi oluverdi. Pakistan’ın Orta Asya bölgesindeki İslamî girişimleri karşısında kendini güvensiz hisseden Hindistan yönetimi, İsrail’le kurduğu yakın temaslar sonrasında İslam Dünyası’yla karşı karşıya geldi. Soğuk Savaş boyunca İsrail-Arap dünyası çatışma ve geriliminde Araplardan yana tavır sergileyen Hindistan, 1992’de Kongre Partisi’nin iktidara gelmesiyle İsrail ile ilişkiler tesis etti ve bu ilişki Hindu milliyetçisi Bharatiya Janata Partisi’nin iktidarında güçlendi. İlişkiler, Hintli istihbaratçıların İsrail ve ABD istihbaratçıları tarafından eğitilmeleri boyutuna varıncaya kadar ilerledi. Kuşkusuz ABD’nin, İsrail-Hindistan paktında rolü büyük oldu. ABD, kendisine rakip olmaya hazırlanan Çin karşısında Hindistan’ın denge unsuru olarak güçlendirilmesini planlamaktaydı. Fakat bu plan, İsrail’in ve uluslararası Yahudi sermayesinin Çin ile ticarî ve diplomatik ilişkiler kurması ile suya düştü. Olimpiyat oyunlarının düzenli sponsorlarından Coca-Cola, 2008 Olimpiyat Oyunları’nın Pekin’de yapılması için yoğun lobi faaliyetleri yürüttü. Uluslararası güçlü markaların hemen tamamı Çin’de üretim ve ticaret üssü açtı. İsrail, ABD yönetiminin çıkarlarının bulunduğu Orta Asya’da, proaktif diplomatik ve ticarî angajmanları sayesinde hem kısa vadede, hem de uzun vadede ABD yönetimiyle ilişkilerini geliştirmenin yanı sıra, Orta Doğu bölgesindeki politikalarında da küresel bir devi yanına çekmeyi başardı. İsrail yönetimi, daha fazla ABD desteği kazanmakla Arap-İsrail çatışmasında ve akabindeki barış sürecinde pozisyonunu güçlendirdi ve Arap devletleri karşısında siyasal güç kazandı. Öte yandan, Orta Asya Cumhuriyetleri İsrail’in Batı’yla, özellikle ABD ile olan yakın ilişkilerinden yararlanabileceklerini hesaba kattıkları için İsrail’e yakın durmayı ekonomi-politik bir tercih meselesi olarak görmeye başladılar. Kaldı ki İsrail’in, bağımsızlıklarına kavuştukları tarihten bu yana Orta Asya devletlerine yaptığı ekonomik yardımlar, bu devletler tarafından memnuniyetle karşılandı.
11 Eylül Kazanımları
Dünya tarihinde bir milat olarak değerlendirilen 11 Eylül olaylarının İsrail’e katkısı, İsrail devletinin yüz yıllık tekamülüne eşittir. Orta Doğu’da tamamı Müslümanlar ve büyük bir kısmı Araplar tarafından çevrelenmiş dar bir şeride hapsolmuş İsrail, elli yıldır uyguladığı gerilimli politikaları nedeniyle ciddi bir güvenlik sendromu yaşamaktaydı. Son on yılda bölgesel ve küresel güçlerle geliştirdiği etkin diplomatik ilişkiler ağı, bu güvenlik sendromunu aşmasına yetmediği gibi, Filistin tarafının uluslararası alanda devlet olarak tanınmasının önünü açmıştı. İşte tam da bu aşamada patlak veren 11 Eylül olayları, bütün dünyanın gözünü Afganistan’a çevirmekle kalmadı, süper güç Amerika ile İslam Dünyası’nı karşı karşıya getirdi. İsrail’i çevreleyen Müslüman devletlerin tamamı hiçbir zaman ispatlanamayan sıradan bahanelerle ABD’nin haydut devletler listesine dahil edildiler. Böylece 11 Eylül olayları sonrasında Orta Asya’nın jeostratejik kalbi olan Afganistan’a dünya kamuoyunun desteğiyle ABD tarafından gerçekleştirilen operasyon ve akabinde İkinci Körfez Savaşı’nın başlatılması, ABD’nin İsrail’e hem bölgesel bazda Orta Doğu’da, hem de küresel bazda Orta Asya’da oldukça geniş anlamda manevra alanı açmasını sağladı. Orta Asya ve Kafkaslar’da oluşan anti-İslamî ittifakta yer alan İsrail, dünya kamuoyuna Filistin problemini terörizme karşı yürüttüğü bir mesele olarak aksettirdi. ABD, Usame bin Ladin’i cezalandırma göreviyle Orta Asya’nın kalbine girerken, bölgenin zengin tabiî kaynaklarına ve doğal gazına Amerikan-Yahudi şirketleri el attı. ABD, İsrail’le kurduğu sıkı ilişkiler neticesinde Müslümanlarla arasındaki bağları kopardı. ABD’nin İslam Dünyası ile ilişkilerinin bozulması ise yine İsrail’in işine yaradı. ABD, İsrail ile özdeşleşti ve her iki devlet, İslam Dünyası’na karşı bir cephe olarak görülmeye başlandı. Terörü bastırma çabasındaki ABD’nin, kendisine bahşettiği bu geniş manevra alanını çok iyi kullanan İsrail, Orta Doğu’da rahat hareket edebilmek için Orta Asya üzerindeki stratejik planlarına ağırlık verdi. İsrail’in ABD üzerinde baskıları sonucunda Rusya da anti-İslamî ittifaka Çeçen karşıtı girişimlerle katıldı. ABD askerlerinin Irak’a ve Körfez’e yerleşmesi, Irak’ta yaşanan istikrarsızlık ve Irak’ın parçalanması ihtimali, Orta Doğu’da İsrail’in güvenlik sendromunu aşması ve yeniden yayılmacı politikalar geliştirmesi açısından hayatî bir etken oldu. Uluslararası barış gücü askerleri, Afganistan dağlarında sözde bin Ladin peşinde koşarken, Amerikan askerleri Orta Doğu’da İsrail’in güvenliğini sağlamakta ve yayılmacı politikalarının garantörlüğünü yapmaktadır.
Paylaş
Tavsiye Et