Kullanıcı Adı: Şifre    
   
  veya Üye olun | Şifremi unuttum
  Arama / Gelişmiş Arama  
   
Skip Navigation LinksArşiv (November 2005) > Okuyorum > Hangi Halide Edip? -II
Okuyorum
Hangi Halide Edip? -II
Gökhan Çetinsaya
Fikrî ve edebî eserleri gözden geçirildiğinde Halide Edip’in, hayatının her döneminde belli temalar üzerinde yoğunlaştığı görülür: Doğu-Batı meselesi, eğitim ve kadın, kültür ve medeniyet, fert ve cemiyet, hürriyet ve demokrasi.
 
BU yazıda Halide Edip’in Türk Modernleşmesi ve Batılılaşmaya ilişkin fikirlerini, Türkiye’de Şark, Garp ve Amerikan Tesirleri (1955) kitabını esas alarak irdelemeye çalışacağım. Halide Edip’in 1939’da Türkiye’ye döndükten sonra kaleme almaya başladığı anlaşılan kitap, kısmen daha önce İngilizce yayınladığı kitaplarını [Turkey faces West (1930) ve Conflict of East and West in Turkey (1935)] temel alıyor. Rauf Orbay’a ithaf edilen ve Muhafazakârlık düşüncesinin mimarı Edmund Burke’ten bir alıntıyla başlayan kitabın “fikrî âmilleri arasında, Edmund Burke’ün cemiyet, millet, devlet hakkındaki bütün zaman için cari olacak kanaatine olan inanç” başta gelmektedir.
Halide Edip’e göre milletler için iki zıt ve büyük ihtiyaç vardır: İstikrar ve değişme. Bu iki unsur arasında denge kurabilen toplumlarda tekamül/gelişme normal şekilde yürür. Terakki ve tekamülü sağlayabilmek için “içtimaî nizamı bozmayacak mahiyette bir fikir hürriyeti lazımdır.” Batılılaşma yolundaki bir milletin üç önemli hususa dikkat etmesi gerekir.
İlk olarak, manevi kıymetlere, maddi ve mekanik kudretler kadar yer verilmelidir. Din anlayışı II. Meşrutiyet Türkçülerininkine benzer. Din, milli kültürün, sosyal ve ferdî hayatın önemli (birleştirici) bir unsurudur; “hiçbir millet veya cemaat dinsiz olamaz”. Öte yandan, “Siyaseti dine veyahut dini siyasete alet etmenin” zararlarını bilir, laikliğe inanır ve gerekli görür ama, “din softaları” kadar “dinsizlik softaları”na da karşıdır. 1911/12’den başlayarak Türkçülüğün ideallerine bağlı kalmış olan Halide Edip için Türk milliyetçiliği ırkî değil, kültüreldir: “Milliyetçilik, hars, anane, müşterek menfaat gibi kudretlere dayanmak şartıyla, insan, insan olduğu müddetçe baki kalacaktır. (…) Fakat milliyetçilik, dine veyahut ırka dayandığı zaman hem tehlikeli hem de hakim olduğu cemiyeti altüst eder.” Anadolu’da başat unsurun Türk olduğu yeni bir devlete taraftardır; Rusya Türkleri ile birleşmeyi ya da Turancılığı gerçekçi bulmaz.
İkinci olarak, herhangi bir gaye etrafında “birörnek” insanlar meydana getirmeye çalışan siyasi rejimlerden sakınılmalıdır. Garp medeniyeti bir tarafı ile “beraberlik” öbür tarafı ile “birörneklik” ifade eden iki cepheden meydana gelmiştir. “Bir örneklik”ten kastı, “ferde hiçbir hürriyet bırakmayan” Faşizm ve Komünizm gibi otoriter/totaliter rejimlerdir. Halide Edip, “beraberlik” taraftarıdır: “Siyasi, ilmî, içtimaî nizamı bozmamak şartıyla, ferdin her sahada hürriyetini tanımak” gerektiğine inanmıştır. Onun için “hakiki Garp medeniyeti, ferdin hürriyetini nizam dairesinde tanıyan, insana ve manevi fikirlere kıymet verenler”den (yani “beraberlik” taraftarlarından) oluşur. Herhangi bir “cemiyetin yükselmesi ve ilerlemesi için elzem olan, fikir hürriyeti”dir. Halide Edip, solidarizme ve korporatizme de karşıdır. Gökalp’in “fert yok, cemiyet var; hak yok vazife var” söylemini ya da “lider çoban, millet sürü” tarzı yaklaşımları demokrasi karşıtı bularak karşı çıkar. Ona göre Türk milleti için önemli olan, “demokrat bir cumhuriyet mefhumuna milletin ekseriyetini bağlamak, bu mefhumu (…) talim ve terbiye sistemimizde çocuklarımıza aşılamaktır.” Hayatı boyunca temel insan hak ve özgürlükleri ve parlamenter demokrasi konusunda (hem düşünceleri, hem yaşamı ile) tutarlı bir çizgi izlemiş, “ferde hiçbir hürriyet bırakmayan” otoriter/totaliter, Faşist ve Komünist rejimlere şiddetle karşı durmuştur. (George Orwell’ın Hayvan Çiftliği’ni Türkçe’ye çevirmesi tesadüf olmasa gerek!)
Üçüncü olarak, “topyekûn taklit”i ya da “sathî bir Garp mukallitliği”ni “Garp medeniyetinin ruhunun tamamen zıddı” kabul etmelidir. Batılılaşma, “milletlerin kendi kültürlerini ve benliklerini muhafaza etmek şartıyla”, “ani bir taklit ve moda hissiyle değil, az çok köklerini koparmadan tekamül yoluyla” olmalıdır. Bu bakımdan “hiçbir millet öteki milletlere bütün manasıyla örnek olamaz. Her millet kendi ruhi ve manevi kıymetlerinin gösterdiği yolda gelişir ve ilerler. Bununla birlikte bazı kıymetler vardır ki, bütün milletlerin müşterek malıdır. Yeter ki daimi ile geçici kıymetler arasındaki farkı seçebilecek kadar olgun olsun; yeter ki bir taraftan değişen dünya ile beraber hayatın şekil ve ilim kısmında ileri safta yer almağa çalışırken, bir taraftan da harslarında, ruhlarındaki kudret ve kıymet kaynaklarını muhafaza edebilsin.” Tıpkı hayatı gibi düşünce dünyası da yoğun bir Doğu-Batı çatışması/sentezinin ürünü olan Halide Edip’te medeniyet-kültür (hars) ayrımı belirgindir: Doğu ve Batı medeniyetlerinin karşılaşmasından oluşacak sentezle meşgul olur; Doğu ve Batı medeniyetleri arasında bir üstünlük kıyaslaması yapmaz; dinle medeniyet arasında doğrudan bir ilişki kurmaz.
Adıvar’a göre Osmanlı medeniyeti tam bir Doğu-Batı sentezidir. Edmund Burke’ten etkilenerek savunduğu “milletin devamlılığı” fikrine olan inancının bir sonucu olarak, Osmanlı tarihine ve kurumlarına bakışı olumludur. Milletin devamlılığı fikri bakımından mazimizi, geleneğimizi ve milli kültürümüzü bilmek (âtîye giden yolda) önemlidir.
Türkiye’de Batılılaşmanın III. Selim’den başlayarak, II. Mahmut, Tanzimat ve (kendi yetiştiği Abdülhamid dönemi hariç) Meşrutiyet dönemleri boyunca hızlanarak devam eden bir sürecin sonucu olduğu inancındadır. Atatürk döneminde gerçekleştirilen inkılapların bu bir yüzyılı aşan miras olmadan anlaşılamayacağı kanısındadır. “Türk milleti beş yüz sene bir sürü halinde yaşadı, Cumhuriyet devri Türkleri bir millet haline soktu,” gibi ifadeleri “palavra” olarak görür. Adıvar’a göre, “Cumhuriyet inkılapları, masallardaki sihirbaz sopalarıyla değişen hayaller değildir”, “inkılaplarımızın uzun bir temel ve hazırlanma devri olması, Mustafa Kemal Paşa’nın kudret ve zekasını küçültmek değil, daha fazla büyültür.” Ayrıca, bu inkılapların zamana yayılarak gerçekleştirilmek yerine, “ani bir sıçrama ile, yani bir Evolution Brusque ile” (yazı devrimi örneğinde, on beş yıl yerine beş ayda) yapılmasını eleştirir.
Kemalist devrime temel eleştirisi, onun yapılış ve sunuluş tarzlarınadır. Halide Edip’e göre, “Cumhuriyet inkılaplarının büyük bir kısmı tek parti diktatörlüğü” altında gerçekleştirilmiştir (1929 yılında The Yale Review’da yayımladığı makalesinin başlığı şu: “Dictatorship and Reforms in Turkey”). Bu süreç, “radikal olan inkılapların devamını temin ederken, onların yerleşmesinde ancak diktatörlüğün müessir olabileceğine idare başındakilerde bir kanaat uyandırmıştır. Bu zihniyetin, diktatörlüğün daima bizim için elzem olduğu kanaatini yerleştirmemesi şartıyla pek itiraz edilecek yeri yoktur.” Karşı çıktığı husus, bu “şahıs veya parti diktatörlüğü”nün kalıcı kılınması, “fevkalade bir hal olmadığı zamanlarda dahi memleket idaresi ancak diktatörlük ile yürüyebilir” zihniyetine dönüşmesidir. Yoksa (dil ve tarih devrimleri hariç) Kemalist devrimlerin niteliğine bir itirazı yoktur: “Âmilleri ne olursa olsun, Cumhuriyet inkılaplarının muhafazası, Türkiye Türkleri için hayati bir zarurettir. (…) bunların esaslarından bir tek harf dahi feda etmek bizim için millet olarak geriye gitmek olur.”
Halide Edip Adıvar’ın fikirlerinde klasik muhafazakâr (ve kısmen klasik liberal) düşüncenin bütün temalarını bulmak mümkün. Bu bağlamda, Kemalizm’in ya da Tek Parti rejiminin ‘radikal/devrimci Batılılaşma’ taraftarlığı karşısında Halide Edip’i, “evrimci (ya da muhafazakar) Batılılaşma” taraftarı olarak nitelendirebiliriz. Halide Edip’i mevcut imajlar ve kalıp yargıların ötesinde, bizzat yazdıklarıyla ve yaptıklarıyla değerlendirmek hiç şüphesiz ufuk açıcı bir çaba; üstelik “ana-baba nesebi”nden kalkarak siyasi tarih ya da düşünce analizi yapmanın bizleri ne tür çıkmazlara sokabileceğinin de en büyük işareti.

Paylaş Tavsiye Et