15 EKİM’DE yapılan anayasa referandumuyla birlikte Irak’ta bir eşik daha aşılmış oldu. ABD hükümet çevreleri, (zorlamayla da olsa) anayasanın planlanan tarihte bitirilerek referanduma götürülmesini bir zafer olarak görüyorlar. Bu, Amerikan kamuoyuna yönelik propagandanın bir parçası olmanın yanı sıra, Irak’tan askerlerin bir an evvel çekilmesi için gerekli olan süreç ve takvimin işlediğinin de bir göstergesi olarak algılanmaktadır. Üstelik ABD’nin çeşitli müdahaleleriyle Sünnilerin de bu sürece dahil edilmeye çalışılması, bu yolla direnişin (ya da direnişe desteğin) bitirileceği yolunda bir beklentiye de yol açmaktadır.
Amerikan hükümetinin bütün beklentilerine rağmen, kesin sonuçlar bu yazının yazıldığı tarihte henüz belli olmamakla birlikte, referandumda kabul edileceği tahmin edilen mevcut anayasa taslağının Irak’a iç barış ve istikrar getireceği oldukça şüpheli. Amerikan hükümeti için her şey yolunda, takvime göre gidiyor; ama bu ne direnişin biteceğinin, ne de Irak’a istikrarlı bir demokrasinin geleceğinin garantisi. Aksine böylesi hızlandırılmış bir sürecin, zorla sağlanan (ya da sağlandığına inanılan) bir mutabakatın ve belirsizliklerle, çelişkilerle dolu bir anayasanın şiddet sarmalını ve istikrarsızlığı daha da arttırabileceği tahmin edilebilir.
Amerikan kamuoyunu mutlu edecek anayasa metni, diğer Orta Doğu ülkelerinin anayasalarıyla karşılaştırıldığında (bazı maddeleri görmezden gelinir veya yerel kültür gerekçesiyle hoş görülürse) “çağdaş” ve “demokratik” bir metin olarak algılanabilir. Ama bütün bunlar yeterli mi? Burada insanı Irak’ın geleceği konusunda kötümserliğe iten şey, sadece anayasanın şu veya bu maddesi değil; daha ziyade Irak’taki iç siyasî gelişmelerle ilgili. Anayasada ne yazarsa yazsın, sonuçta Irak’ın kaderinin mevcut siyasî aktörlerin eylemleri ve kararlarıyla belirleneceği aşikâr.
Anayasa yapım sürecinde ihtilaflı noktalardan birincisi federalizm konusuydu. Kürtler baştan beri 1991’den sonra elde ettikleri kazanımları kaybetmemek, sağlamlaştırmak, yasal bir zemine oturtmak için federalizmi şart koşuyorlardı. Bunu bağımsızlığın alternatifi ya da Irak’a bağlı kalmanın olmazsa olmaz bir şartı olarak sundular. İtirazlar olmakla birlikte, bazı Sünni kesimler bile bu talebi kabul edilebilir bulmakta. Zira Kürt otonomisinin geçmişe uzanan kökleri var. Daha 1970’lerin başında Baas rejimi Kürt otonomisini kabul etmiş; ancak Kerkük’ün statüsü üzerinde uzlaşılamayınca masadan kalkılıp, yine silahlar konuşmaya başlamıştı. Sünnilerin asıl itirazları, Şii Arapların da federal çözüm istemeleri. Özellikle sürgün/muhalefet yıllarını İran’da geçirmiş, bu ülkeyle yakın ilişkileri olan İslamî Şii grupların, son dönemde çoğunlukta oldukları güneydeki dokuz vilayette federal bölge kurma planlarını dillendirerek, anayasa taslağına buna yönelik maddeler koydurmaları endişe kaynağı.
Sünni Arapları temsil eden partiler, bu durumun Irak’ı parçalayacağını ve kendilerinin merkezî Irak’ta, petrol yoksunu ve şiddet yüklü, istikrarsız ve fakir bir devletçiğe hapsolunacaklarını ileri sürüyorlar. Sünni Arapların endişelerini arttıran, federalizm maddesiyle birleştirerek çekince koydukları ikinci husus ise, petrol ya da petrol gelirlerinin paylaşılması meselesidir. Anayasa taslağında belirsizlikler içeren bu maddelerin, kendilerini petrolden mahrum bırakmak üzere yazıldığını öne sürüyorlar.
Sünni Arapların itiraz ettikleri özellikle Irak’ın kimliği ile ilgili diğer ihtilaf noktaları ise, referanduma günler kala yapılan son değişikliklerle aşılmaya çalışıldı. Irak’ın Arap kimliği, resmî dil ve eski Baas Partisi üyeleri hakkındaki düzenlemelerle ilgili maddelere Sünni Arapları memnun edecek şekilde bazı ufak ilaveler yapıldı.
İslam’ın rolü ve kadın hakları gibi meselelerdeki ihtilaflar ise, aslında “laik” Kürtler, Şiiler ve Sünni Araplar (bir de Batılı yorumcular) açısından sorun teşkil etmekte. Bunlardan İslam’ın devletin resmî dini ve yasamanın temel kaynaklarından biri olması ile ilgili 2. madde, özellikle Batılı uzmanların tepkisini çekmekle birlikte, Orta Doğu coğrafyasının siyasî şartları açısından bakıldığında tabii görülüyor. Zira bu ifade, farklı ibarelerle de olsa bölgedeki bütün anayasalarda yer alıyor; ancak ülkelerin siyasî, sosyal ve kültürel modernleşme derecesine bağlı olarak daha çok kağıt üzerinde kalıyor. Lakin Iraklı Şiilerin mevcut durumuna baktığımızda, bu madde pek de kağıt üzerinde kalmayacak gibi gözüküyor. (Şiilerin federal çözüme sıcak bakmalarında, kendi federal bölgelerinde kendi şeriatlarını uygulayabilme imkanlarının da payı olduğu düşünülebilir.)
2. maddenin devamında ise yasaların İslam’ın temel ilkelerine, demokrasinin ilkelerine ve anayasada ifade edilen temel hak ve özgürlüklere aykırı olamayacağı gibi ileride belirsizliklere yol açabilecek ifadeler yer almakta. Federal Anayasa Mahkemesi üyelerinin bir kısmının din adamlarından oluşacağı maddesi, bu konuya itiraz edenlerin tereddütlerini daha da artırmakta.
Anayasa yapım sürecinden bütün istediklerini elde ederek, en kârlı çıkanlar Kürtler gibi gözüküyor. 1991’den itibaren elde ettikleri kazanımlarını meşrulaştırmış ve yasalaştırmış durumdalar. Federal rejim, sağladığı ekonomik imkanlarla onlara durumlarını daha da geliştirme fırsatı verecek. Irak’ta işler kötüye gittiği ve ayrılma kaçınılmaz olduğu takdirde kaybedecekleri pek bir şey olmayacak. Şii Araplar ise, bu süreçte istediklerini kısmen elde etmiş durumdalar. İstedikleri maddeler anayasaya girdi; ama Amerikalıların Baas/Saddam artıklarını temizlemelerinin ardından, tarihî bir dönüşümle Irak’ın kaderine el koyma hayalleri şimdilik gerçekleşemeyecek gibi gözüküyor. Kendilerine yönelik şiddet sarmalı devam eder ve işler çıkmaz bir noktaya gelirse petrolü alıp, Irak’ı kaybedebilirler.
Sünni Araplara gelince, onlar anayasa sürecinde sembolik bir-iki ifade ve 15 Aralık seçimleri sonrası için verilen (garantisi olmayan) sözler dışında bir şey elde edemediler. Ancak Irak’ta sorunun asıl adını koyabilmek için şu soruyu sormak gerekiyor: Sünni Arapların bütün istekleri kabul edilse, hatta federalizmden bile vazgeçilseydi, Irak’ta şiddet biter ve istikrarlı bir demokratik süreç başlar mıydı? Korkutucu olan da bu: Irak’ta işler o derece kontrolden çıkmış durumda ki, nasıl bir anayasa geçerse geçsin, şiddetin durdurulması zor görünüyor. Şiddetin durdurulamayacağına karar verildiği aşamada ise Irak’ın parçalanması kaçınılmaz. Sünni Arapların açmazı da burada. (Başka gerekçeler yanında) Irak’ta istediklerini kabul ettirmek için uyguladıkları (destekledikleri ya da sempati duydukları) şiddet, en sonunda kendilerine en zarar verecek yolu açacak: Merkezî Irak’ta ufak, fakir, güçsüz ve istikrarsız bir Sünni Arap devleti. Kısaca, Irak’ın kaderi anayasadan çok, mevcut siyasî (ve dinî) aktörlerin bizzat siyasî süreçteki kararları ve eylemleri ile şekilleneceğe benziyor.
Paylaş
Tavsiye Et