GEÇTİĞİMİZ ay anayasa tartışmaları Irak’ın en önemli gündem maddesini oluştursa da, ülkedeki güvenlik sorunu içinden çıkılmaz bir hâl almaya başladı. Ekim ayı ortasında referanduma sunulması planlanan anayasa taslağı, ciddi tartışmalar sonrasında kesinleşti. Taslağa Kürt ve Şii gruplar destek verirken; Sünni gruplar taslağın bu haline itiraz ettiler. Anayasa komisyonu çalışmalarına sonradan katılan Sünni üyelerin sayısının az olmasından dolayı taslak, Kürt ve Şii üyelerin oylarıyla kabul edildi ve böylece referanduma giden yol açılmış oldu. Taslak içerisinde yer alan birçok konuda uzlaşma sağlanamadı. En ciddi ayrışmalar ise, ülkenin yönetim şekli ile ilgili konuda yaşandı. Kürtlerin federalizm tezini Şii grupların da desteklemesiyle, ülkenin federal bir cumhuriyetle yönetilmesine karar verildi. İslam, devletin resmî dini ve yasamanın temel kaynaklarından biri; Kürtçe de, Arapçaya ilaveten, ikinci resmî dil olarak kabul edildi. Kerkük şehrinin statüsü ise, 2007 sonuna kadar karara bağlanacak.
Anayasa tartışmaları beklendiği gibi oldukça çetin geçti ve taslağın hazırlanması için gereken süre birçok defalar uzatıldı. Özellikle Sünni grupların itirazları taslağın gecikmesinde önemli rol oynadı. Sünni grupların süreci veto edebilme şansları zaten yoktu; ama bir uzlaşmanın sağlanamamış olması Irak’ın geleceğini olumsuz etkileyecek gibi görünüyor. Şöyle ki, geçen yıl kabul edilen Geçici İdarî Yasa’ya göre, referandumda bu taslağın herhangi üç vilayet tarafından veto edilmesi durumunda anayasanın yürürlüğe girmesi zaten mümkün değil. Hatırlanacağı gibi bu maddenin Geçici İdarî Yasa’ya alınması, anayasa görüşmelerinde bir koz olarak kullanılmak üzere Kürt gruplar tarafından sağlanmıştı. Şimdi aynı madde nedeniyle Kürtlerin kazanımları, Sünni gruplar tarafından veto edilebilir. Bütün Sünni gruplar anayasa taslağını veto edecekleri yönünde bir açıklama yapmasalar da, böyle bir tehlike söz konusu.
Sünni grupların muhalefetine rağmen taslağın kabul edilmesi ve referanduma hazırlanması sonrasında ülkedeki şiddet olayları da tırmanmaya başladı. Irak’ta hemen her gün gerçekleşen saldırılarda hayatını kaybeden insan sayısı üç haneli rakamlara ulaşıyor. Bundan daha kötüsü ise ülkede iç savaşın seslerinin duyulmaya başlamasıdır. Ülkedeki çeşitli Sünni grupların Şiileri hedef alan açıklamaları, dinî mekanların hedef olarak seçilmesi ve etnik gruplar arası saldılar, mezhep temelli bir çatışmanın tohumlarının atılmaya çalışıldığını gösteriyor.
Ülkenin çeşitli yerlerinde direnişçilerle mücadele adına operasyon gerçekleştiren Amerikan güçleri ise, saldırıların şiddetini azaltmak bir yana, davranışları ile halkı kendisinden daha da uzaklaştırıyor. Direnişçileri hedef alan operasyonlar sırasında pek çok sivilin zarar görmesi, ülkede düzen ve istikrarın sağlanması amacına hizmet etmiyor. Bu noktada ABD’nin başarı şansının gitgide azaldığının artık herkes farkında. Hatta ABD’nin askerlerini kademeli olarak çekme planlarına dair haberler, basına sızmış durumda.
ABD’nin başarı şansının azaldığının bir diğer göstergesi de geçtiğimiz ay Telafer şehrinde yaşananlar. ABD yetkilileri Telafer şehrinin Suriye üzerinden sızan direnişçiler tarafından üs olarak kullanıldığını iddia etti ve şehir ABD askerleri tarafından kuşatıldı. Şehrin boşaltılması sonucu pek çok sivil zarar gördü ve bazıları hayatını kaybetti. Bu tür operasyonların daha önce de yapılmış olması, başarılı olamadıklarını gösteriyor. Buna rağmen tüm şehrin abluka altına alındığı operasyonların devam etmesi ABD’nin bu hatalarından ders almadığının bir göstergesi.
İşgal Sonrası Kaos
İşgalin üzerinden geçen 2,5 yılın ardından Irak’ta tam bir kaos ortamının hâkim olması, işgal öncesindeki bazı tartışmaları yeniden hatırlatıyor. O dönemde ABD, Türkiye’den bazı taleplerde bulunmuş ve bunun sonucunda da Türk hükümeti ile ABD hükümeti arasında çeşitli görüşmeler yapılmıştı. Söz konusu talepler konusunda kararlarını vermeden önce Türk yetkililerin öğrenmeye çalıştıkları esas husus, ABD’nin Irak’la ilgili işgal sonrasında ne gibi planları olduğuydu. Türk yetkililer, ABD’li muhataplarından bu noktada doyurucu bilgi alamadıklarını söylüyorlar ve iki ihtimale dikkat çekiyorlardı: Ya ABD’nin işgal sonrası ile ilgili ciddi bir planı ve hazırlığı yoktu ya da bunu Türkiye ile paylaşmak istemiyordu. Her iki seçenek de Türkiye’nin ABD ile işbirliğine engel teşkil ediyordu. Bugün geldiğimiz noktada Irak’ta yaşananlar, bize ABD’nin işgal sonrasına yönelik ciddi bir hazırlığının olmadığını gösteriyor. Zira Amerikan güçleri, işgalin ardından Irak halkına Saddam döneminde yaşananlardan farklı bir hayat sunmadı.
ABD işgali ile birlikte yıllardır ülkenin yönetimini ellerinde tutan Sünni Arapların anayasa konusunda direniş göstermeleri, kaybettiklerinin resmîleşmesini istememeleri şeklinde yorumlanabilir. Diğer yandan Baas yönetimi zamanında ve öncesinde diğer grupların maruz kaldığı baskıları görmezden gelmek de imkansız. Bu nedenle demokratik bir temsil söz konusu olduğunda, Sünni grupların eskisinden çok daha aza rıza göstermesi gerekeceği aşikâr. Şu anda ABD ile işbirliği yapan Kürt gruplar ve Şiiler ise, yıllardır yaşadıkları baskıları bir daha yaşamayacakları bir yapı oluşturmak istiyorlar. Ama onların önünde de bazı sorunlar var. İşgalci bir güçle çok sıkı işbirliği içinde olmanın tetiklediği bir iç ve dış muhalefet söz konusu. Baas döneminin Sünni Araplar dışında diğer kesimleri yok saymasına benzer bir hatayı bugün Kürt ve Şii gruplar tekrarlarsa, Irak’ta kalıcı bir istikrarı yakalamak pek mümkün olmaz. İşgal güçleri çekildikten sonra da devam edebilecek bir yapıyı oluşturmak için ülkenin farklı kesimlerinin asgarî taleplerinin karşılanması gerekmektedir. Yılların ezilmişliğinden mi, yoksa devlet tecrübesinin azlığından mı bilinmez ama Kürt ve Şii gruplar, fırsatçı bir tavır sergiliyor; uzlaşmaya çok da niyetli olmadıkları gözleniyor. Sünni direnişçi gruplar da ülkeyi kasıp kavurmaya devam ediyor. Görünen o ki, güney komşumuzda suların durulması zaman alacağa benziyor.
Paylaş
Tavsiye Et