GEÇTİĞİMİZ ayların sıcak tartışma konularından biri, Mehmet Ali Ağca’nın ‘antisosyal’ olup olmadığı idi. Bu tanının ne anlama geldiği üzerine çeşitli tartışmalar yayınlandı. Bu arada kanımca sapla saman birbirine karıştı. Bir psikiyatrik tanı kategorisinin terör eylemleri için muharrik güç sayılıp sayılamayacağı tartışıldı. Bu yazıda “bir ‘terörist kişiliği’ var mı?”, “antisosyal kişilik ne demektir?” gibi sorulara bir açıklık getirmeyi arzu ediyorum.
Antisosyal: O da Ne Öyle?
Antisosyal kişilik ya da eski adıyla psikopati; vicdan eksikliği, pişmanlık duymama ve karşısındaki insana empati yapamama ile kendisini gösteren bir durumdur. Bu insanlar, kurbanlarına verdikleri zarardan dolayı en ufak bir üzüntü duymayabilirler. Bazı bilim adamları antisosyal kişilik bozukluğu tanı kategorisiyle kötülüğü tıbbî bir alana çektiğimizi düşünmektedir. Onlara göre kötülük ahlak alanında kalmalı ve bu alan tarafından kınanmalıdır. Bu tartışma antisosyalliğin daha ağır ve suça dönük tipleriyle alakalıdır: Herhangi bir psikoterapi yönteminden veya ilaç tedavisinden yararlanmayan, temel vasfı çevreye zarar vermek ve bundan ötürü hiçbir sorumluluk ve pişmanlık duygusu hissetmemek olan vakalarla…
Suça eğilimli insanların temel vasıflarından birisi özdenetimin çok az olmasıdır. Ayrıca kriminal tipler pek sabırsız ve dürtüsel olabilirler. Bu özellikler antisosyal kişilikte de vardır. Bir antisosyal, cephede olağan dışı gözüpek davranışlar sergileyerek kahraman payesi alabilir; ama sivil hayatta aynı tutarlılığı gösteremez. Zaman ve zemin onları geçici bir süreliğine kahraman gibi takdim etse de dürtüsel, öfkeli ve kural tanımaz tarafı onu hemen yasa dışı yollara ve kişiler arası ilişkilerde istikrarsızlığa sürükleyebilir. Bunlar bazı keskin ve uç ideolojiler içinde de kendilerini lider pozisyonunda bulup insanları kötülüğe sürükleyebilirler.
Grup Süreci
İdealleri çıkış noktası yaparak kötülüğe ulaşanlar çoğu zaman gruplardır. Çevrenizde size yürüdüğünüz yolun doğru olduğunu söyleyen insanlar olursa, yüce amaçlar için saldırganca yöntemler kullanmanın meşruiyetine daha kolay inanırsınız. Bir grup, hemen her zaman kendi bireysel üyelerinin toplamından daha aşırıdır. Kötülüğe meyleden gruplar, içlerindeki şüphe ve muhalefeti kolayca bastırır, farklı sesleri hainlikle yaftalar ve cezalandırırlar. Fransız devriminde giyotinin en çok ‘iç düşman’lar için kullanıldığını hatırlayalım. Her devrim, her ideoloji kendi hain kadrolarını istihdam eder. Gruplar en ateşli üyelerini ödüllendirme eğilimindedirler. Akıllı antisosyaller, dava arkadaşlarını ölüme sürer, banka hortumlar veya ellerini kollarını sallayarak dışarıda keyif çatarken; diğerleri gasp ve cinayetten hapse tıkılırlar.
Antisosyallerin çoğu, dağınık bir aileden, örselenmiş bir çocukluktan gelir ve başka insanları anlamakta zorluk çekerler. O yüzden kurbanlarının acılarına karşı çok duyarsızdırlar. Bir antisosyale neden zarar verdiğini veya neden çaldığını sorsanız, “Alıyorum çünkü kimse vermiyor” diye cevap verecektir. Peki, kurbanları için üzülüyorlar mıdır dersiniz? “Bana verilmeyeni ben de kimseye vermem” diyeceklerdir. Ya kurbanlarına verdikleri acı? “Bir şey bana acı vermiyorsa başkasına da acı vermez” diyebilecek kadar pişkindirler.
Günümüzün kapitalist toplumu antisosyal acımasızlığı bir hayatta kalma stratejisi olarak öneriyor; ‘güçlü olan ayakta kalır’ düşüncesi insanları kurban olmak ile zalim olmak arasında bir seçime zorluyor. Değer boşluğu sebebiyle antisosyal kişiliğin gelişimi için gerekli olan eski değerler erozyona uğrarken; insanlara rehberlik edecek yeni değerler oluşmuyor.
Antisosyal kişiliklerin uç ideolojilerde, buhran dönemlerinde, savaş veya devrimlerde bir kahraman mertebesine yükseldiğini görebiliriz. Antisosyal liderlerin en bilinen örneği olan Hitler’in, Almanya’da anne ve babanın fabrikalarda uzun saatler geçirdiği, bütün bir ulusun baba yoksunluğu çektiği bir dönemde ortaya çıktığı ve ulusun baba özlemini karşıladığı dile getirilmiştir. Dediği dedik, otoriter ve evin yüceliğini dile getiren bir baba.
Terör Nedir, Terörist Kimdir?
Politik etkiler sağlamak için şiddetin tehdit ve uygulama olarak kullanılmasına terör diyoruz. Birçok terörist hareket, göreceli olarak küçük, düzen karşıtı, politik veya dinî ideolojiler üzerine kurulu (yarı) gizli topluluklar eliyle yürür: Devrim yapmak veya en azından hedef rejimin etkili biçimde düzenini bozmak gibi amaçları olan, dış veya iç kaynaklı, şiddet ve tehdit ile nüfuz sağlamaya çalışan yapılardır bunlar.
Terörizmi tarif etmek için, teröristler ne yapar, sorusunu sormak gerekir. “Politik değişikliği gerçekleştirmek için şiddet ve tehdide başvururlar” cümlesi terörizmi nasıl açıklamamız gerektiği konusunda bize rehberlik eder. Ama bu geniş tanım ile terörist olarak adlandırmak istemediğimiz grupların (devlet orduları gibi) davranışları da ‘zan altında’ kalacaktır.
Dünya genelindeki terörist şiddet olaylarının sıklığı istatikî olarak karşılaştırıldığında çelişkili ve karışık bir sonuç elde ederiz. Terörizmle ilgili verilere göre, kimi teröristler hedeflerini vurmak için yurt dışına çıktıkları olaylarda kurbanlarını veya hedeflerini yabancı ülkeyle irtibatlı kişiler arasından seçerler (diplomatlar, yabancı iş adamları, yabancı kuruluşların büroları vs.) veya uluslararası olaylar yaratmak için çeşitli saldırılar düzenlerler. Bazen bu şiddet teröristlerce kendi millet ya da ülkelerine de taşınabilir: İrlandalı teröristler Belfast’ta sayılamayacak kadar İrlandalıyı katletmişler, İtalyan teröristler İtalya’da bu ülkenin devlet görevlilerini öldürmüşlerdir.
Psikolojik Savaş Olarak Terörizm
Terörizmi psikolojik savaştan ayıran şey nedir? Kelime anlamıyla terör tedhiş etmek demektir. Yani teröristlerin, politik isteklerini yerine getirmek için diğer insanları dehşete düşürmek gibi bir amacı vardır. Psikolojik anlamda, şiddet kullanımıyla panik ve dehşetin yayılması politik değişiklikler için uygun zemin hazırlar. Ne zaman aşırıya kaçan ya da olağanın dışına taşan bir davranışı anlamlandırmaya çalışsak, karşımıza çıkan zorluk şudur: Gördüğümüz şey nitelik ve önemini sonradan anlayabildiğimiz birbiriyle bağlantılı birçok etkinlik ve olayın sadece sonucunu yansıtmaktadır. Terörist saldırılarının sebep oldukları yıkımın miktarı ve bu saldırılara maruz kalan insanların ıstırabının derecesi gibi sahneler, televizyon ortamında, zihinlerimizde uzun süreli etki yaratabilmek amacıyla dramatize edilmektedir. Bu saldırıların sorumlularını anlamaya çalıştığımızda algılarımız genelde bu drama demirlenip kalmaktadır. Bu noktada temel atıf hatası olarak nitelenen bir durumla karşı karşıya geliyoruz. Bu durum, bizim diğer insanların davranışlarını anlamlandırmaya çalıştığımızda bu davranışların onların kişilik ve mizaç gibi bazı kişisel özelliklerinden kaynaklandığını düşündüğümüzü, aynı şartlarda kendi davranışlarımıza bir anlam vermeye çalıştığımızdaysa bu davranışların sebeplerini durumsal bazı etkenlere bağladığımızı göstermektedir.
Bu basit peşin hükümlülük bizim teröristleri anlamamızı birçok açıdan etkileyebilir. Mesela terörist saldırıların sadece sonuçlarına odaklanacak olursak terörist davranışlarını tümüyle ‘anormallik’ olarak beyan etme riskine gireriz. Psikolojik olarak anormal davranış için, psikolojik bir rahatsızlığın veya derdin varolması ya da en azından şikâyeti olan kişinin sağlığını etkileyen zayıflatıcı bir durumun mevcut olması gerekir. Teröristlerin davranışlarını anormal olarak adlandırmak, duruma hem makul bir açıklama getirmeyi, hem de bu davranışların sebebini kolayca anlayabilmemizi böylece kendimizi daha rahat hissetmemizi sağlamaktadır. 1970’lerde popüler olan görüş, teröristlerin psikopat olduklarıydı. Fakat 1980 ve 1990’larda bu görüşün yerini narsisizm ve paranoya gibi bazı kişilik özelliklerinin terörist özellikleriyle örtüştüğü düşüncesi aldı.
Terörizm ve Psikopati
Psikopat kişinin en önemli özelliği sosyal ve toplumsal kurallara uyum sağlamada gösterdiği isteksizliktir. Bütün psikopat kişiler şiddet davranışında bulunmazlar; ama şiddet, saldırgan eğilimli psikopat davranışın dışarı çıkması için bir kapıdır. Psikopati kolaylıkla terörist davranışın muhtemel bir özelliği olarak görülebilir. Sonuçta, teröristler kendi istekleriyle yıkıma, ıstıraba ve ölüme sebep olan davranışlarda bulunmakta; istekleri karşılanana kadar da söz konusu davranışların süreceği mesajını vererek bu davranışlarının sorumluluğunu üstlenmektedirler.
Psikopatlarda genelde görülen ben merkezcilik, terörist liderlerin üye seçerken aradıkları bazı özelliklere ters düşmektedir: Bunlar arasında yüksek motivasyon, disiplin ve herhangi bir yakalanma ya da hapis durumunda stresle karşı karşıya gelindiğinde güvenilir kalabilme yeteneği sayılabilir. Teröristlerin bir bölümü, psikopatların aksine, yaptıkları eylemlerden ötürü pişmanlık duyabilirler.
Terörizm bir grup sürecidir. Grup süreçlerini anlamaksızın terör eylemlerinin psikolojisi anlaşılamaz. Grup, örgütle bireyin ilişkini sürdürmek ve şiddet içeren davranışa bireyi teşvik etmek açısından kilit rol oynar. Psikopatinin saldırganlığı ise bir amaca yönelik olmaktan çok bireysel zalimlikle alakalıdır.
Terörist örgüte sadakat ve bağlılığın sonucu olarak üyeler arasında özel bir dilin zuhur ettiğini söyleyebiliriz. Bu özel dil, terörist eylemlere ideolojik bir anlam verilmesinin yanında, terörist bireylerin yapmış oldukları eylemin sorumluluğunu üzerlerinden atmalarını da sağlar. Üstelik, yapılan eylemlerde can vermek terörist örgüt için bir prestij unsuru olarak kabul edilmektedir.
Terör örgütleri tedhiş eylemini rutinleştirerek bunun verebileceği suçluluk duygusunu bertaraf etmek isterler. Rutinleştirme, bireylerin olayları bilinçli yapmalarını ve karar vermelerini engellemekte, kısaca ahlâkî yargılarını kısıtlamaktadır. Ayrıca bireyler yapılan işin anlamından ziyade işin detaylarına yoğunlaşarak kolay yolu seçmekte; böylece eylemin sonuçlarını düşünmekten kaçınmaktadırlar. Buna ek olarak terörist örgütler, üyelerini kimlik belirsizliğine sürükleyerek normalde saldırgan olmayan bireylerin şiddet içeren eylemlerde rol almasını kolaylaştırırlar. Kimlik belirsizliği, bireyin büyük bir grubun üyesi olması sonucunda toplumla olan bağlarının zayıflayarak fevri ve saldırgan bir davranış eğilimi içine girmesi sürecidir. Kurbanlar dehümanize edilir, insanlıktan çıkarılır. Kurbanın insanlıktan çıkarılması onlara karşı her türlü saldırganlığı meşru kılar. Ayrıca dehümanizasyon (insanlıktan tenzil-i rütbeye uğratma) sürecini mümkün kılan bir diğer önemli özellik ise, örgüt içinde kullanılan geleneksel askerî dildir. ‘İnsanlar’ yerine ‘hedefler’ kelimesinin kullanılması, bu çeşit dil kullanımına iyi bir örnektir.
İnsan psikolojilerini ve psikiyatrik tanıları, büyük yankı uyandırmış terör eylemlerinin temel belirleyicisi olarak görmek ve göstermek, kuklayı görüp de sahne berisinde, ipleri elinde tutanları gözden kaçırmak anlamına gelebilir. Temel atıf hatasından kaçınmak gayreti, hakikate bühtanda bulunmamızı önler. Hakikat ve merhamete her şeyden fazla ihtiyaç duyduğumuz bir zamanda böylesi bir dikkat vazgeçilmezdir.
Paylaş
Tavsiye Et