Kullanıcı Adı: Şifre    
   
  veya Üye olun | Şifremi unuttum
  Arama / Gelişmiş Arama  
   
Skip Navigation LinksArşiv (March 2005) > Toplum > Türkiye’de dinciliğin sonbaharı
Toplum
Türkiye’de dinciliğin sonbaharı
Kemal Sayar
DİNCİLİK oldum olası tuhaf, kekre bir söz olarak tınlamıştır kulağımda; hassas yürekler için aziz ve mukaddes olan dinin ardına eklenen -cılık eki onu pazarlayan, satan kişileri ya da onu yalnızca dünyevî bir ideoloji kılanları çağrıştırıyor bana. Ama bu yazıda tam da bu tür insanlardan bahsedeceğim için, kullanışlı bir terim dincilik. Dinî duyarlılığını dünyevî ikbâli için vasıta kılmayan, ancak dinî ihtizaz ve ihtiyar ile dünyasını anlamlandıran kişilere ise asla dinci demek istemem; onlar bu topraklarda yüzyıllardan beri akıp giden, bu toprakları mayalayan dindarlardır. Elbette dünyayı anlamlandırma pratikleri arasında farklar vardır; ancak bu insanları buluşturan şey, dinin ahlakî sorumluluk isteyen bir âmil olarak bu kişilerin hayatlarına sokulmuş olmasıdır. Din yalnızca bir dünya tasavvuru olarak değil, kişinin kendisine ve iç dünyasına çekidüzen veren bir âmil olarak oradadır. Son birkaç yılda dinciliğin yaşadığı bozgun giderek bir ricat psikolojisine dönüşüyor. Dinciliğin sonbaharında, dinciler özür dilemeyi öğreniyorlar. Çünkü sahnenin dışında olmak istemiyorlar; üzerine projektörlerin çevrilmediği hayatlar, içinde yaşadığımız gösteri çağında onlar için de kayıp olarak algılansa gerek. Özür dileyerek varolmayı seçiyorlar; özür dileriz çünkü sizden farklıydık; özür dileriz çünkü yıllarca bazı temel değerlerin önemini fark edemedik; özür dileriz ama sizin gibi olmaya da can atıyoruz. Sanki şöyle diyorlar: “Değişmeye, Harlem’de kıvırcık saçlarını düzelten siyahlar gibi zenciliğimizin belirtilerini gidermeye hazırız.” Çizgilerini korumakta gösterdikleri hodbinlik, onlara ilk elde inanmamızı güçleştiriyor. Eğer onları özür dilemeye iten şey sahne ışıkları altında olmak arzusu ise, bir sonraki dönemeçte, ışıklar başka bir yönden vurduğunda yine özür dilemeyeceklerinden nasıl emin olabiliriz?
Şahsen dincilik kelimesine olumsuz bir anlam yükleyerek yeni bir tasnif yapabileceğimiz kanaatini taşıyorum. Belki bu tasnif yaşadığımız günleri anlamakta bize bir ipucu sağlayabilir. Kanımca dincilik bu topraklarda bir boyun eğme pratiği olarak gelişti; lidere kayıtsız-şartsız bağlılık ve bir topluluğa bireysel sorumlulukları ortadan kaldıran bir uçarılıkla bağlanma, bu eğilimin temel kilometre taşları oldu. Dinci eğilim bir köylü hareketi olarak filizlenmiş ve temel şehir değerlerini içselleştirememiştir. Sözgelimi edebiyatla bir alıp vereceği yoktur; bir şiir ya da romanın sağlayacağı ruh inceliğine uzak durur. Gönlün şiirini değil, aklın sloganlarını dillendirir dinci; o yüzden de kendisine bir dayanak aradığında Yunus’a, Mevlana’ya, Hafız’a gitmez de, komşu memleketlerde yaşamış ideologları rehber edinir. Dinci, gündelik hayattaki faydanın peşinde koşan, istediklerini burada ve şimdi isteyen bir kişiliktir. O yüzden kurnazdır; güç ve beğenilmeye bu yüzden açtır. Muktedirler gözünde meşru sayılmak için adeta çırpınır. Bu çırpınışın karşılığını almakta gecikmeyecektir; sahne ışıkları altında olma imkanı ona bahşedilir. O da kurtlar sofrasında kendisine düşen rolü oynayarak payını alır.
Öte yandan bir dünya tasavvuru olarak dinin sağladığı imkanlara sıkı sıkıya yapışan, edebiyatla, irfanla ya da bu topraklara kıvam veren medeniyetle hemhâl olmuş dindar kişiler vardır. Bu kişiler dincilerden, dünya karşısındaki müstağni duruşlarıyla ayrılmaktadırlar. Ahlakî bir tutarsızlık sergilememekte, göre göre hata yapmamakta ve dolayısıyla da özür dileme ihtiyacı duymamaktadırlar. Onları sahne ışıkları altında olmadıkları için yeterince tanımıyoruz ama genel bir tarif vermek gerekirse, bu toprakların şiir yazan ve hatta bu toprakların şiirini yazan, bir parti ya da oluşum karşısında boyun eğmeyen, bağımsız ruhlardır bu insanlar. Bu insanlar inançları sayesinde bir ikbâl görmemiş kişilerdir; o inanç dairesine mensubiyeti hiçbir şekilde dünyevî istekleri için kolaylaştırıcı bir unsur olarak kullanmamış, dünyaperest olmamışlardır. Bu insanların bir çilesi ve içtenlikle inandıkları bir davaları hep oldu; ama ülkemizin yaşadığı siyasî hercü merc yüzünden, söz konusu nâzenin insanlar da kolayca dinci hanesine yazılıverdiler. Sapla saman birbirine karıştı. Azgın bir inançsızlık siyaseti yürüten, ülke kaynaklarını ideolojik söylemlerle utanmazca tüketen ‘iktidar seçkinleri’, dindarları dincilerle aynı paydaya yazarak onların oluşturduğu direnç hattını kırmak istediler. ‘Kodamanlar’ın temel derdi ülkenin çürümeye devam etmesi ve bu çürüyen gövdeden leş kargalarına düşen payı almaktı. Bu yüzden ahlakın direnç noktaları olarak gördükleri her siyasî duruşu, her tavır alışı dinamitlemeye yeltendiler. Bu ülkenin tevarüs ettiği geleneği devam ettiren ve şehirli değerleri içselleştirmiş, ince ruhlu insanlar birden kendilerini kaba ve çıkarcı bir güruhla aynı safta buldular. Müstağni ve medenî duruşlarını sürdürdükleri için de sahneye ötekiler, yani dinciler çıktı.
Menfaat şebekesi olarak işlev gösteren ve dini yalnızca aralarındaki dünyevî iletişime ait bir metafor olarak kullanan dinciler, bu topraklara riyakârlığı yayarak kötülük etmektedirler. Şimdi ricat psikolojisi içinde geçmişin ağırlıklarından kurtulmaya çalışıyorlar. Dincileri birleştiren şeylerden birisi de dinin ahlakî doğruları konusundaki vurdumduymazlıklarını biçimsellik alanındaki aşırı vurgularıyla örtmeleridir. İnsan ilişkilerinde faşizan tutumları benimsemekten imtina etmeyenler, işçilerine hak ettiği ücreti vermemek için çırpınanlar, cinsel arayışlarını dinî bir kılıfla örtmeye çalışanlar gayri ahlakî olanı nedense hep başkasının üzerinde teşhis ederler. Oysa onların kör noktaları, kendi hayatlarının eğri büğrülüğü ve Tanrı karşısındaki samimiyetsizlikleridir.
Dinciler özür diliyor. Bütün ağırlıklarından, kurnaz tilkiliklerinden sıyrılmaya and içiyorlar. Öte yanda kurnazlık için hiçbir zaman vesile bulamamış olan bu toprağın yerlileri var. Onlar özür dilemiyor ve ‘bronzlaşmıyor’. Sahne ışıklarını ellerinin tersiyle iterek, bu topraklar için söyleyecek sözü olan herkese değer veriyor ve usulca konuşuyorlar. Onları bir gettonun sakinleri olarak görmüyoruz; daha çok edebiyat , fikir ya da irfan meclislerinde kümelenseler de, dağınık ve bağımsız bir duruşları var. Onlar Tanrı’dan başkasına boyun eğmemenin erdemini yaşayan soylular. Onlar ricat etmiyor ve mevsim onlar için sonbahar değil. Çünkü kursaklarında haram lokma taşımıyorlar.

Paylaş Tavsiye Et